CÂR

الجار

Eskiden Medine’nin Kızıldeniz kıyısındaki zahire ithal limanı olan ve bugün el-Büreyke adıyla anılan küçük bir yerleşim merkezi.

Yaklaşık olarak Bedir’e 28, Cuhfe’ye 150, Medine’ye 200 km. mesafede yer alır. Asr-ı saâdet’te ve daha sonraki dönemlerde Mısır, Habeşistan, Aden, Çin ve Hindistan’dan gelen ticaret gemilerinin rahatlıkla yanaşıp yüklerini boşalttıkları küçük bir sahil şehri ve önemli bir limandı. Medine’den kalkan bir


kervan dört beş günlük bir yolculuktan sonra Câr’a ulaşırdı. Şehrin bir bölümü sahilde, bir bölümü de Karâfe köyünün bulunduğu adada yer alıyordu. Özellikle Habeşistan’dan gelen tüccar gemileri Karâfe’de demir atardı. Şehir halkı ticaretle uğraşır ve su ihtiyaçlarını Vâdiiyelyel’deki kaynaklardan karşılardı.

Habeşistan’a hicret eden müslümanlar dönüşlerinde Kızıldeniz yoluyla Câr Limanı’na çıkmışlardır. Hz. Ömer, Mısır Valisi Amr b. Âs’a Medine halkının erzak sıkıntısı çektiğini bildirerek haraç olarak alınan hububatı deniz yoluyla göndermesini emretti. Bunun üzerine Mısır’dan Câr Limanı’na gönderilen hububat ve zeytinyağı buradan Medine’ye sevkedildi. Câr’a gelen erzakla yakından ilgilenen Hz. Ömer bizzat Câr’a giderek yirmi gemiyle gönderilen erzakın muhafaza edilmesi için iki depo yaptırmıştır. Zeyd b. Sâbit’e de halkı durumlarına göre bir deftere kaydetmesini ve gelen erzakla ilgili olarak her biri için bir senet yazıp altını mühürlemesini istedi. İslâm tarihinde senetle hububat satışıyla ilgili ilk örnek budur.

Câr üzerinden Medine’ye erzak nakli Hz. Osman zamanında karışıklıklar çıkıncaya kadar sürdü. Daha sonra Muâviye ve Yezîd devrinde yeniden başlayan sevkiyat Şiî isyanları yüzünden zaman zaman sekteye uğramakla beraber Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr zamanına (754-775) kadar devam etti. Ortaçağ’ın sonlarına doğru Yenbû Limanı daha fazla önem kazanarak Câr’ın yerini aldı. Bugün el-Büreyke adıyla anılan Câr’da tarihî eserlere ait bazı kalıntılar mevcuttur.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Sa‘d, et-Tabakat, I, 208; III, 282, 311; İbn Abdülhakem, Fütûhu Mısr (Torrey), s. 166; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 309; İbnü’l-Fakıh, Kitâbü’l-Büldân, s. 78; Ya‘kubî, Târîh, II, 154; a.mlf., Kitâbü’l-Büldân, s. 313, 341; İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve’l-memâlik, s. 153; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), II, 654; IX, 553; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, Mekatilü’t-tâlibiyyîn (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Beyrut, ts. (Dârü’l-Ma‘rife), s. 706-717; İbn Havkal, Sûretü’l-arz, I, 21, 31; Hudûdü’l-Ǿâlem (Minorsky), s. 81-148; Bekrî, MuǾcem, I, 355-356; Kadî İyâz, Meşâriku’l-envâr, Kahire 1333, I, 169; Yâkut, MuǾcemü’l-büldân, II, 93-94; Ebü’l-Fidâ, Takvîmü’l-büldân (trc. Abdülmuhammed Âyetî), Tahran 1349, s. 113, 166; Müstevfî, Nüzhetü’l-kulûb (Strange), s. 15; Kamûsü’l-a‘lâm, III, 1754; Âtik b. Gays el-Bilâdî, Kalbü’l-Hicâz, Mekke 1405/1985, s. 146, 150, 155, 156.

Abdülkerim Özaydın