CEBELİRAHME

جبل الرحمة

Arafat vadisinde bulunan, eteğinde Hz. Peygamber’in vakfe yaptığı küçük dağ.

Arafat vadisinin kuzeydoğusunda yer alan 70 m. yüksekliğinde bir tepedir. Üzerinde bulunduğu vadiye nisbetle Cebeliarafat olarak da bilinir. Halk tarafından bu adlarla anılan dağın esas ismi İlâl veya Elâl’dir. Birinci şekil dil âlimlerinin çoğunluğu, ikinci şekil ise Cevherî tarafından tercih edilmiştir. Hacılar burayı görünce vakfe yerine bir an evvel ulaşmak üzere yürüyüşlerini hızlandırdıkları için bu mânayı ifade eden elv kökünden türemiş bir isimle adlandırılmıştır (Tâcü’l-Ǿarûs, “ell” md.). İlâl adının İslâmiyet’ten önce burada bulunan bir putun veya makamın isminden gelebileceği de ileri sürülmüştür (EI² [İng.], I, 604). Ayrıca Cebelirahme’nin asıl adının Kebkeb olduğu da rivayet edilmiştir. Ancak Muhibbüddin et-Taberî, Kebkeb adıyla meşhur olan dağın Senâyâ (EIEu∆cLA) yakınlarındaki Na‘mân’ın üst kısımları olduğunu, burada yaşayan insanlara da Kebâkîbe denildiğini kaydetmektedir (el-Kırâ, s. 386).

Hz. Peygamber Vedâ haccında, Cebelirahme’nin eteğinde bulunan ve Neb‘a ile Nübey‘a tepeleri arasında kalan Nâbit tepesi üzerinde vakfe yapmıştır. Bu mevki Ebû Dâvûd hadisinde “Hablülmüşât” (حبل المشاة) veya bir nokta farkıyla Cebelülmüşât (جبل المشاة) olarak geçmektedir (Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 56). İbn Kayyim’e göre bu adın, “insanların toplanma yeri” anlamını ifade eden Hablülmüşât şeklinde okunması daha uygundur.

Hz. Peygamber’in vakfe yaptığı yerde vakfeye durmak, bu mümkün olmadığı takdirde oraya yaklaşmak müstehaptır. Bu yer Cebelirahme’nin eteğinde olduğuna göre arefe günü tepeye tırmanmak için özel gayret sarfetmeyi gerektirecek hiçbir sebep yoktur. Hatta bazı âlimler bunu bid‘at olarak kabul etmişlerdir. Azîmâbâdî’nin Nevevî’den naklettiğine göre insanların bu dağa karşı gösterdikleri aşırı ilginin sebeplerinden biri de vakfenin yalnızca burada yapılacağını


zannetmeleridir. Halbuki Arafat vadisinin tamamı vakfe yeridir.

Cebelirahme’de zamanla bazı yapılar inşa edilmiş ve çeşitli değişiklikler meydana gelmiştir. İbn Cübeyr (ö. 614/1217), Cebelirahme’nin taş parçalarından oluşmuş çıkılması zor bir tepe olduğunu, Zengî Veziri Cemâleddin el-Cevâd tarafından dört tarafına basamaklar inşa ettirildiğini, dağın tepesinde Ümmü Seleme’ye nisbet edilen bir kubbe ile kubbenin ortasında mescid ve mescidin etrafında Arafat’a hâkim bir düzlüğün bulunduğunu nakleder. Kıble yönünde ise içine mihrapların yerleştirildiği bir duvar, dağın eteğinde ve kıble yönünün solunda, üzerinde odalar bulunan ve Hz. Âdem’e nisbet edilen çok eski bir ev, bunun sağında Hz. Peygamber’in vakfe yeri, ayrıca Cebelirahme’nin etrafında büyük su sarnıçları ile kuyuların ve küçük bir mescidin mevcut olduğunu söyler. Evliya Çelebi (ö. 1093/1682), ziyaret ettiği Cebelirahme’nin, sahranın doğu tarafında yer alan, çevresi 5000 adım uzunluğunda alçak ve siyah bir dağ olduğunu, dağın güney tarafında Hz. Peygamber’in hutbesini okuduğu Makām-ı Suffe-i Resûlullah’a 70, tepesine ise 170 basamaklı bir merdivenle çıkıldığını belirtir. Yine onun kaydettiğine göre burada Hz. Âdem ile Havvâ’nın buluştukları rivayet edilen Kubbe-i Arafât vardır. Dört kemer üzerine oturtulan bu kubbenin her tarafı açık olup sadece kıble yönünde mihraplar bulunmaktadır. Dağın dibindeki büyük havuzların ilkini Hârûnürreşîd’in hanımı Zübeyde, diğer üçünü de 931 (1524-25) yılında Kanûnî Sultan Süleyman yaptırmıştır. Eyyûb Sabri Paşa (ö. 1890), Cebelirahme’nin güney eteğinde 30 ayak uzunluğunda ve 28 ayak eninde Mescid-i Cebeliarafat bulunduğunu, Mekke mollasının arefe günü hutbeyi burada okuduğunu kaydeder.

Bugün Cebelirahme’de, tepesine çıkılan bir merdiven ve tepe noktasındaki dikili taştan başka hiçbir şey bulunmamaktadır. Çok yakınındaki su deposu, daha büyük ve modern depoların inşa edilmesi sonucu devre dışı kalmıştır. Cebelirahme her mevsimde en çok ziyaret edilen bir makam olma özelliğini günümüzde de korumaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Tâcü’l-Ǿarûs, “ell” md.; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 56; Fâkihî, Ahbâru Mekke (nşr. Abdülmelik b. Abdullah), Mekke 1407/1986-87, V, 7-8, 13; İbn Cübeyr, er-Rihle, Beyrut 1400/1980, s. 151-152; İbn Kudâme, el-Mugnî, III, 409-410; Yâkut, MuǾcemü’l-büldân, I, 242-243; Muhibbüddin et-Taberî, el-Kırâ li-kāsidi Ümmilkurâ (nşr. Mustafa es-Sekkā), Kahire 1390/1970, s. 385-387; Nevevî, el-MecmûǾ, VIII, 111-112; Takıyyüddin el-Fâsî, Şifâǿü’l-garâm bi-ahbâri’l-beledi’l-harâm, Beyrut, ts. (Darü’l-Kütübi’l-ilmiyye), s. 303-304; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IX, 692-694, 696-697; Adevî, Hâşiye Ǿalâ Kifâyeti’t-tâlibi’r-rabbânî, Beyrut, ts. (Dârü’l-Fikr), I, 474; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr (Kahire), II, 506; Mir’âtü’l-Haremeyn (Mekke), II/2, s. 1138-1142; İbrâhim Rifat Paşa, Mirǿâtü’l-Haremeyn, I, 46-47; Azîmâbâdî, Avnü’l-maǾbûd, V, 379-380; [A. J. Wensinck], “Arafat”, İA, I, 549-550; a.mlf. – H. A. R. Gibb, “Arafa”, EI² (İng.), I, 604.

Salim Öğüt