CACAOĞLU NÛREDDİN

(ö. 676/1277’den sonra)

Anadolu Selçukluları devri Kırşehir emîri.

Babasının adı Bahâeddin Caca’dır. Cacaoğlu Nûreddin Cebrâil’in Kırşehir emîri olmadan önceki hayatı hakkında bilgi yoktur. Caca (cece, çaça, çeçe) kelimesinin Türkçe veya Moğolca olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmektedir. İbn Bîbî’de geçen “cem‘iyyet-i püser-i Câcâ” ve Osmanlılar devrinde Kırşehir civarındaki “Ceceli” aşireti, muhtemelen Nûreddin’in emîr olarak zikredilen babasından itibaren onların etrafında oluşan topluluk ve bakiyeleri idi.

Kaynaklarda adına ilk olarak IV. Kılıcarslan’ın tek başına sultan olmasından (659/1261) sonra rastlanmaktadır. İbn Bîbî’ye göre Nûreddin bir deveci iken Muînüddin Süleyman Pervâne’nin dikkatini çekmiş ve onun himayesinde Kırşehir emirliğine kadar yükselmiştir. Nitekim Emîrâhur Esed’in isyanı, bu sırada Kırşehir emîri olan Nûreddin tarafından bastırıldı, Aksaray ve civarında beş ay süren karışıklıklar önlendi. Sultan IV. Kılıcarslan’ın 664’te (1266) öldürülmesiyle sonuçlanan olaylarda ise Nûreddin Kırşehir vilâyetindeki askerleriyle birlikte Muînüddin Süleyman Pervâne-Hatîroğlu Şerefeddin ittifakı içinde yer aldı. 675’te (1276-77) Anadolu’daki Moğol hâkimiyetine başkaldıran Hatîroğlu Şerefeddin ve kardeşi Ziyâeddin’e mukavemet edemeyerek onlara katılmak zorunda kalan devlet ricâli arasında Nûreddin de vardı. İsyan bastırılınca bunlar Moğol kumandanları ve Muînüddin Pervâne tarafından sorguya çekildilerse de bağışlandılar. Memlük Sultanı Baybars, Selçuklu beylerinin teşvikleriyle giriştiği Anadolu seferinde İlhanlılar’ı Elbistan ovasında yenince (Nisan 1277), Moğol ordusu saflarında yer alan esirler arasında Nûreddin ve kardeşi Sirâceddin İsmâil de vardı. Baybars bunları Suriye’ye götürdüyse de ölümünden önce hepsini serbest bıraktı (676/1277). Hatta yerine geçen oğlu el-Melikü’s-Saîd tarafından kendilerine bazı yerler iktâ* edildi. Nûreddin’in bundan sonraki hayatı hakkında bir kayda rastlanmamaktadır. Türbesi Kırşehir’de bulunduğuna göre, Menâkıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî’de anlatıldığı gibi, belki de Kırşehir dışında (Suriye’de) ölüp cenazesi Kırşehir’e getirilmiştir. Türbenin kitâbesi bugüne ulaşmadığından ölüm tarihi de bilinmemektedir.

Eflâkî, Nûreddin’in önceden Hacı Bektâş-ı Velî’nin hizmetinde bulunduğunu,


daha sonra Mevlânâ’ya bağlanıp onun yakınları arasına girdiğini anlatır. Mevlânâ’nın, bir yakınının kusurunu bağışlaması ve ona yardım etmesi için Nûreddin’e hitaben yazılmış iki mektubu bulunmaktadır.

Nûreddin’den sonra da Cacaoğulları’ndan bazı isimlere rastlanmaktadır. Vakfiyesine göre erkek kardeşi İsmâil’den başka Devlet Hatun adlı bir kız kardeşi ile, Eflâkî’ye göre Gazan Han’ın yakınlarından olan ve Ârif Çelebi Merend şehrine gittiği zaman maiyetinde bulunan Polat Bey adlı bir oğlu vardır. Kaynaklarda 696 (1297) veya 717’de (1317) Halep emîrlerinden Cacaoğlu Alâeddin kumandasında bir ordunun Âmid’i zaptettiğinden ve yine Halep’te el-Melikü’z-Zâhir Hoşkadem tarafından yaptırılan bir Cacaoğlu zâviyesinden bahsedilir. Bunlar Baybars’ın, Nûreddin ve kardeşi İsmâil’i esir olarak Dımaşk’a götürdükten sonra Cacaoğulları’ndan bazılarının Suriye’de yerleştiğini göstermektedir. Hüseyin Hüsâmeddin ise kaynak belirtmeden İskilip kazasında Ceceliler aşiretinin emîri olarak Yahyâ Bey’in adını zikreder.

Cacaoğlu Nûreddin, daha çok 670 (1272) tarihli vakfiyesinin özelliği dolayısıyla tanınmıştır. Asıl Arapça metnin özeti olan Moğolca kısım, Anadolu’da Uygur harfleriyle yazılmış ilk eser olması dolayısıyla önem kazanmıştır. Ahmet Temir vakfiyenin metnini ve tercümesini 1959’da yayımlamıştır. Ancak devrinin sosyal ve iktisadî tarihi bakımından zengin bir kaynak durumunda olan bu vakfiye üzerinde henüz bir inceleme yapılmamıştır.

Nûreddin, vakfiyesine göre Kırşehir, Sultanüyüğü (Eskişehir), Kayseri ve İskilip’te toplam üç medrese, beş mescid, bir dârüssulehâ, bir han, bir hankah, bir zâviye, bir mektep, iki türbe vakfetmiş ve on yedi mescid ile bir zâviyeyi de tamir ettirmiştir. Bütün bunların masraflarını karşılamak için de arazi, köy, dükkân, ev, han, değirmen, fırın, hamam vb. gelirini vakfetmiştir. Bu eserlerinden kitâbeleriyle birlikte ancak üçü, Eskişehir’deki minare (666/1267-68), Kırşehir’in 18 km. güneyindeki Kesikköprü Hanı (667/1268-69) ve Kırşehir’deki medrese (671/1273) günümüze ulaşabilmiştir. Şifahî rivayetlere ve medresede yapılan kazılara göre burasının vaktiyle rasathâne olduğu ve astronomi öğretimi yapıldığı ihtimalleri üzerinde durulmaktadır (bk. CACA BEY MEDRESESİ).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-alâiyye, s. 646-647; a.mlf., Muhtasar Selcukname (nşr. M. Th. Houtsma), Leiden 1902, s. 301-302; Yazıcızâde Ali, Târîh-i Âl-i Selçûk, TSMK, Revan nr. 1391, vr. 3809; Mevlânâ, Mektuplar (trc. ve haz. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1963, s. 39-40, 42-43, 80-81; İbn Şeddâd, Târîhu’l-Meliki’z-Zâhir (nşr. Ahmed Hatît), Beyrut 1403/ 1983, s. 163, 173, 337; a.e.: Baybars Târihi (trc. Şerefeddin Yaltkaya), İstanbul 1941, s. 80, 86, 157; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-ahbâr, s. 74-75; Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, I, 155, 345; II, 178-179, 196-197; Târîh-i Âl-i Selçûk (nşr. ve trc. F. N. Uzluk), Ankara 1952, s. 56-57 (trc. s. 37); Kalkaşendî, Subhu’l-aşâ, XIV, 149, 160; Menâkıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî: Vilâyet-nâme (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1958, s. 28-30, 32, 113-114; İbrâhim b. Muhammed İbnü’ş-Şihne, ed-Dürrü’l-müntehab fî târîhi memleketi Haleb (nşr. Yûsuf b. Serkîs ed-Dımaşkı), Beyrut 1909, s. 235; Amasya Târihi, III, 10-11; Cevat Hakkı Tarım, Tarihte Kırşehri-Gülşehri ve Babailer – Ahiler – Bektaşiler, İstanbul 1948, s. 42-55; Aydın Sayılı, The Observatory in Islam, Ankara 1960, s. 253-254; Nejat Kaymaz, Pervâne Muînüddîn Süleyman, Ankara 1970, bk. İndeks; Ahmet Temir, Kırşehir Emiri Caca Oğlu Nur el-Din’in 1272 Tarihli Arapça-Moğolca Vakfiyesi, Ankara 1989; Mikâil Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilâtı’nın Kuruluşu, Konya 1991, bk. İndeks; T. Özgüç – M. Akok, “Üç Selçuklu Abidesi, Dolay Han, Kesik Köprü Kervansarayı ve Han Camii”, TTK Belleten, XXII/86 (1958), s. 256; Mükrimin H. Yınanç, “Diyarbekir”, İA, III, 618-619.

Sadi S. Kucur