CEVÂLÎ

جوالي

Mısır, Suriye ve Irak’ta bulunan gayri müslimler ve onlardan alınan cizye vergisi için kullanılan bir tabir.

Câliye kelimesinin çoğulu olup memleketlerinden “iclâ edilen” (sürülen) göçmenler demektir. Bu isim, Hz. Ömer’in Hayber ve çevresindeki yahudilerle Necranlı hıristiyanları Arabistan’dan çıkarması dolayısıyla onlar için kullanılmışken daha sonra cizye veren “ehl-i zimme”yi içine alan bir anlam kazanmıştır. Ayrıca bu tabir İslâm devletlerinde (Mısır, Suriye ve Irak) güçlü gayri müslim erkeklerden her yıl alınan cizye vergisi mânasında da kullanılmıştır. Bu vergiyi zimmîlerden toplayıp tahsis edilen yerlere sarfeden daireye Cevâlî Mukātaası veya Cevâlî Nâzırlığı, bu dairenin başında bulunan kimseye de Cevâlî nâzırı denilirdi. Böylece cevâlî kelimesi asıl anlamını kaybederek İslâm ülkelerinde yaşayan gayri müslimlerin gördükleri himayenin maddî karşılığı olarak ödedikleri cizye vergisi ve bu verginin idaresi mânalarını kazanmıştır.

Cevâlî tabirinin İslâm devletlerinin idarî teşkilâtında ne zamandan beri kullanıldığı bilinmemekteyse de kelimenin ilk defa İbn Havkal’in eserinde geçtiği görülmektedir (Sûretü’l-arz, I, 70). Terim olarak ise buna ilk defa Eyyûbî veziri İbn Memmâtî’nin Kavânînü’d-devâvîn adlı eserinde rastlanmaktadır. Fâtımîler’de cizye tahsiline Dîvân bi’l-bâb bakardı. Eyyûbîler devrinde cevâlînin tahsil mevsimi zilhicce veya muharremde açılır, zimmîlerin durumlarına göre değişik oranlarda vergi toplanırdı. 587 (1191) yılında sadece Mısır’dan 130.000 dinar cevâlî tahsil edilmiştir (Makrîzî, el-Hıtat, I, 107). Cevâlî ayrıca Kalkaşendî ve Makrîzî’nin eserlerinde Memlük Devleti’nin idarî müesseselerinden biri olarak geçer. Yüzyıllar boyu değişiklikler gösteren ve “â‘lâ”, “evsat” ve “ednâ” şeklinde derecelere ayrılan cevâlî vergisinin idaresi, Memlükler devrinde 1315 yılına kadar sultanın has divanından ayrı bir kalem olup daha sonra emîrler ve âyanların mukātaa*larına bağlanmıştır.

Osmanlılar tarafından fethinden sonra Mısır’da Memlükler devrinden intikal eden kanun ve âdetlerin ıslahına çalışıldığı ve tedrîcen Osmanlı sistemi içinde uygulanması yoluna gidildiği sırada Vezîriâzam İbrâhim Paşa Mısır kanunnâmesini tanzim ettirdi. Bu kanunnâme ile cevâlî mukātaası yerinde bırakıldı ve güvenilir bir nâzıra tevdi edildi.

Genellikle muharrem ayında, bazı zamanlarda da zilhicce veya ramazan aylarında tahsil edilen cevâlînin işlerini yürütmek üzere sultanın beratıyla bir nâzır tayin edilir, buna yardımcı olarak da şâd, âmil ve şâhid gibi mübâşirler görevlendirilirdi. Nüveyrî’nin Nihâyetü’l-ereb adlı eserinde kaydedildiği üzere, cevâlî tahsili için her yıl divan defterlerine göre gayri müslimlerin isimlerini ihtiva eden listeler cevâlî nâzırı tarafından hazırlanırdı. Bu listeler önce gayri müslim cemaatin reisleri tarafından ayrı ayrı tesbit edilir, daha sonra Cevâlî nâzırına sunulurdu. Listelerde “er-revâtıb” denilen güçlü gayri müslim erkeklerin yanında ülke dışından gelenler (et-tavârî), yetişkin olmayan erkek çocuklar (en-nevâbit), İslâm dinine yeni girenler, vefat edenler ve memleketten ayrılanlar belirtilirdi. Bu listede adı bulunan bir kimseden câliye alındığı zaman kendisine bir tezkire (îsâl veya vüsûl) verilerek ismi listeden silinir, câliyesini ödemeden ülkeden ayrılanlardan ise bu vergi geri döndüklerinde alınırdı. Fakat gittiği yerde ödeyip tezkiresini gösterirse hesabı o memlekete havale edilirdi.

Tahsil edilen cevâlî geliri genellikle devletin çeşitli hayır işlerine sarfedilirdi. Her yıl devlet merkezinde toplanan cevâlî emvâlinin bir miktarı hazineye girer, kalan kısmı kadılara, seyyidlere, ilim adamlarına, fakirlere ve Haremeyn’e tahsis edilirdi. Ancak taşradaki mukātaacıların topladıkları vergi kendi mukātaa hâsılatlarına eklenirdi. Gelirleri devlete ait bölgelerin cevâlî hâsılatı aynı bölgede


sarfedilir, bazan da hayır müesseselerine harcanırdı. Meselâ Makrîzî, Muharrem 682’de (Nisan 1283) Kudüs, Beldetülhalîl ve Beytülahm’daki zimmîlerin cevâlîsinin Beldetülhalîl’de bulunan “birke”nin (su deposu) imarına ayrıldığını zikreder (Kitâbü’s-Sülûk, I, 712).

Cevâlî gelirinin büyük bir kısmı vazife adı altında kendilerine tahsis edilen âlim, seyyid, fakir, şair vb.nin isimleri ve künyeleri Mısır divanındaki defterlere kaydedilirdi. Osmanlılar devrinde bu gruplardan cevâlî vazifelerine hak kazananlara padişahın tuğrasını ihtiva eden bir berat verilir ve bunlar vazifelerden biri boşalıncaya kadar beklerlerdi. Beratla böyle bir gelire hak kazanan kişinin durumuna ve ihtiyacına göre kendisine ödemede bulunulurdu. Cevâlî vazifesi bulunan şahıs vefat edince yeri yeni bir beratla vârislerine tevcih edilir, bunların adları da merkezdeki ve eyaletteki divan defterlerine yazılırdı.

Memlükler devrinde cevâlî hâsılatı, çeşitli sebeplerle, bu gelirden pay alanlara yetmediği gibi Osmanlılar zamanında da bu hâsılat ile masraflar arasındaki açık devam etmiştir. Nitekim 1560 tarihli bir kayda göre 964-965 (1557-1558) yılı Mısır muhasebesinde cevâlî hâsılatı 20.912 altın 38 para, masrafları ise 96.776 altın; 965-966 (1558-1559) yılının hâsılatı 26.475 altın ve masrafları 28.868 altındı ve iki meblağ arasındaki farkın Mısır mîrî hazinesinden ödenmesi kararlaştırılmıştı (BA, MD, nr. III, s. 361). 976’da (1568-69) Mısır’ın cevâlî mahsulü 20.000 altın olduğu halde yıldan yıla bu gelirden pay alanların sayıları devamlı arttığından açığı kapatmak için 6000 altın mîrî hazineden sarfedilmişti (BA, MD, nr. VII, s. 666). Ancak daha sonra Mısır’ın cevâlî hâsılatı ile mîrî hazine emvâlinin karıştırılmaması ve iki muhasebenin müstakil kalması, cevâlî noksanının ise hazineden tamamlanmaması kararlaştırıldı. XVI. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü mâlî sıkıntı yüzünden boşalan cevâlî vazifeleri artık hiç kimseye verilmemeye başlandı ve gelirlerin mîrî hazineye aktarılmasına karar verildi.

Cevâlî tabirinin Osmanlı idaresi zamanında kullanılması 26 Rebîülâhir 1271’e (16 Ocak 1855) kadar devam etmiş, bu tarihten itibaren devletin tahsil ettiği bütün rüsûmlara “vergi” denilerek buna benzer rüsûmlar gayri müslimler üzerinden kaldırılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “cvl” md.; Butrus el-Bustânî, Muhîtü’l-Muhît, “câle” md.; BA, KK, nr. 70, s. 15, 54; nr. 236, s. 21; BA, MD, nr. II, s. 86; nr. III, s. 361; nr. V, s. 161; nr. VII, s. 139, 666; nr. XIV, s. 625; nr. XXIX, s. 82; İbn Havkal, Sûretü’l-arz, I, 70; İbn Memmâtî, Kavânînü’d-devâvîn (nşr. Aziz Suryal Atıya), Kahire 1943, s. 317; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, Dârü’l-Kütüb-Kahire, nr. 549, VIII. cüz, s. 241; XXX. cüz, s. 321; Kalkaşendî, Subhu’l-aǾşâ, III, 462-463; Makrîzî, el-Hıtat, Kahire 1987, I, 103, 107; a.mlf., Kitâbü’s-Sülûk, I, 712, 920; IV, 619, 679; Celâlzâde, Tabakātü’l-memâlik, vr. 128b; Mir’âtü’l-Haremeyn (Mir’ât-ı Mekke), İstanbul 1297, I, 694-695, 715; Kāsım Abduh Kāsım, Ehlü’z-zimme fî Mısri’l-Ǿusûri’l-vüstâ: dirâse vesâǿikıyye, Kahire 1979, s. 26, 28, 29, 68-71; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul 1983, s. 188-189; Cl. Cahen, “Contribution à l’Ztude des impots dans l’Egypte médievale”, JESHO, VI (1962), s. 248-252; a.mlf., “Djawālī”, EI² (İng.), II, 490; H. L. Gottschalk, “Dīwān”, a.e., II, 329; C. H. Becker, “Cizye”, İA, III, 201.

Seyyid Muhammed es-Seyyid