CİHET

جهت

Vakıfların çeşitli dinî, sosyal ve kültürel hizmetlerini sürdürebilmeleri için tahsis edilmiş olan görevlere verilen ad.

Osmanlılar’da vakıf müesseselerinde gerekli hizmetlerin yürütülmesi için ilgili vakfiyelerle tahsis edilen cihet (çoğulu cihât), nitelikleri belirlenen görevleri ifade etmekte olup vakıf müessesesinin


gelişmesiyle çoğalmış, dinî müessese ve hayır kurumlarının işleyişini sağlaması yanında pek çok kimsenin geçim vasıtası ve ek geliri olmak bakımından da önemli bir fonksiyonu yerine getirmiştir. Ancak zamanla vakıfların çoğalması ve kapasite bakımından çok büyümesine paralel olarak cihet türlerinde ve miktarlarında meydana gelen artışlar pek çok suistimali de beraberinde getirmiş, hiçbir iş yapmaksızın bundan sadece geçim kaynağı olarak istifade eden bir zümrenin ortaya çıkmasına imkân vermiştir.

Osmanlı resmî kayıtlarında “erbâb-ı cihât” veya “ashâb-ı cihât”, bazan aynı anlamda “ashâb-ı vezâif, mürtezika-i evkaf” şeklinde de adlandırılan cihet sahipleri esas itibariyle iki kısma ayrılmaktaydı. İmâmet, hitâbet, vâizlik, dersiâmlık, tedrîs, cibâyet, kitâbet gibi ilmî yeterlilik isteyenlere “cihât-ı ilmiyye”; kayyimlik, türbedarlık, ferrâşlık gibi bedenî çalışmaya bağlı olanlara da “cihât-ı bedeniyye” adı verilmekteydi. Bu görev sahipleri hukukî olarak askerî yani memur statüsünde sayıldığından kendilerine diğer askerîler gibi birtakım imtiyaz ve muafiyetler tanınmıştı. Cihetlerin tevcihi, verilecek kimselerin tesbiti vakfiyedeki esaslara göre ya “bi’l-meşrûtiyet” (şarta bağlı) veya “bilâ-meşrûtiyet” (şartsız) olmak üzere iki şekilde gerçekleşirdi. Diğer taraftan cihet tevcih edileceklerde bulunması gereken ortak özellikler vakfiyelerde liyakat ve dürüstlük olarak belirlenmiştir.

Cihetlerin idaresinde, Evkāf-ı Hümâyun Nezâreti (kuruluşu 1826) öncesi ve sonrası olmak üzere başlıca iki dönem görülmektedir. Nezâret öncesinde cihetlerin verilmesinde ve muamelelerinde vakfiyelerdeki şartlardan kaynaklanan çok çeşitli işlemler olmakta iken nezâret sonrasında vakıf yönetiminde de merkeziyetçi bir anlayışla çıkarılan “Tevcîh-i Cihât Nizamnâmesi” ile daha sıkı bir yönetim öngörülmüş ve cihetlerde sayı ve miktar bakımından büyük ölçüde azalma olmuştur.

Nezâret öncesi dönemde vakfiye şartlarının uygulanmasından, cihetlerin tevcihinden ve kontrolünden büyük ölçüde kazaskerler ve kadılar sorumlu idi. Fâtih Kanunnâmesi’nde kazaskerlerin sultan vakıfları dışında arza gerek olmaksızın 2 akçeye kadar cihet verebilecekleri belirtilmekteydi (Özcan, s. 40). Abdurrahman Paşa Kanunnâmesi’nde ise yetkileri, “memhûr kese ile gelen cihât beratlarının tuğralarını çektikten sonra ehl-i cihâtın esâmî defterlerine -sah- çekmek” şeklinde ifade edilmişti (s. 515). Cihetlerin verilmesi ve bir başkasına intikalinde kadıların da rolü büyüktü. Genellikle işlemler vakfın bulunduğu yerin kadısı aracılığı ile yürütülürdü. Hak sahipleri bir arzuhal ile mahallî mahkemeye başvururlar, kadı yaptığı araştırmadan sonra bir i‘lâm veya arz ile durumu devlet merkezine bildirirdi. Kadılar durumu arzetmeden önce müftülerden fetva isterler, mütevellinin görüşünü alırlar, şahsın durumunu teftiş ettirirlerdi. Vakıflarla ilgili işlemler merkezde Dîvân-ı Hümâyun Ruûs Kalemi’nin göreviydi. Bu kalemde ve ilgili diğer divan bürolarında önceki kayıtların incelenmesinden sonra herhangi bir karışıklık ve anlaşmazlık olmazsa hak sahibine cihet ruûsu ve cihet beratı verilirdi. Karışıklık çıkması halinde ise önceki kayıtlara bakılır, hatta bazan cihetle ilgili kırk elli yıllık kayıtlar tesbit edilir ve bunların divan kalemlerinden özetleri çıkartılarak Osmanlı bürokrasisi gereği aynı kâğıt üzerinde muhtelif kalemler, tarihler ve imzalar halinde yer alırdı.

Kazaskerlerin birçok yetkilerinin tedrîcen şeyhülislâma geçtiği XVII. yüzyıldan itibaren özellikle ilmî cihetlerin verilmesinde şeyhülislâmlar ön plana çıkmaya başladı. Nitekim bu dönemde arzuhallerin üzerine önce şeyhülislâmın genellikle, “Mûcibince tevcih buyurulmak mercûdur” şeklindeki işâret-i aliyye*sini koyduğu, bundan sonra işlemlerin devam ettiği görülmektedir. Cihetlerin tevcihinde padişahın mutlak ve nihaî yetkisi vardı. Cihetlerle ilgili bilgiler ve çeşitli değişiklikler “cihât defterleri”ne işlenirdi. XIX. yüzyıl sonlarına kadar siyâkat, daha sonra rik‘a türü yazı ile tutulan bu defterler kaza, nahiye gibi yerleşim birimlerine göre cami, mektep, medrese isimleri zikredilerek düzenlenmişti. Ayrıca “cihât rûznâmçeleri, cihât hulâsaları” adlarıyla defterlerin hazırlandığı da bilinmektedir.

Cihet tevcihlerinde temel kural babadan oğula intikaldi. Cihât beratları hak sahiplerine ya bu intikal dolayısıyla veya çeşitli anlaşmazlıklar ve padişahın tahta cülûsu sebebiyle verilir veya yenilenir, bu beratlardan kanunnâmelerde belirlenen ölçüde “berat harcı” alınırdı. Bugün şehir ve köylerde bazı kimselerin titizlikle sakladığı ve çok defa büyük bir emlâkin temliknâmesi veya tapusu sandığı tuğralı orijinal beratlar, umumiyetle 1-2 akçelik cihet tayinini belirleyen belgelerden başka birşey değildir.

Evlâtlık ve aile vakıflarında sadece birkaç cihetin bulunmasına karşılık vezirlere ve bilhassa hânedan mensuplarına ait vakıflarda çok sayıda cihetler yer alıyordu. Meselâ Fâtih Sultan Mehmed Külliyesi’nde cami, medreseler, dârüşşifâ, imaret ve türbeler personeli; mimar ve tamirciler, müteferrika ve zevâid-horan, kâtip ve câbîlerden oluşan yüzlerce cihet sahibinin “el-vezâif” adı altında aldıkları maaşlar vakfın gelirlerinin üçte ikisinden fazlasını tutuyordu (Barkan, s. 311-325). Özellikle bu tip büyük vakıfların cihetleri zamanla hiçbir iş yapmayan kimselerin gelir kaynağını oluşturdu. “Zevâid” adı altında harcamalardan artakalan fazlanın da cihet olarak tahsisi, “zevâid-horan” denilen ve sayıları giderek


artan bir zümrenin ortaya çıkmasına yol açtı. Bazan da nüfuzlu bir kişi, birçok vakfın zevâidini kendisine tahsis ettirerek bunu bir kazanç vasıtası haline getirebiliyordu. Bu uygulama daha sonra sadece vakıflarda değil aynı zamanda devlete ait çeşitli işletmelerin harcama kalemleri arasında da görülmeye başlandı. Böylece vakıfların ve işletmelerin gelirlerinin büyük kısmının personel harcamalarına sarfedilmesi, bu kurumların bozulma sebeplerinden birini oluşturdu. M. Nûri Paşa, bu usulün III. Murad döneminde yaygın hale gelmeye başladığını, padişah üzerinde büyük nüfuza sahip Şeyh Sücâ‘a ve diğer bazı kimselere sultan vakıflarından ve devlete ait diğer işletmelerden “duâgû vazifeleri” tahsis edildiğini, böylece birçok işe yaramaz kimsenin ortaya çıktığını yazar. Köprülü Mehmed Paşa’nın, vezîriâzamlığı sırasında idam ettirdiği Şeyh Sâlim adlı bir “mağribî”nin çeşitli vakıflar ve gümrük gelirlerinden kendisine beratla tahsis ettirdiği duacı cihetlerinden günde 1000 akçe gelir elde ettiği belirtilmektedir (Netâyicü’l-vukūât, II, 99).

Cihetler için zaman zaman bazı düzenlemeler yapıldıysa da bunlar bir sonuç vermedi. Tanzimat döneminde Evkaf-ı Hümâyun Nezâreti içinde, cihetlerle ilgili bütün işlemleri yürütecek Cihât İdaresi adlı bir büro teşkil edildi. Burada müdür, taşra kısmı mümeyyizi, Dersaadet kısmı mümeyyizi, ayrıca birkaç mümeyyiz görev yapıyordu (Salnâme [1332], s. 386). Bu dönemde çıkarılan 2 Zilkade 1286 (3 Şubat 1870) tarihli Tevcîh-i Cihât Nizamnâmesi ile bu konudaki uygulama belirlendi, merkezî bir kontrol kuruldu. Nizamnâmede, biri vakfiyede belirlenen şartlara göre idare edilen “meşrutiyet”, diğeri devlet tarafından veya devletin kontrolü altında idare edilen “mazbut” ve “mülhak” vakıflara ait olmak üzere başlıca iki tür cihet tesbit edildi. Mazbut ve mülhak vakıflarda bir cihet boşalırsa cihet sahibinin ehil olan oğluna veya zaruret halinde dışarıdan birisine verilmesi, küçük veya ehil olmayan evlâda cihet verilmemesi, boşalan birkaç cihetin bir şahsın üzerinde toplanabileceği, ölen babadan kalan cihetlerin çocukların kabiliyet ve ihtisas durumlarına göre taksim edilmesi, hizmeti gereksiz (metrûk ve muattal) olan cihetlerin kimseye verilmemesi, müderrislik, hitâbet, imâmet gibi ilim gerektiren cihetlere birden fazla müracaat olursa imtihanla verilmesi, kayyımlık, ferrâşlık gibi cihetler için ise bedenen güçlü olanların seçilmesi öngörülüyordu. Meşrutiyet üzere kullanılan cihetlerde ise vakfiyede belirlenen şartlara ve eski uygulamalara uyulmasının esas olması hususu benimsendi. Ayrıca cihetlerin ikiye, üçe, dörde bölünebileceği, gerekli hallerde cihetlerden el çektirilebileceği gibi hususlar on beş maddelik bu nizamnâmede belirtildi (Düstûr, Birinci tertib, II, 177-179). Daha sonra çıkarılan 12 Safer 1301 (13 Aralık 1883) tarihli otuz üç maddelik nizamnâmede ise İstanbul’da ve bütün Osmanlı ülkesindeki cami, mescid ve diğer hayır eserlerinde bulunan cihetlerin tevcihinde alınacak harçlar ve diğer hususlar bir esasa bağlanmıştır (a.g.e., Birinci tertib, Zeyl/4, s. 124-131).

Cumhuriyet döneminin başlarında cihetlerin idaresi kısa bir süre Şer‘iyye ve Evkaf Vekâleti tarafından yürütülmüş, daha sonra Türkiye’deki bütün vakıfların Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne bağlanması ile cihet sistemi kaldırılmıştır. Ancak “mülhak vakıf” durumunda olan az sayıdaki vakıflara özel bir statü tanınmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546), tür.yer.; Cihât Defteri, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 2051; Âlî Mustafa Efendi, Mevâidü’n-nefâis fî kavâidi’l-mecâlis (tıpkıbasım), İstanbul 1956, s. 99-100; Selânikî, Târih (İpşirli), II, 740; Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü’l-vukūât, İstanbul 1327, II, 99; Ömer Hilmi Efendi, Ahkâmü’l-evkāf, İstanbul 1307, tür.yer; Düstûr, Birinci tertib, İstanbul 1290, II, 177-179; Zeyl/4, s. 124-131; Tevkıî Abdurrahman Paşa, “Kānunnâme”, MTM, II (1331), s. 515; Salnâme (1322), s. 386; Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye, bk. İndeks; Ayverdi, Avrupa’da Osmanlı Mi‘mârî Eserleri IV, s. 3-4; Bilmen, Kamus², V, 57 vd.; Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, İstanbul 1985, s. 269-272; Ahmet Akgündüz, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara 1988, s. 263-268; Ömer Lûtfi Barkan, “Bütçelerin Masraf Fasılları”, İFM, XVII/1-4 (1956), s. 311-325; Abdülkadir Özcan, “Fâtih’in Teşkilât Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi”, TD, sy. 33 (1982), s. 40.

Mehmet İpşirli