CEMÂLEDDÎN-i SÂVÎ &&&(جمال الدين ساوى)&&& (ö. 630/1232-33)

Kalenderiyye’nin Cevlakıyye kolunun kurucusu.

İran’da Kum-Kazvin yolu üzerinde bulunan Sâve şehrinde doğdu. Menâkıb’da (Hatîb-i Fârsî, s. 5) 382 (992) olarak verilen doğum tarihi gerçekle bağdaşmamaktadır. Zira eserde Cemâleddin’in aynı zamanda Bâyezîd-i Bistâmî’nin müridlerinden biri olarak gösterilmesi, bu tarihin bir hatanın veya Menâkıb müellifinin bu konudaki bilgisizliğinin sonucu olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü 382’de doğan bir kişinin 261’de (874-75) ölen Bâyezîd-i Bistâmî’ye mürid olmasına imkân yoktur. Aynı şekilde Menâkıb’da Cemâleddîn-i Sâvî ve etrafındakiler hakkında verilen bilgiler diğer kaynaklardakilerle az çok bağdaşmakta, ancak Cemâleddin’in ölüm tarihi olarak verilen 463’ün (1070) yerini bunlarda 630 (1232-33) tarihi almaktadır (krş. Safedî, V, 292). Gerek Cemâleddîn-i Sâvî gerekse onun çok yakın arkadaşı ve bir rivayete göre de şeyhi olan Osmân-ı Rûmî’nin Bâyezîd-i Bistâmî ile olan ilişkileri onlara bir şöhret kazandırma çabasının sonucu olmalıdır.

Menâkıb’da Cemâleddîn-i Sâvî ile Osmân-ı Rûmî’nin tanışması diğer kaynaklardakinden farklı anlatılır; Osmân-ı Rûmî de Bâyezîd-i Bistâmî’ye mürid olur. Bâyezid onu Tanrı’ya doğru yolculukta kırk bir menzilden kırkına ulaştırır. Kırk birinci menzili de Cemâleddîn-i Sâvî’nin yanında aşmasını tavsiye eder ve tarikat hırkası giydirip onu Dımaşk’a gönderir. Osman Dımaşk’ta Cemâleddîn-i Sâvî ile buluşur. Bir süre birlikte kaldıktan sonra bir ara Horasan’a gider ve tekrar Dımaşk’a dönerler. Cemâleddîn-i Sâvî burada Bâbüssagīr dışındaki mezarlıkta Ali evlâdından Zeyneb bint Zeynelâbidîn’in türbesi civarında sadece mahrem yerleri yaprakla örtülmüş çıplak bir adam görür ve ayaklarına kapanır. Bu kişi Celâl-i Dergezînî’dir. Dergezînî ona dünyadan tamamıyla ilgisini kesmesini söyler. Bu sırada kendinden geçen Cemâleddîn-i Sâvî ayıldığında vücudundaki bütün kılların döküldüğünü farkeder ve mahrem yerlerini örtmek için sahraya gider. Dönünce bir mezar kazıp içine girer. Dergezînî onun bu halini görünce büyük bir şeyh olduğunu anlar. Sâvî elini Dergezînî’nin vücudunda dolaştırır, onda da hiçbir kıl kalmaz. İkisi konuşmadan oturur ve sahradan getirdikleri otlarla yaşarlar. el-Vâfî bi’l-vefeyât’a göre ise (V, 292) Sâvî Osmân-ı Rûmî ile birlikte Cebelikāsiyûn’da ibadetle meşgulken kendisinin kemale erdiğini anlayınca Dımaşk’a gelip Bâbüssagīr’deki mezarlıkta kalır. Burada bulunduğu sırada Celâl-i Dergezînî ile Osmân-ı Girihî gelir ve ona intisap ederler. Bu sonuncusunun, Ahmed Eflâkî’nin Menâkıbü’l-Ǿârifîn adlı eserinde (II, 596) adı geçen, Ebû Bekr-i Niksârî’nin yakın arkadaşı Ömer-i Girihî olması çok muhtemeldir. Böyle bir karışıklığa, Ömer (عمر) kelimesiyle Osman kelimesinin yazılışı (عثمن) arasındaki şekil benzerliği de yol açmış olabilir. Osman Turan’ın Muhammed el-Hatîb’e ait el-Fustâtü’l-Ǿadâle fî kavâǾidi’s-saltana adlı eserden naklen verdiği bilgiye göre (Köprülü Armağanı, s. 558 vd.) Sâvî Osmân-i Rûmî’den ayrıldıktan sonra Bilâl-i Habeşî Mezarlığı’na çekilir. Burada Garûbed adında Şîrazlı bir çocuk ona intisap eder. Bir süre sonra Muhammed-i Belhî, Ebû Bekr-i Niksârî, Muhammed-i Kurd ve Şems-i Kurd adında dört kişi onlara katılır. Bu son ikisi Mazdek dininden olup, bir süre sonra ölürler. Kalanlardan Ebû Bekr-i Niksârî Konya’ya gelir ve buraya yerleşir.

Cemâleddîn-i Sâvî’nin kaybolduğunu sanarak müridleriyle aramaya çıkan Osmân-ı Rûmî onu acayip kılıkta görünce müridlerinin yanına döner. Bu arada Belh bilginlerinden Muhammed-i Belhî gelir; o da Sâvî ve iki arkadaşı gibi baş, kaş,


bıyık ve sakalını tıraş edip (çârdarb*) onların kılığına girer. Bu topluluğun şöhretini duyan Ebû Bekr-i İsfahânî de gelerek onlar gibi olur ve her biri bir mezara yerleşir. Sâvî çârdarb oluşunu, rüyasında bir gece Hz. Peygamber’in bir bakışı ile vücudundaki bütün kılların dökülmesine bağlamaktadır (Hatîb-i Fârsî, s. 47). Ancak Dimyat’taki Kalenderî Hankahı’nı ziyaret eden İbn Battûta, Sâvî’nin çârdarb oluşunu tamamen farklı bir olaya bağlamaktadır: Sâvî gençliğinde çok yakışıklı ve aynı zamanda dindar bir kişidir. Bir kadın ona âşık olur ve kendisini elde etmek için bir hileyle onu evine getirir. Sâvî kadından kurtulmak için başını, kaşını, bıyığını ve sakalını usturayla kazır; âşığı da onu bu kılıkta görünce evden kovar.

Menâkıb’a göre (s. 55) Sâvî, kendisinin ve arkadaşlarının etrafındaki insanlar çoğalınca Muhammed-i Belhî’yi yerine bırakıp Mısır’da Dimyat’a gider. Ancak üzerindeki kaba çul ve acayip çehresiyle herkesin dikkatini çeker ve hakarete uğrar. Sonunda bir mezarlığa girip orada yaşamaya başlar. Bunu duyan bir kadı onu ziyarete gider, sorduğu sorulara aldığı yerinde cevaplar karşısında onun müridi olur. Sâvî burada altı yıl kaldıktan sonra ölür ve oraya gömülür. İbn Battûta bu kadının İbnü’l-Amîd adında biri olduğunu, ölmeden önce orada bir hankah yaptırdığını, burada birlikte kaldıklarını, Sâvî’nin hankahın içine, kadının da hankahın kapısı altına gömüldüğünü kaydeder.

Sâvî’nin Cevlakıyye tarikatının kurucusu olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Kahire’de bu kola ait bir zâviye vardır (Makrîzî, II, 433). İbnü’l-Cezerî, Sâvî’nin kendi el yazısı ile yazılmış “kürâse”ler (formalar) halinde bir tefsirini gördüğünü kaydetmektedir (bk. Safedî, V, 293).

BİBLİYOGRAFYA:

Hatîb-i Fârsî, Menâkıb-i Cemâleddîn-i Sâvî (nşr. Tahsin Yazıcı), Ankara 1972, s. 5, 8-10, 38-41, 47, 55; Eflâkî, Menâkıbü’l-Ǿârifîn, II, 596; Safedî, el-Vâfî (nşr. S. Dederine), Beyrut 1389/1970, V, 292-293; Makrîzî, el-Hıtat, II, 332 vd., 433; İbn Battûta, Seyahatnâme, I, 2728; a.mlf., er-Rihle, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 33-35; Nuaymî, Tenbîhü’t-tâlib ve İrşâdü’d-dâris fîmâ fî Dımaşk min cevâmiǾ ve’l-medâris, TTK Ktp., M. Tanci, vr. 268-269; Osman Turan, “Selçuk Türkiyesi Din Tarihine Dair Bir Kaynak”, Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s. 555 vd.; F. Meier, Abū SaǾīd-i Abū’l-Hayr, Tahran 1976, bk. indeks; M. Fuad Köprülü, “Anadolu’da İslâmiyyet”, DEFM, sy. 5 (1338), s. 52.

Tahsin Yazıcı