BUDİN

Bugünkü Macaristan’ın başşehri Budapeşte’nin bir kısmı olan Buda’nın Osmanlılar dönemindeki adı ve eyalet merkezi.

Macarca Buda adıyla anılmakta olup Macaristan’ın kuzeyinde Tuna ırmağının sağ yakasında yer alır. Nehrin sol kıyısındaki Peşte, Buda’nın kuzeyindeki Obuda (Eski Buda) ile birlikte bugünkü Budapeşte şehrini teşkil eder. Macaristan’ın


başşehri olan Budapeşte (Budapest) ise Orta Avrupa’nın en büyük şehirlerinden olup bugün nüfusu 2 milyonu geçmiştir.

Tarih. Şehrin bugün bulunduğu Tuna’nın sağ yakası eski çağlardan beri sürekli bir yerleşim yeri olmuştur. Romalılar zamanında Buda’nın kuzeyindeki bölgelerde sivil ve askerî birer yerleşim merkezi kurulmuştu. Macarlar Karpat havzasına geldiklerinde önce burayı merkez yapmadılar. 1241-1242’deki Moğol istilâsı sonrası ülkenin imarına çalışan IV. Béla (1235-1270) burada taştan bir kale inşa ettirdi. Zamanla bu yeni kale Zsigmond (1387-1437) ve bilhassa Mátyás’ın (1458-1490) krallığı sırasında giderek gelişme gösterdi ve bir hükümdarlık merkezi haline geldi. Mátyás devrinde Rönesans sanatı tarzında binalar vücuda getirildi; ayrıca daha sonra bir kısmı Osmanlılar’ın eline geçen ve II. Abdülhamid tarafından iade edilen değerli yazmaların yer aldığı meşhur Corvina Kütüphanesi kuruldu.

Mátyás’tan sonra oldukça zayıflayan Ortaçağ Macar Krallığı, 1520’lerde büyük bir dünya imparatorluğu haline gelmiş olan Osmanlılar’a karşı başarılı bir savaş sürdürecek durumda değildi. Buna rağmen II. Lajos Osmanlılar’la savaşmaktan kaçınmadı. Mohaç (Mohács) Muharebesi’nde yenilgiye uğrayan Macarlar’ın ülkesi ve başşehri Kanûnî Sultan Süleyman’a tamamıyla açılmıştı. Lajos’un ölüm haberini alan Budalı Alman ve Macar nüfusun çoğu kaçmış, geri kalan yahudiler ise şehrin anahtarlarını sultana takdim etmişlerdi. Sultan Süleyman, kısa bir müddet Buda’da kaldı ve sarayın bazı kıymetli eşyalarını İstanbul’a naklettirdi. Bu arada asilzadelerden bir kısmı Macar Krallığı’na Szapolyai János’u (10 Kasım 1526), diğer kısmı ise Macar tahtında hak iddia eden Habsburg hânedanına mensup İmparator V. Karl’ın (Charles Quint) kardeşi Ferdinand’ı (17 Aralık 1526) seçmişti. 1527 Ağustosunda Buda’yı ele geçiren Ferdinand’a karşı Szapolyai János Sultan Süleyman’dan yardım istedi. Bunun üzerine Viyana’ya karşı ilerleyen padişah önce Buda’yı kuşattı, kısa bir mücadeleden sonra burayı aldı, kale ile şehri Szapolyai’ya bıraktı. Ancak Szapolyai’nın geride henüz bir yaşını bile doldurmamış bir erkek çocuk bırakarak 1540’ta ölümü üzerine mücadele yeniden alevlendi. Ferdinand’ın şehri muhasara altına alması, Osmanlı kuvvetlerinin Buda üzerine yürümesine yol açtı. Değişen siyasî şartlar karşısında Sultan Süleyman himaye politikasından vazgeçip Macaristan’ın merkezini kalıcı bir şekilde kendine bağlamaya karar verdi. Veliahdı, başta gelen asilzadelerle surların dışında kurulan otağına davet ettiği sırada yeniçeriler şehrin stratejik noktalarını kontrol altına aldılar. Sultan Süleyman Budin’i sadece veliahdın erginlik çağına gelişine kadar elinde tutacağını bildirmekle beraber buraya hemen bir beylerbeyi tayin edip yeni bir vilâyet kurdu.

Daha sonraki dönemlerde Avusturya kral ve imparatorları çeşitli tarihlerde Budin’i zaptetmeye çalıştılar. 1542’de oldukça büyük bir ordunun denemesi başarısız kaldı. Ümitleri kesilen Habsburglar Onbeşyıl savaşları veya Uzun Harb’e (1593-1606) kadar yeni bir teşebbüste bulunmadılar. Bu dönemde karşılıklı hücumlar sırasında Budin üç defa kuşatıldı (1598, 1602, 1603), fakat alınamadı. Bunun ardından seksen yıl süren olaysız bir dönem yaşandı. Viyana’ya karşı 1683’te yöneltilen neticesiz Osmanlı seferi, eski dengelerin artık Osmanlılar’ın aleyhine değişmiş olduğunu gösterdi. Böylelikle Budin ile Macaristan’ın geri alınması için Mukaddes Lig akdedildi ve 1686’da muazzam bir ordu kalenin muhasarasına başlayıp şiddetli savaşlardan sonra 2 Eylül’de yapılan genel hücum sonunda Budin zaptedildi ve Osmanlı hâkimiyeti sona erdi.

Nüfus, Fizikî ve İktisadî Yapı. Budin’in nüfusu Osmanlı döneminden önce tam olarak bilinmemektedir. Ancak 1494-1495 yıllarına ait bir tahmine göre şehirde çoğunluğunu Almanlar’ın teşkil ettiği 8000 kişi yaşıyordu. Şehrin ilk iki Türk fethi münasebetiyle en azından geçici olarak ahalinin çoğunun kaçtığı rivayet edilmektedir.

XVI. yüzyıl boyunca Osmanlılar tarafından hazırlanan Budin’e ait altı tahrir defterlerinden 1546, 1559, 1562, 1580 ve 1590 tarihli olanları Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunmaktadır. Bunlara göre Budin’de aile reisi olarak kayıtlı şahısların sayıları şöyle idi:

Bu rakamlardan anlaşılacağı gibi şehirde yaşayan hıristiyanların sayısı devamlı olarak azalmış, kırk beş yıl zarfında hemen hemen yarıya inmişti. Söz konusu gruba ait olan kişilerin soyadlarının tetkiki bunların Macar asıllı olduklarını gösterir. İlk iki defter (1546 ve 1559) eski sokak sistemine göre hazırlandığından, surların içinde oturanlar ayrı ayrı incelendiğinde, buradaki sivil ahalinin daha önceki dönemlerin aksine tamamıyla Macar asıllılar olduğu görülür. Ayrıca kalenin dışında da küçük bir Macar topluluğu vardı. Daha sonra mahalle bölümü yerine cemaat başlığı altında kaydedildiklerinden, sur içi ve varoş ayırımı yapılmadığından Macarlar’ın büyük ölçüde hangi semtte kaldıklarını tesbit etmek güçtür; bununla birlikte yeni hâkimlerin en çok kalede yerleşmeye çalıştıkları sanılmaktadır.

Şehirdeki yahudilerin nüfusu kısa süren bir gerilemeden sonra özellikle 1580 ve 1590 arasında oldukça hızlı bir şekilde arttı. Bunların bir kısmı imparatorluğun başka bölgelerinden meselâ Selânik’ten geldiler. Kıptîler ise Slav kişi adlarını


taşıyan Çingeneler olup bir kısmı 1546’ya kadar İslâmiyet’i kabul etti ve bu eğilim daha sonraki dönemlerde de sürdü. Nitekim 1580’de hâlâ Kıptî olarak gösterilen bu kitle içinde bir tek hıristiyan kalmadı. Macarlar ve yahudiler arasında ise ihtida edenlere rastlanmamaktadır. Bu üç grup göz önünde tutulacak olursa, değişik sebeplerle yazılmamış olanlar da hesaba katılarak, bunların toplam nüfusunun 1546’da 3200-4000, 1590’da ise 2800-3400 kişi olduğu tahmin edilebilir.

Kıptîler’den başka şehirde oturan müslümanlar hakkındaki bilgiler kısıtlıdır, çünkü askerî* olmayan unsurlar hiç kaydedilmemiştir. Kalede hizmet görenlerin mevâcib* defterlerine göre Budin’de 1543’te 2965, 1549’da 1898, 1568’de ise 1636 Osmanlı muhafızı vardı. Bunlara sipahileri, devlet dairelerinde görev yapanları, beylerbeyinin cebelü* ve adamlarını, tüccarları, esnaf grubuna mensup olanları ve başka sivilleri de eklemek gerekir. Askerlerin azalmasına paralel olarak öteki gruplar muhtemelen devamlı bir artış göstermiştir. Bütün bunları hesaba katarak şehrin toplam nüfusunda 1546 ile 1590 arasında belirgin bir farkın meydana gelmediği, ahali sayısının ufak dalgalanmalarla 7000-7500 civarında olduğu söylenebilir. Fakat gayri müslimlerin bu nüfus içindeki oranı hissedilir derecede gerileme göstermiş, 1546’da yarı yarıya iken 1590’da üçte bire yakın bir nisbete düşmüştür.

XVII. yüzyılda Osmanlı tahrir sisteminin değişmesi, bu döneme ait nüfus tahminlerini engellemektedir. Bir iki cizye defterinde Budin’e rastlanmakla birlikte bunlarda çok az sayıda hıristiyan aile kaydedilmiştir. Bir kısım tarihçiler bu rakamları gerçek sanıp Macarlar’ın birkaç düzineye indiğini sanmışlardır. Son zamanlarda bu görüşlerin doğru olmadığını gösteren, 1686 yılı civarında ve ondan önceki onlu yıllarda nisbeten geniş toplulukların mevcut olduğunu dolaylı olarak ispatlayan bazı yeni kaynaklar bulunmuştur. Meselâ 1685’te Budin’in Katolik hâkimi ve konseyinin Habsburg idaresine gönderdiği bir mektup dolayısıyla birkaç yüz Macar hıristiyanın XVII. yüzyıl boyunca Budin’de yaşadığı rahatlıkla söylenebilir. Diğer gayri müslimlerden yahudilerin de bazı dalgalanmalara rağmen devamlı olarak şehirde yaşadıkları bilinmektedir.

Bu yüzyıl için daha müsbet rakamlara evlerle ilgili kayıtlar vasıtasıyla ulaşılabilir. Surların çevirdiği bölgede, 1696’da Avusturyalılar tarafından hazırlanan çok ayrıntılı bir ev sayımına göre, az çok harap halde bulunan veya tamamen yok olan, ancak yeri bilinen evlerin sayısı 290 idi. Aynı sahada 1437’de 322 ev tesbit edilmiş olması, bu azalmanın kısmen arsa birleştirilmesi sonucu meydana geldiğini düşündürmektedir. Adı geçen kadastro kitabının Víziváros’a ait olan cildinde 284 ev ve arsa zikredilmektedir. Oldukça gerçekçi gözüken bir gravürde ise Tabán olarak adlandırılan mahallede birkaç sokakta 150’den fazla ev tesbit edilmektedir. Bütün bunlar, şehrin çeşitli semtlerinde 1686 öncesinde en azından 720-750 evin mevcudiyetine delâlet eder. Ev başına sekiz on kişi hesap edilirse sivil nüfusunun 6500-7500 dolayında olduğu anlaşılır. Bunlara kale içinde hizmet gören ve en azından 1000 civarında olan askerler de eklenmelidir. Şu halde Budin’in nüfusu XVII. yüzyıl boyunca genel hatlarıyla XVI. yüzyıldaki seyrini korumuştur.

Nüfus dengesinin yavaş yavaş müslümanların lehine kayması, şehrin genel görünümünde önemli değişikliklere yol açtı. Kiliselerin camiye çevrilmesi bu istikamette ilk adımdı. Bunlara daha sonra minareler eklenerek İslâmî karakterleri daha da belirgin hale getirildi. Fethiye, Sultan Süleyman ve Orta Cami kiliseden çevrilmişti ve bunlar yukarı şehir de denen sur içinde yer alıyordu. Zamanla vakıflar kurularak yeni cami, mescid, medrese ve türbeler inşa edildi. İnce uzun minareler ve kubbeli camilerle şehir yeni bir görünüm kazandı. Yukarı şehirde mevcut olan medreselerin en önemlisi Sokullu Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştı. Varoş kesiminde bulunan camilerin en önemlileri ise Hacı Safer, Toygun Paşa, Osman Bey, Sokullu Mustafa Paşa camileriydi. Ayrıca şehirde meşhur Gülbaba Tekkesi ve Türbesi yanında Miftah Baba, Velî Bey, Hızır Baba, Gürz İlyas, Hindî Baba, Muhtar Baba adlı tekkeler yer alıyor, birçok ılıca hamamları da bulunuyordu. Ticarî binaların bir kısmı herhalde daha önce mevcut olan yapıların geliştirilmiş şekliydi. Macar sokak adlarının yerini yavaş yavaş Türk mahalle isimleri aldı. Kalenin surlarına da Osmanlı tarzında bazı burçlar ilâve edildi. Evler ise İslâm aile hayatının gerektirdiği şekilde içeriye dönük bir görünüm aldılar; sokağa bakan pencerelerin çoğu örtüldü, sıvalamaya ise pek fazla önem verilmedi. Dolayısıyla Batı’dan peşin hükümlerle gelen elçi ve seyyahlara göre bu manzara çöküşün belirtisiydi. Halbuki aynı şehir Osmanlılar’ın gözünde imparatorluğun en güzel şehirlerinden biriydi; hatta şair Vücûdî burayı İstanbul’dan daha mükemmel bulmaktaydı.

Budin’in surlarla çevrili kısmında ziraat için kullanılabilecek yer pek yoktu. Gellért tepesinin yamaçları bağların kurulmasına elverişliydi ve burada üzüm yetiştiriliyordu. Ayrıca Margit adasında da bağlar mevcuttu. Yine 1562 tahririnde anılan Örs (bugünkü Budaörs) köyünde Budinliler’in elde ettikleri şıra miktarı aşağı yukarı 100.000 litreyi buluyordu.

Şehrin sınırlarında dış kesiminde hububat ve daha başka ziraî ürünlerin elde edildiği söylenebilir. Ancak Budin halkının vergileri ayrıntılı olarak belirtilmediği için hangi cins ziraî mahsulün ön planda geldiğini söylemek imkânsızdır. Hububat ile şıra öşrü, çayır resmi, müslümanların elinde bulunan bağlardan alınan


dönüm resmi, bostan resmi ve bâd-ı hevâ* vergi ünitesinin miktarı 1562’de 190.000, 1580’de ise 200.000 akçe idi. Bu miktar nüfusa göre taksim edildiğinde, yahudiler ve Kıptîler de dahil, bir aile reisine 603 ile 585 akçelik bir vergi dilimi düşmektedir. Bu da nisbeten yüksek bir rakam olup o sıralarda iki öküzün fiyatına eşitti. 1550’lerde buradan geçen seyyah Hans Dernschwam daha fazla bakım isteyen bitkilerin de ekildiğine temas eder ve surlardan yola ve Logod köyüne kadar her yerde, içinde yemiş, soğan, sarımsak, lahana, salatalık ve başka bitkilerin yetiştirildiği bostanlar ve bahçeler bulunduğunu yazar (Babinger, s. 270). Ziraî ürünlerin bu yıllarda halkın ihtiyaçlarını karşıladığı, hatta bir miktarının satıldığı söylenebilir.

Aynı dönemde ticaretin en azından bu kadar büyük bir öneme sahip olduğu yine Türk kaynaklarından anlaşılmaktadır. Transit ticareti biraz daha geniş kapsamlı iken yerli pazar ve panayırların hacmi de küçümsenmemelidir. Meselâ 1562’de dükkânlar, ticarî binalar ve mahzenlerin kira gelirleri 69.618 akçe olup bunlar 310 adet (bâb) olarak gösterildi; bu da ev sayısına göre yüksek bir rakamdır. Surların içinde dört çarşı ile bir bedestenin bulunması canlı bir alışverişe işaret eder. XVI. yüzyıldan kalma bazı Osmanlı gümrük listeleri, girip çıkan ticarî mallar hakkında bilgi verir. İthal mallarından en çok aranılanlar çeşitli kumaşlardı. Budin ahalisi en üstün kalitede olan cinsleri değil orta seviyedekileri tercih ederdi. Büyük miktarlarda ithal edilen başlık ve bıçakların bir kısmı da vilâyet merkezinde piyasaya sürülürdü. İç ticarette Balkanlar’dan gelen giyim eşyasının ve baharatın büyük rolü vardı. Sirem sancağından ara sıra önemli miktarda buğday gemilerle Budin’e ve Viyana’ya naklediliyordu. İhraç edilen sığırın bir kısmı yine Budin yoluyla sınırlara götürülüyordu.

XVI. yüzyılın ikinci yarısında Budin’in ticaret hacminde Macarlar’ın ve yahudilerin payı, aşağı yukarı aynı, yani toplam olarak % 60 civarında idi. Müslüman tüccarların katkısı ise % 40’a yakındı. Fakat Budin’de gümrük ödeyen Macarlar’ın önemli bir kısmı başka yerlerde oturmalarına karşılık yahudilerin hemen hepsi vilâyet merkezinde yerleşmiş durumdaydı. Ayrıca yahudilerin gümrük listelerinde hiç rastlanmayan para işlemleriyle uğraştıkları düşünülürse ekonomik bakımdan Budin’de en büyük rolü onların oynadıkları kabul edilebilir.

Bunlara karşılık zenaat dallarının dağılımını ve XVII. yüzyılda ekonomik hayatın ne istikamet aldığını kestirmek mümkün değildir. Genel olarak ilk dönemde Macarlar’ın el sanatı faaliyetlerinin biraz zayıflamakla birlikte eskisi gibi sürdüğü sanılmaktadır. Zaman geçtikçe Müslüman-Türk menşeli sanat kolları kuvvetlenip yavaş yavaş hâkim olmaya başlamıştır.

Budin’de İslâmiyet Osmanlı döneminde ilk sırada yer alıyordu. Hıristiyanların üç mezhebinden (Katolik, Kalvenist ve Lüteryenler) hangisinin ağır bastığı ise bilinmemektedir. Kiliseler camiye çevrildiği için hıristiyan cemaati geri kalan ibadet yerlerini paylaşmak zorunda kaldılar. Ayrıca şehirde Ortodokslar’la ilgili bazı kayıtlara da rastlanmakta, yer yer Ermeniler’in de bulunduğu görülmektedir. XVI. yüzyılın sonuna kadar Katolik mezhebine bağlı birkaç Ragusalı “Latin” de kaynaklarda geçmektedir. Bütün bunlar Budin’in sosyal yönden ve dinî bakımdan oldukça renkli bir yapıya sahip bulunduğuna işaret eder.

İdarî Teşkilât. 145 yıl bir Osmanlı eyaleti ve merkezi olan Budin’e başlangıçta sadece güneyde bulunan sancaklar (Semendire/Szendro, Alacahisar, Vulçitrin, İzvornik, Pojega/Pozsega) bağlıydı. Fethedilen bölgeler genişleyince bunlara yenileri ilâve edildi. 1568’de yani sınırların nisbeten sabitleşmiş olduğu bir dönemde Budin vilâyeti Budin, Semendire, İzvornik, Vulçitrin, Pojega, Peçuy (Pécs), İstolni Belgrad (Székes-fehérvár), Östörgon (Esztergom), Segedin (Szeged), Sirem (Szerém), Hatvan, Şimontorna (Simontornya), Kopan (Koppány), Filek (Fülek), Seksar (Szekszárd), Sigetvar (Szigetvár), Seçen (Szécsény), Novigrad (Nógrád), Solnık (Szolnok), Sekçöy (Szekcso) sancaklarından ibaretti (Kunt, s. 134-135). Bu taksimat daha sonra bazı değişikliklere uğradı. Meselâ 1596’da yeni kurulan Eğri (Eger) beylerbeyiliğine Solnık, Hatvan, Segedin, Filek sancakları aktarıldı. Kanije (Kanizsa) 1600’de alındığında bir eyalet teşkil edilerek Sigetvar, Pojega ve Peçuy sancakları buraya bağlandı. Böylelikle Budin vilâyeti hissedilir derecede küçültüldü. Buna rağmen bölgedeki önemi giderek arttı. Buradaki beylerbeyilere 1623’ten başlayarak devamlı şekilde vezirlik pâyesi verildi. Öte yandan komşu idarî birimler, meselâ Kanije eyaleti idarî veya askerî bakımlardan zaman zaman Budin’in kontrolü altında bulunuyordu (BA, KK, nr. 71, s. 156).

Osmanlı hâkimiyeti döneminde Budin’e yetmiş beş kişi beylerbeyi olarak tayin edildi. Bunlar arasında Sokullu Mustafa Paşa en uzun süre beylerbeyilik yapan idarecidir (1566-1578). 1595’te Sûfî Sinan, 1622’de Deli Derviş, 1623’te Bebr Mehmed, 1631 ve 1634’te Hüseyin paşalar ise ancak birkaç gün bu vazifede kalabilmişlerdir. Beylerbeyilerin sık sık değiştirilmesi on beş yıllık uzun savaş dönemine rastlamaktadır.

Budin beylerbeyilerinin has*ları hakkında sadece XVI. yüzyıla ait bazı bilgiler vardır. Buna göre 800.000 akçe (1563’te Zal Mahmud Paşa) ile 1.200.000 akçe (1574’te Sokullu Mustafa Paşa) arasında değişen gelirlerinin tamamı önceleri, bulundukları paşa sancağı dışındaki kaynaklardan temin edilirken daha sonra yerli gelirlerin katkısı gittikçe yükselmeye başlamış, fakat yüzde ellinin üstüne pek çıkmamıştı. XVI. yüzyıl boyunca kendi sancaklarından ancak üç şehir (Buda, Pest, Obuda) ve beş köyün gelirleri kesintisiz olarak bunların tasarrufunda kalmıştı. Aynı bölgede 1546 ve 1580 arasında geçici olarak onlara tahsis edilen köylerin sayısı ise ancak elli kadardı, bu da haslarında büyük bir istikrarsızlık olduğunu gösterir.


Budin’de görev yapan beylerbeyilerin faaliyetleri ve siyasî rolleri hakkında Habsburg hükümdarları, onların adamları ve Erdel voyvodalarıyla olan mektuplaşmaları dolayısıyla ayrıntılı bilgi edinilebilmektedir. Bu belgelerden anlaşıldığına göre serhad beylerbeyileri diplomatik bakımdan çok yönlü faaliyette bulunmakta, barışın ihlâline dair suçlamaların yanı sıra elçilerin kabulü, esirlerin salıverilmesi, Habsburglar’ın geciktirdikleri yıllık vergilerinin bir an önce gönderilmesi, sınır tesbiti gibi konularla uğraşmaktaydılar. Ayrıca Osmanlılar’ın tarafına geçmek isteyenleri desteklemek, halktan tahsil edilecek vergileri bazı bakımlardan düzenlemek, ticaretle ilgili problemleri halletmek, timar sahibinin değiştirilmiş olduğunu bildirmek gibi meseleler üzerinde de durdular. Merkezden gelen hükümlerden anlaşıldığına göre bunların yanında casusluk faaliyetlerini düzenlemek, asayişi sağlamak, askerî faaliyetlere katılmak ve iaşe temin etmek serhadlerin idarî ve malî problemlerini çözmek başta gelen vazifelerindendi.

Osmanlı Devri Sonrası. Kuşatma sırasında (1686) büyük zararlar gören şehirdeki müslüman cemaat kısmen ortadan kaldırılarak, kısmen kaçarak, kısmen de Avusturyalılar tarafından sürülerek tamamıyla yok edildi ve onların yerlerine Almanlar geldiler. Surların içine yerleşme izni uzun zaman Macarlar’a tanınmadı ve Buda tekrar yabancı bir karakter kazandı. Daha sonra bu kısıtlamalar kaldırılıp şehir her bakımdan hızlı bir gelişme gösterdi. 1873’te Buda, Pest ve Obuda birleştirilerek bir başşehir ve metropol haline getirildi.

Nüfusu bugün 2 milyonu aşan ve yirmi iki mahalleden oluşan, ülkenin en önemli siyasî, idarî, sınaî, ticarî ve kültürel merkezi olan Budapeşte’de Osmanlı dönemini hatırlatan bazı yapılar vardır. Bunlardan dört ılıca hâlâ işletilmektedir. Gülbaba Türbesi 1950’lere kadar Macaristan’daki müslümanların ziyaretgâhı olup sonra müzeye çevrilmiştir. Bir caminin kalıntıları da ortaya çıkarılıp onarılmıştır. Kale burçları eskisi gibi sağlam durmaktadır. Son Budin beylerbeyi Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezar taşı, onun 1686’da şehid düştüğü yere dikilmiş ve üzerine “kahraman düşman” ibaresi yazılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, KK, nr. 71, s. 156; Kanuni Devri Budin Tahrir Defteri (1546-1562) (nşr. G. Káldy-Nagy), Ankara 1971; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, VI, 229 vd.; A. Gévay, A’budai pasák, Bécs 1841 (Almancası: “Versuch eines chronologischen verzeichnisses der Türkischen Statthalter von Ofen”, Der Österreichische Geschichtsforscher, II [1841], s. 56-90); A budai basák magyar nyelvü levelezése (nşr. S. Takáts – F. Eckhart – G. Szekfü), Budapest 1915; Fr. Babinger, Hans Dernschwam’s Tagebuch, Leipzig 1923, s. 270; G. Jacob, Deutsche Übersetzungen türkischer Urkenden, Kiel 1919-20, heft 1-4; W. Björkman, Ofen zur Türkenzeit, Hamburg 1920; L. Fekete, Budapest a törökkorban, Budapest 1944; a.mlf., Buda and Pest under Turkish Rule, Budapest 1976; a.mlf., “Budin”, EI² (İng.), I, 1284-1286; a.mlf. – L. Nagy, Budapest története a török korban, Budapest 1973, s. 335-436; L. Fekete – G. Kaldy-Nagy, Budai török számadáskönyvek, Budapest 1962; G. Kaldy-Nagy, Macaristan’da 16. Yüzyılda Türk Yönetimi, Budapest 1974, s. 24-38; a.mlf., A Budai Szandzsák 1559. évi összeirásai, Budapest 1977; a.mlf., A Budai szandzsák 1546-1590. évi összeirásai Demográfiai és gazdaságtörténeti adatok, Budapest 1985; G. Gerö, Buda török müemlékei, Budapest 1957; G. Bayerle, Ottoman Diplomacy in Hungary, Bloomington 1972; İ. Metin Kunt, Sancaktan Eyalete (1550-1650), İstanbul 1978, s. 134-135, 186; M. Cavid Baysun, “Budin”, İA, II, 748-760 (Budin’e ait sayısız eserden sadece Osmanlı dönemini ele alan ve Osmanlı kaynaklarının neşrine dayanan eserlerden başta gelenleri belirtilmiştir).

Geza David





Budin’de Türk Eserleri. Kanûnî Sultan Süleyman tarafından ilk olarak 1526’da fethedilen Budin ve onun karşısındaki Peşte, bir buçuk asırlık bir Türk hâkimiyetinden sonra 1686’da elden çıkmıştı. Osmanlı Devleti’nin en batıda ve Avrupa’nın ortasındaki bu büyük şehri Türk idaresi sırasında, Karadeniz üzerinden Tuna yoluyla İstanbul’dan nisbeten kolay ulaşılan bir beylerbeyilik merkezi olduğundan kolayca Türkleşmişti. Ticaret yollarının birleştiği bir yerde bulunan Budin ve Peşte bir taraftan zengin bir ticaret şehri görünümü alırken burada kurulan çeşitli vakıflar bu Orta Avrupa merkezine bir Osmanlı-Türk yerleşim merkezi manzarası vermişti. 1073 (1662-63) yılında burayı ziyaret eden Evliya Çelebi’nin seyahatnâmesinde Budin ve Peşte’nin etraflı bir tasviri bulunmaktadır. Budin Kalesi’nin biçimi ve ölçüleri hakkında bilgi veren Evliya Çelebi, tabyaların Ali Paşa, Karakaş Paşa, Bâlî Paşa, Süleyman Paşa, Sarı Kenan Paşa, Siyavuş Paşa, Kara Murad Paşa’nın adlarıyla anıldıklarını yazar. Kapıların adlarını ve özelliklerini de anlattıktan sonra orta hisarın kuzeyinde, kale bedeni üzerinde Tuna’ya, Peşte ve Keşgemed’e nâzır bir yerde kurulmuş ve anlaşıldığı kadarıyla bir Macar yapısı olan saraydan bahseder. Küçük bir divanhânesi, hamamı ve dar bir avlusu olan saray yeterli olmadığından Kara Murad Paşa tarafından 1065’te (1654-55) ihya edilmiş ve genişletilmiştir. Paşa Sarayı’nın ilerisinde büyük bir tophâne bulunuyordu. İç kalede ise Macar krallarının, Evliya Çelebi’nin “Kızılelma Sarayı” olarak adlandırdığı büyük sarayı vardı. Burada ayrıca küçük bir yapı olan Murad Paşa Camii inşa edilmişti.


Evliya Çelebi orta hisarda yirmi bir cami olduğunu bildirir. Bunlardan Süleyman Han Camii şehrin eski kiliselerinden biri iken camiye çevrilmiştir. Bu Gotik üslûbundaki yapı Budin elden çıktıktan sonra tekrar kiliseye dönüştürülmüş ve dolayısıyla binaya Türk döneminde yapılan bütün eklemeler kaldırılmıştır. Fethiye Camii de anlaşıldığına göre yine eski bir kilise olup çan kulesinde bir saat vardır. Çarşı içinde olan Orta Cami ise kalabalık cemaate sahip, sakıflı, kiremit örtülü bir ibadet yeriydi. Osmanlı tarzında bir minaresi olan Paşa Sarayı yakınındaki Saray Camii de eski bir kilisedir. Avlu kapısı yanında üzeri kurşun kaplı kubbe ile örtülü Gazi Ahmed Bey Türbesi bulunur.

Evliya Çelebi Budin’de on altı mescid olduğunu yazar ve sadece yeniçeri odaları yakınındaki Ağa Mescidi’nin adını verir. Yedi medresesinden de yalnız Makbul Mustafa Paşa Medresesi’ni anarken burada altı sıbyan mektebi bulunduğunu bildirerek bunlardan Fethiye ve Orta Cami mekteplerinin adlarını verir. Ayrıca Süleyman Han, Ulama Paşa, Arslan Paşa, Ağa, Koca Mûsâ sebillerinden de bahseder. Şehrin suyu evvelce Macarlar’ın yapmış olduğu hidrolik bir dolap sistemiyle Tuna’dan yukarıya çekilmekteydi.


Tabakhâne varoşunda on bir mihrap (cami ve mescid), üç han, üç tekke, üç ılıca, dört sıbyan mektebinden söz eden Evliya Çelebi, büyük varoşta ise son derece sağlam Ali Paşa tabyasında sülüs hatla yazılmış bir dörtlükte Seyyid Ali Paşa’nın adını okuduğuna göre, “serhadlerde başka bir benzeri olmayan” bu tabya bir Türk eseri olmalıdır. Bu varoşta yirmisi taş, dördü ahşap minareli yirmi dört cami ve mescid olup bunlardan dördü kurşun kaplıdır. Toygun Paşa, Hacı Safer, Osman Bey, Makbul Mustafa Paşa camileri en sanatlı yapılardır. Beş medresesinden biri olan Toygun Paşa Medresesi anılmaya değer bir diğer yapıdır. Civarında bir han ile bir de Toygun Paşa Hamamı vardır. Evliya Çelebi ünlü ılıcalar hakkında da bilgi vererek Yeşildirekli, Tabakhâne, kitâbesine göre Mustafa Paşa tarafından yaptırıldığını belirttiği Horozkapısı, Velî Bey, Baruthâne ılıcalarını ve bunların sularının evsafını belirtir.

Evliya Çelebi’ye göre Budin’de yedi tekke vardır. Bunların en ünlüsü, Gazi Mihal oğullarının hayratı olan Gülbaba Bektaşî Tekkesi’dir. Merzifonlu Gülbaba çiçekli bahçe içinde kubbeli bir türbede yatar. Tuna kenarında Miftah Baba Tekkesi ve Türbesi, Ovakapısı dışında Hızır Baba Türbesi ve Tekkesi, Gürz İlyas Gazi Tekkesi’nin yanında da bir mücahid olan bu velînin türbesi vardır. Bu tekkenin bulunduğu yerdeki tepeye Gürz İlyas tepesi denilir; burada ayrıca etrafa hâkim küçük bir de kale yapılmıştır.

Budin’in karşısındaki Peşte de bir surla korunmuştur. Burada da beş cami ve altı mescid vardır. Pek az talebesi olan iki medreseye, üç sıbyan mektebine, iki tekke ve iki hamama sahiptir. Eski gravürlerde Peşte’deki camilerden dördünün minaresi açık şekilde gösterilmektedir.

Evliya Çelebi’nin verdiği sayıları toplayan E. Hakkı Ayverdi, Yukarı Hisar, Debbağhâne varoşu ve Büyük varoşta toplam yirmi beş cami, kırk yedi mescid, on iki medrese, on altı sıbyan mektebi, on tekke ve onların eki olan velî türbeleri, iki hamam, dokuz han, sekiz ılıca, bir çeşme, bir baruthâne bulunduğunu ortaya koymuştur. Camilerden bazısı Türk yapısı olmamakla beraber birkaç istisna ile eserlerin çoğu Budin ve Peşte’nin Türk hâkimiyetinde olduğu yıllarda inşa edilmiştir.

Bu büyük ve önemli serhad şehrinin Türk dönemindeki görünümü ve belli başlı eserlerin yerleri, günümüze kadar gelmiş gravürlerle bazı planlardan açık şekilde öğrenilmektedir. Budapeşte Şehir Kütüphanesi tarafından düzenlenen bir katalogda bütün bu resimlerin çok etraflı bir listesiyle bazılarının reprodüksiyonları bulunduğu gibi Wellner tarafından da bu tür resimler sonraları ayrıca yayımlanmıştır. Türk dönemindeki Budin ve Peşte’nin belli başlı yapılarının yerleri, 1686’da şehir elden çıktıktan sonra yağmalandığından, Avusturya hizmetinde bulunan İtalyan Kont Marsigli (ö. 1730) tarafından bulunan planlarda gösterilmiştir. Budapeşte Şehir Müzesi’nde olan J. D. Fontana imzalı, 1686 kuşatmasını tasvir eden resim de mükemmel bir belgedir. Burada Türk mimari özellikleri taşıyan sekiz cami, Gülbaba Türbesi, Bektaşî tekkesi harabesi ve mezarlık farkedilmektedir.

Viyana’da Hof-Bibliothek’te muhafaza edilen (bk. Flügel, II, nr. 1306, 1401, 1406), 1567, 1601 ve 1630-1631 tarihlerine ait üç defterde Budin camileri görevlilerinin listeleri ve bu görevlilerin tahsisatları gösterilmiştir.

Evliya Çelebi’nin verdiği bilgileri eski resimler, planlar ve Kont Marsigli’nin notlarından faydalanarak değerlendiren W. Björkman, Budin’deki Türk eserlerinin yeni bir listesini ortaya koymuştur. Kanûnî Sultan Süleyman’ın adıyla anılan ve kiliseden çevrilen caminin kapısı üstünde ejderha ile çarpışan İlyas (Georg) kabartması bulunuyordu. Padişah üzerine şalını örterek bu mermer levhayı tahripten kurtarmışsa da 1666 yılında parçalanması önlenememiştir. Çan kulesi minare olan bu cami 1686’dan önce harap bir durumda idi. Paşa Sarayı’na komşu olan Paşa Camii’nin de esasında Meryem adına bir kilise olduğu iddia edilirse de 1686 kuşatmasını tasvir eden gravürde görülen kubbeli cami eğer o ise kilise mimarisine benzediği pek söylenemez. Bu yapıya Türk üslûbunda bir minare ilâve edilmişti. Evvelce Magdalene Kilisesi olan ve bir minare ilâvesiyle camiye çevrilen Orta Cami çarşı içinde bulunuyordu. Franzisken rahiplerinin kilisesi olup camiye dönüştürülen Fethiye Camii 1686’daki kuşatma sırasında büyük ölçüde hasar görmüştü. Günümüze minberinin küçük bir parçası kalmıştır. Büyük Cami ise şehrin baş kilisesi (katedrali) idi. 1686’da harap olmuşsa da tamir edilerek kilise yapılmıştır. Çan kulesi minare yapılan bir kilisenin resmi eski bir gravürde açık şekilde görülür. İç kaledeki küçük fakat sanatlı Murad Paşa Camii temelden bir Türk yapısı idi. Saray şapeli de tahrir defterlerine göre mescide çevrilmişti. Daha başka camilere dair kaynaklarda bilgiler varsa da bunların kurucuları ve yerleri belli değildir. Nitekim 1559 tarihli defterde bir Hüsrev Paşa Camii adına rastlanır. Bunun da evvelce bir Dominiken kilisesi olduğu söylenir. Fakat kilisenin olduğu gibi mi camiye çevrildiği, yoksa yıkılıp yerine mi bir cami inşa edildiği bilinmemektedir. Budin’in kaybından duyulan üzüntüyü dile getiren bir destanın ikinci dörtlüğünde, “Budin içinde uzun çarşısı / Orta yerde Sultan Mehmed Camisi / Kâbe sûretine benzer yapısı / Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i” ifadesiyle anılan Sultan Mehmed Camii (III. Mehmed olmalı) hakkında hiçbir bilgi yoktur. Bu belki de kaynaklara başka adla geçmiş olan bir caminin sonraki adıdır.

Budin’de önemli bir ibadethâne de Mustafa Paşa Camii idi. Mimar Sinan’ın eserlerinin adlarını veren Tezkiretü’l-ebniye’den öğrenildiğine göre bu kubbeli cami Sinan’ın eseridir. Tuna üzerindeki köprünün başında Köprübaşı Camii vardı. Varoşta Hacı Safer Camii, Osman Bey, Rüstem Paşa ve Hacı Ahmed Ağa camilerinin de adları bilinir. En büyük Türk kabristanı ise eski gravürlerde görüldüğü gibi Gülbaba Türbesi etrafında bulunuyordu.

Osmanlı hâkimiyeti sırasında burada inşa edilen ilk eser, 1526’da on gün içinde yapılan Tuna üzerindeki köprüdür. Budin’i


Peşte’ye bağlayan bu köprü başlangıçta geçici olarak kayıklar (tonbaz) üzerinde kurulmuştu. Tuna köprüsü sık sık yenilenmiş, tamir edilmiş, 1598’de tahrip edilmiş, 1602’de Tuna akıntısına bırakılan bir ateş kayığı ile yakılmaya çalışılmış, nihayet 1686’da Budin düşerken Türkler bu köprüden çekilmişler ve arkalarından bunu yakmışlardır. Yetmiş kadar kayık üzerinde kurulu olan köprünün ortasında ikişerden dört kayık zincirlerle bağlı olarak gerektiğinde açılıyordu. Köprünün muhafazası bir ağa ve kethüdâ idaresindeki köprücülere emanet edilmişti.

Budapeşte camilerinden günümüze hiçbir şey kalmamıştır. Yalnız ünlü Avusturyalı mimar Fischer von Erlach’ın (ö. 1723), mimarlık tarihi kitabında (Entwurff einer historischen Architectur, Wien 1721, lv. 85) Peşte’deki bir caminin resmi vardır. Sağ tarafında ince ve uzun gövdeli bir minaresi olan cami, klasik dönem Osmanlı-Türk mimarisindeki kare mekân üstünde sekizgen bir alt kasnağı örten tek kubbeli yapılar tipindedir. Budin kaybedildikten çok sonra 1770’e doğru çizilen bir resim ise Osman Bey Camii olarak teşhis edilmiştir. Desen Türk mimarisini tanımayan acemi bir elden çıkmış olmakla beraber bunun da kare mekân üstünde sekizgen kasnaklı ve kubbeli bir cami olduğu, sağında ince, uzun bir minarenin yükseldiği görülmektedir. Yıllardan beri metrûk ve bakımsız kalan cami, o tarihlerde otlar bürümüş bir harabe durumundaydı. Kuşatma sırasında 1686’da çizilen ve üzerinde L. N. de Hallart ile M. Wening’in imzaları bulunan güzel bir gravürde ise eski kral sarayı harabesinin hemen yanında enlemesine dikdörtgen planlı ve minareli bir cami resmedilmiştir. Evvelce üstünün ahşap sakıflı olduğu anlaşılan bu cami top atışları sebebiyle yandığından üstü açık dört duvar halinde görülmektedir. Mimarisi klasik sakıflı camiler tipine tamamen uygun olan bu ibadet yerinin Murad Paşa Camii olması kuvvetle muhtemeldir. Böylece önceden bir kilise olması ihtimali ortadan kalkar. Aynı gravürün en ön planında başka bir caminin sadece minaresinin şerefeden yukarısı görülmektedir. Bunun da Mimar Sinan’ın eseri olan Mustafa Paşa Camii’ne ait olduğunu sanıyoruz. Bu camiye ait bir Kur’ân-ı Kerîm Almanya’da Leipzig’de bulunmuştur. Cami 1749’da yıktırılarak yerine bir kilise yapılmıştır. Aynı resmin en sağ kenarında görülen, binası ve minare külâhı yanmış cami ise Hacı Safer Camii’dir. Daha yukarıda Tuna kıyısında sağlam kalmış durumda kubbeli bir cami daha vardır (Paşa Camii ?). Budin camilerinden yalnız bir tanesinin, Toygun Paşa Camii’nin bazı izleri 1972’de meydana çıkarılmıştır. 1686’da sağlam halde Avusturyalılar’ın eline geçen cami Kapuzin rahiplerine verilerek kiliseye çevrilmiş, 1770’te ise kısmen yıkılarak şimdiki kilise inşa edilmiştir. Ancak duvarların bütünüyle yıkılmadığı, kıble cephesinin çok ufak bir parçasının kilisenin duvarları içinde gizlendiği son yıllarda anlaşılmıştır. Burada mihrabın mukarnaslı bir parçası, kaş kemerli alt ve üstteki küçük pencere ile minberinin duvarda bıraktığı iz meydana çıkarılmıştır. Kesme taştan inşa edilmiş oldukça büyük bir cami olduğu anlaşılan Toygun Paşa Camii’nin evvelce kare bir plana sahip olduğu ve üstünün kubbe ile örtülü bulunduğu anlaşılmaktadır.

Budin’deki türbelerin adları bilinmekle beraber bir tanesi dışında bunlardan hiçbir şey kalmamıştır. Kalede Siyavuş Paşa burcu üstünde son Budin beylerbeyi Abdurrahman Paşa’nın sembolik kabri, kahramanca dövüşerek şehid olan bu yaşlı vezire Macarlar’ın gösterdiği saygının işareti olarak yakın tarihlerde yapılmıştır. Ahmed Bey, Arslan Bey, Bâlî Paşa, Gürz İlyas Baba, Hızır Baba, Hindî Baba, Kalaylıkoz Ali Paşa, Miftah Baba, Muhtar Baba, Mimar Sinan’ın eseri Sokullu Mustafa Paşa, Velî Bey kabir ve türbeleri de hiçbir iz bırakmadan kaybolmuştur. Kral sarayındaki Frenk Kulesi’nden aşağıya uzanan yamaçta, son yıllarda, çeşitli yerlerde bulunan Türk kabir taşlarının yalnız kavukları sunî bir mezarlık şeklinde düzenlenerek dikilmiştir. Bu on dokuz kavuk işçilik bakımından oldukça kaba olup bilinen Osmanlı mezar kavuklarına nisbetle hayli sadedir. Türbe ve kabirleri olan velîlerin hepsinin çevrelerinde onların adlarına kurulan tekkelerden de bir iz bırakılmamıştır. Budin’de bugün duran tek türbe, Türk şehrinin mânevî koruyucusu olduğuna inanılan Gülbaba’ya aittir (bk. GÜLBABA TEKKESİ ve TÜRBESİ). Türbe Rozsadómb (Gül tepesi) denilen yüksekçe bir yerde 1543-1548 yılları arasında Mehmed Paşa tarafından inşa ettirilmişti. Budin’de kılınan ilk cuma namazının ardından vefat ettiği bildirilen Gülbaba’nın türbesinin yanında büyük ve zengin vakıflı bir de Bektaşî tekkesi vardı. Şehrin Türk kabristanı da çevrede uzanıyordu. 1686’da Budin elden çıktıktan sonra tekke ve türbe 1690’da Cizvitler’e verilmiş, onlar da tekkeyi yok edip türbeyi mimarisini bozacak şekilde değiştirerek kilise yapmışlardır. Geçen yüzyıl içlerinde türbe ve etrafı özel mülkiyete geçmiş, Sultan Abdülaziz Avrupa seyahati dönüşünde 31 Temmuz 1867 günü


türbeyi ziyaret ettiği gibi, 1877’de başlarında Mustafa Tâhir Bey, Şeyh Süleyman Efendi, Hoca Mehmed Efendi, Çaylak lakabı ile tanınan Mehmed Tevfik Efendi’nin bulunduğu kalabalık bir Türk heyeti de burayı ziyaret etmiştir. Bu vesile ile çizilen gravürde türbenin içinin tamamen çıplak olduğu görülmektedir. 1885’te Osmanlı Devleti türbeyi bir dereceye kadar tamir ettirmiş, fakat yüzyılın sonlarına doğru Wagner adında biri türbenin etrafına Neo-Rönesans üslûbunda bir galeri yaptırarak binayı avluda bırakmıştır. I. Dünya Savaşı yıllarında 1916’da İstván Möller tarafından tekrar tamir edilen türbe, 1965’ten sonra daha ciddi şekilde restore edilerek Türk hükümetinin gönderdiği bazı eşya ile döşenmiş ve ortaya bir de sanduka konulmuştur. Wagner Galerisi yıkılıp kaldırılarak türbe küçük bir parkla çevrilmiştir. Bu arada esas mimarisine aykırı düşen bazı unsurlar da yok edilmiştir.

Önemli bir serhad kalesi olan Budin tahkimatının kalan parçalarında Türk dönemine ait bölümlerin tesbiti oldukça zor bir çalışma gerektirir. Yalnız bazı burçların Türk devrindeki adları bilinmektedir (Karakaş Paşa, Kızılelma, Kasım Paşa, Ekşiaş, Velî Bey, Toprak Kule, Siyavuş Paşa, Mahmud Paşa, Murad Paşa burçları). Surların (veya kulelerin) üzerlerinde evvelce mevcut olan Türk devrine ait kitâbelerden iki tanesi yerlerinden sökülmüş olup şimdi Macar Millî Müzesi ile Şehir Müzesi’nde muhafaza edilmektedir. Bunlardan 1078 (1667-68) tarihli olanı Beylerbeyi Kasım Paşa adınadır ve Sıdkı mahlaslı bir şair tarafından düzenlenmiştir. Ortasından kırık olan bu kitâbenin alt kısmı önceden beri biliniyordu. Üst parçası ise sonraları bir evde bulunarak tamamlanmıştır. Diğer kitâbe 1079 (1668-69) tarihli olup Mahmud Paşa Kulesi’nden sökülmüştür (metinleri E. H. Ayverdi tarafından neşredilmiştir). Tuna kıyısında 1566-1578 yılları arasındaki beylerbeyiliği sırasında Sokullu Mustafa Paşa tarafından bir bent ile birlikte yaptırılan baruthâne ise Budin elden çıktıktan sonra “Kral değirmeni” adıyla geçen yüzyıl içlerine kadar kullanılmıştır. Eski gravürlerden, bunun dört köşesinde dört kulesi olan kare planlı hisar görünümünde bir yapı olduğu anlaşılır. Evliya Çelebi’nin buraya geldiğinde harapça bir halde gördüğü bedesten, tahminimize göre Rodos ve Kıbrıs’ta da olduğu gibi bedestene çevrilmiş eski bir bina olmalıdır. Bugün yeri bilinmediği gibi izi de yoktur.

Budin’de Toygun Paşa Camii yanında aynı kişinin vakfı olan hamamdan başka Orta Hisar’da da suyu Tuna’dan sakalarla taşınan (?) küçük bir hamamın varlığının bilinmesine karşılık çok sayıda ılıca bulunmaktadır. Roma devrinden beri bilinen sıcak su kaynakları Osmanlı idaresi sırasında mükemmel ılıca tesisleri haline getirilerek kullanılmıştır. Evliya Çelebi sekiz ılıcadan bahseder. Bunlardan dört tanesi sonraları çok değişikliğe uğramakla beraber Türk mimari karakterindeki özlerini muhafaza etmektedir. Horozkapısı, Mustafa Paşa, Debbağhâne ve Velî Bey ılıcaları bugün mevcuttur. Baruthâne yakınında olan Baruthâne ılıcasından ise görünürde bir iz kalmamıştır. Evliya Çelebi’nin “... ol kadar tekellüflü değildir...” diyerek bahsettiği bu ılıca Lukács adıyla anılmakta ve sıcak suyu kullanılmaktadır. Türk devrine ait olan, fakat kaynaklarda geçen adlarının teşhisi hususunda tereddütler bulunan, mimarileri bugün görülebilen dört büyük ılıcadan Debbağhâne ılıcası günümüzde Rács kaplıcası olarak tanınır. Etrafı XIX. yüzyıl mimari üslûbunda bölümlerle sarılan tesisin tam ortasında kalan esas sıcak suyun toplandığı Türk yapısı kısım kare planlıdır. Bunun içi sekizgen şeklinde düzenlenerek dikdörtgen şeklinde sekiz niş ortaya çıkmıştır. Bunların kemerleri sivri Türk kemerleridir. Üstünü ise 10,50 m. kadar çapında bir kubbe örter. Ortada yine sekizgen, mermer döşeli tamamen modern bir havuz vardır. E. Hakkı Ayverdi’nin tesbitine göre girişin önünde esas mimariye ait beşik tonozlu bir ılıklık mekânı vardır. Bunların dışındaki bütün aksam moderndir. Horozkapısı ılıcasının Király ılıcası adıyla anıldığı söylenmektedir. Bunun da etrafı modern eklerle sarılmış olmakla beraber iki duvarı ile kubbeleri açıkta olduğundan görülebilir. Bu kısımlar Türk mimarisine bir dereceye kadar uygun biçimde 1958-1960 yıllarında restore edilmiştir. Bu yapı da kare planlı ve içinde sivri kemerli nişler olan bir ana mekâna sahiptir. Giriş kısmında tonozlu ılıklık bölümleri bulunur. Ana kubbe 10 m. kadar bir çapa sahiptir. Havuzlu mekânın sonunda, ortada aynalı tonozlu bir eyvan ile yanlardaki kubbeli iki küçük halvet vardır. Böylece önceki yapıdan farklı bir plan gösterir. Bazılarına göre bu ılıca Yahyâ Paşa oğlu Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Fakat yaygın görüş, Sokullu Mustafa Paşa’nın eseri olduğu yolundadır. Bu görüş doğru olduğu takdirde 1566-1578 tarihleri arasında, onun beylerbeyilik makamında iken inşa edilmiş olması gerekir. Ilıca 1686’dan sonra birkaç defa sahip değiştirmesinin ardından Király ailesinin mülkiyetine geçmiş ve çeşitli ilâvelerle etrafı sarılmıştır. 1958-1960 yıllarındaki tamirde şimdiki görünümünü almıştır. Ayrıca ılıcanın yakınında evvelce Osman Bey Camii’nin bulunduğu tesbit edilmiştir.

Budin’in en önemli kaplıca yapısı ise Sokullu Mustafa Paşa tarafından yaptırıldığı kabul edilen Yeşildirekli ılıcadır. Evliya Çelebi’nin oldukça etraflı şekilde tarif ettiği bu bina Rudasa kaplıcası olarak adlandırılmaktadır. Burada da kare ana mekân, içeride havuzun etrafında sekiz taş pâyenin taşıdığı kesme taştan sekiz sivri kemerle sınırlanmış ve bunun üstü büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Dolayısıyla burada duvarlarda nişler yoktur. Ortadaki sütunlu halka ile dış duvarlar arasında bir çevre dehlizi dolaşır. Köşelerde Türk yapı sanatının başta gelen unsurlarından olan mukarnaslı pandantifler işlenmiştir. Ilıcanın bir tarafında modern ekler olmakla beraber dış duvar tekniği iki cephede görülebilmektedir. Evvelce binanın önünde bir soyunma yeri (camekân) bulunduğuna ihtimal verilir. Ana mekânın iki ucunda da bir tarafta beşik tonozlu, diğer tarafta kubbeli bölümler olduğu E. Hakkı Ayverdi tarafından ileri sürülmüştür.

Budin’de bugün işler durumdaki dördüncü eser Velî Bey ılıcası denilen tesis olup şimdi Czasar ılıcası olarak tanınır. Evvelce içinde olan kırmızı renkte bir taş levhaya işlenmiş uzun kitâbesi, bunun Budin Beylerbeyi Sokullu Mustafa Paşa tarafından 977’de (1569-70) yaptırıldığını bildirir. Buraya Velî Bey’in adının niçin


verildiği ise bilinmemektedir. Âşık Mehmed Menâzırü’l-avâlim adlı eserinde (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2421, vr. 103, Ayverdi’den naklen) bu ılıcayı, “Medîne-i Budin’in bir kenarındadır ki Velî Bey kaplıcası demekle müteâriftir, âbı mu‘tedilü’s-suhûnedir... ve bu germâbın dahi menbaında kârgir kubbe-i kebîre ile bir camekân ve kârgir kubbe-i kebîre ile bir dârü’l-gusl mebnîdir ve dârü’l-guslün içinde bir havz-ı kebîr ve etrâf-ı havzda on altı adet hucerât ve her birinde lâ-yenkatı‘ mâ-i cârî kurnalar bina olunmuştur” cümleleriyle anlatır. Viyanalı mimar Fischer von Erlach da 1721’de basılan kitabında bu ılıcayı planı, kesiti ve dış görünüşü bakımından “Arap mimarisinin (!) mükemmel bir eseri” olarak nitelendirmiştir. Kaplıcanın bitişiğine sadece iki cephesi açıkta bırakılarak 1860’ta inşa edilen yeni ekler yapılmış ve esas dış mimarisi görülemez hale getirilmiştir. Evvelce önünde normal hamamlardaki gibi bir soyunma yeri-soğukluk ile tonozlu üç bölümlü bir ılıklık bölümü olduğu anlaşılan ana mekân, her bir kenarı dıştan 22 m. kadar olan bir kare biçimindedir. Bunun ortasında 11 m. çapındaki kubbeyi taşıyan sekizgen kasnak yapılmıştır. Sekizgen, uçlarında pilasterler bulunan duvarlar halinde olup dört eyvan ile dikdörtgen şeklindeki beşik tonozlu çevre mekânlarına açılır. Sekizgenin diğer dört yüzünde ancak 1,10 m. derinliğinde nişler bulunur. Başlıkları mukarnas biçiminde işlenen köşe pâyelerinin üzerlerinde kesme taştan sivri kemerler kubbeyi taşır. Dört köşede ise kubbeli dört halvet hücresi vardır. Eyvanların arkasındaki dört mekânın köşelerinde zengin mukarnaslar bulunur. Bunların yarım kubbeleri dilimlidir. Bütün değişikliklere rağmen kalan izler, Velî Bey ılıcası denilen bu yapının bir vakitler zengin bir süslemeye sahip olduğunu gösterdiği gibi bina, merkezî planın en mükemmel biçimde uygulandığı bir örnek olarak hamam-kaplıca mimarisinde özel bir yere sahiptir. Budin’deki Türk mimarisinin diğer özelliklerini tesbit etmek imkânı artık kalmamıştır. Fakat ana mekânlarında Türk dönemine ait havuzlu kısımları günümüze kadar gelebilen dört ılıca, Türk su mimarisinin bu önemli çeşidinin birbirinden az veya çok değişik örneklerini ortaya koyması bakımından dikkate değer. Bu bakımdan Türk ılıca ve hamamları incelendiğinde Budin’deki eserler ihmal edilmemelidir.

0BİBLİYOGRAFYA:

Evliya Çelebi, Seyahatnâme, VI, 214-251; Fischer von Erlach, Entwurff einer historischen Architectur, Wien 1721, lv. 85; Flügel, Handschriften, II, nr. 1306, 1401, 1406; A. Veress – V. Kuzsinsky, Grôf Marsigli olasz hadi mérnök jelentései Zs térképei Budavár 1684-1686-iki astoromairoàl, Visszafoglalásáról és helyrajzáról..., Budapest 1906 (şehrin Marsigli tarafından elde edilen planları Veress, başlıca eserleri ise Kuzsinsky tarafından işlenmiştir. Bunların arasındaki iki Türk planını da E. Karácson açıklamıştır. krş. Halil Edhem [Eldem], TOEM, V/26 (1914), s. 118 vd.); E. Foerk, Török Emlékek Magyarországban, Budapest 1918; W. Björkman, Ofen zur Türkenzeit, Hamburg 1920; Türk-Macar Kılavuzu (nşr. Macar Turizm İşleri Müşavirliği ve Budapeşte Turizm Dairesi), Budapest 1933; B. von Timon v.dğr., Törökhoàdoltság-Korabeli okmányok a Magy. kir. Hadılevéetarban, Budapest 1936; A. Medriczky, Les bains de Budapest à travers les âges, Budapest 1942; G. Gerö, Buda, Török Müemlékei, Budapest 1957; a.mlf., Az OszmánTörök építészet Magyarországon, Budapest 1980; L. Gerö, A Budai Vár, Budapest 1962; J. Molnár, Macaristan’daki Türk Anıtları, Ankara 1973, s. 14, 17-19, 47-48; a.mlf., “XVI. ve XVII. Yüzyılda Budin Şehrindeki Gemili Köprü”, Ön Asya, VI/70-71, Ankara 1971, s. 11-12, 22; Tayyib Gökbilgin, “Türk İdaresinde Budin”, Atatürk Konferansları, Ankara 1975, V, 163-178; Ayverdi, Avrupa’da Osmanlı Mi‘marî Eserleri I, s. 78-150; Pars Tuğlacı, Osmanlı Şehirleri, İstanbul 1985, s. 329-332; Rumbeyoğlu Fahrettin, “Gül Baba”, TOEM, III/15 (1912), s. 962-965; L. Fekete, “Souvenirs Turcs en Hongrie”, Nouvelle Revue de Hongrie, Budapest 1943; a.mlf., “Gül Baba et le Bektaši derk’âh de Buda”, Acta Orientalia, IV, Budapest 1955, s. 1-3; a.mlf., “La vie à Budapest sous la domination turque, 1541-1686”, Journal of World History, VIII, London 1964, s. 525-547; Cavid Baysun, “Budin”, İA, II, 755-757.

Semavi Eyice