CÂBİR b. ABDULLAH

جابر بن عبد الله

Ebû Abdillâh Câbir b. Abdillâh b. Amr b. Harâm el-Ensârî (ö. 78/697)

En çok hadis rivayet eden sahâbîlerden biri.

Hicretten on altı yıl önce (607’de) Medine’de dünyaya geldi. Hazrecoğulları’nın Benî Seleme kabilesinden olup Ebû Abdurrahman ve Ebû Muhammed künyeleriyle de anılır. Babası Uhud Gazvesi’nde ilk şehid düşen sahâbî Abdullah b. Amr b. Harâm, annesi Resûlullah’a biat eden kadın sahâbîlerden Enîse (Üneyse) bint Aneme’dir. Nübüvvetin on üçüncü yılında (622) yapılan İkinci Akabe Biatı’na babası ile birlikte katılan Câbir yetmiş kişilik heyetin en küçük üyesi idi. Söylediğine göre o zaman henüz taş bile atamayacak kadar küçük bir çocuktu. Onun Bedir Gazvesi’nde bulunduğu ve suların azlığı sebebiyle kuyuya girerek kovaları doldurduğu kendisinden rivayet edilmekte ise de (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 141), sahih rivayetlerden anlaşıldığına göre (Müslim, “Cihâd”, 145) bu gazvede bulunmamıştır. Çünkü yedi (veya dokuz) kız kardeşine bakacak kendisinden başka kimseleri bulunmadığı için savaşlarda babası onu kardeşlerini kollamakla görevlendirmiş, Uhud Gazvesi’nde babası şehid düşünceye kadar hiçbir gazveye katılmamıştı. Bundan sonra hiçbir gazveyi kaçırmayan Câbir’in iştirak ettiği ilk gazve, Uhud Gazvesi’nin hemen ardından düşmanları kovalamak üzere yapılan Hamrâülesed Gazvesi idi. Bu gazveye sadece bir gün önce Uhud’da çarpışmış olanlara katılma izni verildiğini öğrenince Hz. Peygamber’in huzuruna çıkarak kızkardeşlerine bakma mecburiyeti dolayısıyla savaşa iştirak edemediğini söyledi ve ondan özel izin aldı. Daha sonra ise Resûl-i Ekrem’le birlikte on dokuz gazveye katılmıştır. Hudeybiye’de Bey‘atürrıdvân’da bulunmuş ve Hz. Peygamber’in orada bulunan 1400 kişiye hitaben, “Bugün sizler yeryüzünün en hayırlı insanlarısınız” (Buhârî, “Megazî”, 35) dediğini rivayet etmiştir. Hayatının son yıllarında bu olaydan söz ederken, eğer gözlerini kaybetmemiş olsaydı altında biat ettikleri ağacı gösterebileceğini söylemiştir.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra Câbir’in muhtelif savaşlara katıldığı ve özellikle


Şam’ın fethinde bulunduğu bilinmektedir. Hz. Ömer tarafından kavmini temsil etmekle görevlendirilmiştir. Muâviye b. Ebû Süfyân’ın kumandanlarından Büsr b. Ebû Ertât, halkı halifeye biat ettirmek üzere Medine’ye geldiğinde (40/ 660), Câbir b. Abdullah biat etmeden kimsenin biatını kabul etmeyeceğini ilân etti. Bunun üzerine Câbir müminlerin annesi Ümmü Seleme ile istişare ettikten sonra istemeyerek de olsa biat etmek zorunda kaldı. Yine Muâviye b. Ebû Süfyân 670 yılında, Medineliler’in Hz. Osman’ı katlettiklerini söyleyerek Hz. Peygamber’in minberiyle asâsını alıp Şam’a götürmek istediği zaman, rivayete göre, onu bu düşüncesinden Ebû Hüreyre ile Câbir b. Abdullah vazgeçirdiler. 692’de Haccâc Mekke ve Medine valisi sıfatıyla Medine’ye gelince Hz. Osman’ı şehid ettikleri ithamıyla şehir halkına hakaret ettikten başka bazı sahâbîlerle birlikte Câbir b. Abdullah’ın da ellerini kurşunla damgalattı.

Hayatının sonlarına doğru gözlerini kaybeden Câbir, 78 (697) yılında Medine’de vefat etti. 68, 73 ve 77’de vefat ettiği de söylenmektedir. Doksan dört yıl yaşadığı, bu sebeple muammerûn*dan olduğu söylenmekte ve cenaze namazını Haccâc’ın kıldırmamasını vasiyet ettiği, öldüğünde de namazını Hz. Osman’ın Medine Valisi olan oğlu Ebân b. Osman’ın kıldırdığı rivayet edilmektedir. Câbir’in cenaze namazını Haccâc’ın kıldırdığına dair bir rivayetten söz edilmekte ise de Zehebî bu rivayetin garîb*, hatta münker* olduğunu ileri sürmüştür (AǾlâmü’n-nübelâ, III, 193). Akabe Biatı’nda bulunanlardan en son vefat eden odur. Etekleri topuğuna değmeyen bir izâr giydiği, başına beyaz bir sarık sardığı ve sarığın ucunu arka taraftan dışarı sarkıttığı, bembeyaz saçını ve sakalını zaman zaman sarıya (bazı rivayetlerde kırmızıya) boyadığı bildirilmektedir.

Câbir b. Abdullah Resûl-i Ekrem’in özel iltifat ve ilgisine mazhar olan sahâbîlerden biridir. Hz. Peygamber bir defasında onu devesinin arkasına bindirmiş, hastalandığı zaman ziyaretine gitmiş, babasının şehadeti dolayısıyla üzüldüğünü görünce, onun Allah Teâlâ’nın iltifatına nâil olduğunu haber vererek kendisini teselli etmiştir. Câbir’in Peygamber’e olan yakınlığını gösteren bazı rivayetler hadis kitaplarında önemli bir yer tutar. Bunların en önemlileri şunlardır: Câbir babasının vefatı dolayısıyla sadece yetim kardeşlerine bakmaya değil aynı zamanda babasından kalan borçları da ödemeye mecbur olduğu için maddî bakımdan çok zor durumda kaldı. Çoğu yahudi olan alacaklılar hurmaların toplanma zamanı gelince Câbir’den alacaklarını istediler. O da hurma bahçesinden başka gelirleri olmadığını ve o yılki mahsulün borcunu karşılamaya yetmeyeceğini Hz. Peygamber’e arzetti. Resûl-i Ekrem toplanan hurmaları birkaç öbek halinde yığdırdı. Sonra da bunlardan en büyük öbeğin yanına oturarak ölçeği eline aldı ve herkese alacağı nisbetinde hurma vermeye başladı. Hz. Peygamber’in bir mûcizesi olarak Câbir’in bütün borçları ödendikten sonra da hurmaların eksilmediği görüldü (Buhârî, “Vesâyâ”, 36, “Megazî”, 18). Daha sonra evlenen Câbir Zâtürrika‘ Gazvesi’ne gidildiğini duyunca Hz. Peygamber’le birlikte savaşa katıldı. Bu gazveden dönerken onun zayıf ve bakımsız devesinin en geride kaldığını gören Resûl-i Ekrem Câbir’e devesini çöktürmesini söyledi; sonra da eline aldığı bir sopa ile deveye vurunca dermansız hayvan birçok deveyi geride bırakacak kadar canlanıp süratlendi. Bu sırada Câbir’le sohbet eden Hz. Peygamber onun evlendiğini öğrenince bir kızla mı, yoksa dul bir hanımla mı evlendiğini sordu. Evlendiği kadının dul olduğunu öğrenen Resûlullah’ın, bir kızla evlenmenin daha mutlu sonuçlar doğurabileceğini hatırlatması üzerine Câbir, çocukları başına toplayıp onlarla meşgul olabilecek bir kadını özellikle tercih ettiğini, kardeşlerinin arasına onların yaşında birini getirmeyi doğru bulmadığını söyleyerek Hz. Peygamber’in duasını aldı. Yine bu yolculukta Hz. Peygamber, maddî sıkıntı içinde bulunduğunu bildiği Câbir’den devesini kendisine satmasını istedi. Uzun bir pazarlıktan sonra ve Medine’ye varınca teslim etmek şartıyla deveyi satın aldı. Gazve dönüşü Câbir deveyi teslim etmek üzere götürünce, Resûlullah ona olan borcunu ödedi ve deveyi de kendisine hediye etti. Bu olay “Leyletü’l-ba‘îr” (deve gecesi) diye anılır. Câbir o gece Resûl-i Ekrem’in kendisi için yirmi beş defa istiğfar ettiğini söyler.

Câbir b. Abdullah Hz. Peygamber’den, Hz. Ebû Bekir, Ömer, Ali, Ebû Ubeyde b. Cerrâh, Muâz b. Cebel, Zübeyr b. Avvâm ve diğer sahâbîlerden pek çok hadis rivayet etmiştir. Binden fazla hadis nakleden altı sahâbîden (müksirûn*) biri olarak 1540 rivayeti hadis külliyatında yer almıştır. Rivayet ettiği hadislerden elli sekizi Buhârî ve Müslim’de, ayrıca yirmi altısı yalnız Sahîh-i Buhârî’de, 126’sı da Sahîh-i Müslim’de yer almaktadır. Rivayetleri toplu olarak da Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde bulunmaktadır (III, 292-400). Câbir’in hacca dair rivayetlerini ihtiva eden Kitâbü’l-Mensek adlı bir sahîfe*sinden bahsedilmektedir. Medine’de fetva veren sahâbîler arasında bulunan Câbir’in verdiği fetvalar bir küçük cüz tutacak hacimdedir. Ayrıca talebelerinden Süleyman b. Kays el-Yeşkürî’nin kendisinden bir sahîfe yazıp rivayet ettiği kaydedilmektedir (İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, IV, 215). Abdullah b. Üneys’in, Câbir’in Hz. Peygamber’den duyduğu, üzerinde mazlum hakkı bulunan kimsenin cennete giremeyeceğine dair bir hadisi (Buhârî, “Tevhîd”, 32) bizzat onun ağzından öğrenmek maksadıyla deve sırtında Şam’a kadar bir ay süren uzun bir yolculuk yaptığı bilinmektedir (Müsned, III, 495; Buhârî, “İlim”, 19). Mescid-i Nebevî’de bir ilim meclisi oluşturan Câbir’den faydalanan tâbiîler arasında oğulları Abdurrahman, Akıl ve Muhammed ile Saîd b. Müseyyeb, Atâ b. Ebû Rebâh, Hasan-ı Basrî, Muhammed b. Münkedir, Bilâl b. Sa‘d, Mücâhid, Şa‘bî, Tâvûs b. Keysân ve Muhammed el-Bâkır gibi âlimler vardır.

Şiîler’e ait eserlerde Câbir b. Abdullah’a nisbet edilen birçok rivayet bulunmaktadır. Şiî akîdesinin temel esaslarını meydana getiren Hz. Ali’nin vesâyeti, müminler üzerindeki otoritesi, “sırât-ı müstakîm”in o olduğu, on iki imamın dindeki yeri gibi konularda Câbir’in rivayetlerine bu eserlerde yer verilmiştir. Yine Şiî kaynaklı rivayetlere göre Hz. Peygamber’in İmam Bâkır’a gönderdiği selâmı Câbir onu bularak bizzat tebliğ etmiştir (Tabersî, s. 262-263). Allah Teâlâ’nın doğrudan Hz. Fâtıma’ya gönderdiği, imamların adları ile onların hilâfet sırasını belirleyen yazılı belgeyi (levha) Hz. Fâtıma’dan izin alarak yine o istinsah etmiştir. İmam Bâkır Câbir’le görüştüğü zaman bu belge hakkında ona birtakım sorular sormuş, sonra kendi elindeki belgelerle onun istinsah ettiği nüshayı karşılaştırmış ve ikisi arasında fark bulunmadığını tesbit etmiştir. Bu gibi iddiaların hiçbiri Sünnî kaynaklarda yer almamaktadır.


BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, III, 292-400, 495; Buhârî, “Tevhîd”, 32, “İlim”, 19, “Büyû”, 34, 51, “İstikrâz”, 18, “Sulh”, 13, “Vesâyâ”, 36, “Cihâd”, 113, “Megazî”, 18, “Nafakat”, 12, “EŧǾime”, 41; a.mlf., et-Târîhu’l-kebîr, II, 207; a.mlf., Halku efâli’l-ibâd, Beyrut 1404/1984, s. 18, 92; Müslim, “Cihâd”, 145; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 141; Hâkim, el-Müstedrek, III, 565-566; Vâkıdî, el-Megazî, bk. İndeks; İbn Kuteybe, el-Maârif (Ukkâşe), s. 307; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), V, 139, 239; VI, 195; İbn Hibbân, Meşâhîr, s. 11; Tabersî, İlâmü’l-verâ bi-alâmi’l-hüdâǿ (nşr. Ali Ekber el-Gıfârî), Beyrut 1399/1979, s. 253, 262-263, 399; İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl (nşr. Abdülkadir el-Arnaût), Beyrut 1403/1983, IX, 86-88; a.mlf., el-Kâmil, III, 383, 464; IV, 359, 447; Nevevî, Tehzîb, I, 142-143; İbn Manzûr, Muhtasaru Târîhi Dımaşk, V, 357-363; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâ, III, 189-194; a.mlf., Tezkiretü’l-huffâz, I, 43-44; Safedî, Nektü’l-himyân fî nüketi’l-umyân (nşr. Ahmed Zeki), Kahire 1329, s. 132-133; İbn Hacer, el-İsâbe (Bicâvî), I, 434-435; a.mlf., Tehzîbü’t-Tehzîb, II, 42-43; IV, 152-215; İbnü’l-İmâd, Şezerât, I, 84; Sezgin, GAS, I, 85; M. J. Kister, “Djabir b. Abdallah”, EI² Suppl. (Fr.), s. 230-232.

M. Yaşar Kandemir