BÖRK

Genel anlamda eski Türk başlığı.

Etimolojisi tartışmalı olan börk kelimesinin bilinen en eski kullanılışına, Kuzeydoğu Türkistan Uygur Hâkanlığı devrinden kalma, en erken IX. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen bir “alkış” (hükümdara dua) metninde rastlanmaktadır (Zieme, s. 135). Ancak kelimenin daha eski olduğu veya börk için başka isimlerin kullanıldığı tahmin edilebilir (Doerfer, II, 289-290); çünkü milâttan önceki devrelere ait Kuzey İç Asya mezarlarında çıkan eşya ve tasvirlerle VI. yüzyıldan itibaren yapılan Türk sanat eserlerinden, sonraları tesbit edilen börk şekillerinin hemen tamamının çok önceden mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Çin kaynaklarında kuzeyli kavimlerin giydikleri başlıklara genel olarak “hu (kuzeyli yabancı) başlığı” denilmektedir (Eberhard, s. 83-86). Hayatlarının büyük bir kısmı at üstünde geçen Kuzey Asyalı kavimler, başlarını güneşten ve soğuktan koruyan, ön ve arkalarında siperleri, yanlarında kulaklıkları bulunan kürk, deri, yün ve keçe börkler giymekte idiler. Bu börkler çeşitli renk ve şekillerde oldukları gibi kişinin mertebesine göre az veya çok süslü de olabiliyorlardı ve kadın börkleri genellikle daha süslü idi.

Börkün geçirdiği safhaları dört bölümde incelemek mümkündür.

1. İslâmiyet Öncesi Devir. Milâttan önceki yüzyıllara ait Kuzey Asya mezarlarından çıkan eserler üzerinde ve Çin kabartmalarında yer alan Hun tasvirlerinin başlarıyla, Göktürkler’le Uygurlar’a ait tanrı, hükümdar heykel ve tasvirlerinde görülen börkler taca benzemektedir (Esin, Proceedings of the IXth Permanent International Altaistic Conference, s. 76-83, 94-108). Bu başlıkların taca benzemesinin sebebi, siper ve kulaklıklar için dilimlenmiş olan kenarın yukarı kalkık resmedilmesidir. Kenarın aşağı devrik resmedilmesi sonucundaysa börk, yapraklı çiçek kadehini andırmakta, bu sebepten de Budist Uygur eserlerinde tanrıların başında önden üç üçgen dilimi görülen bu başlığa, Sanskritçe padma “nilüfer” denilmekte ve ayrıca başlık güneşe de benzetilmektedir. Göktürk sanatında bu börk, Kültigin (ö. 732) heykellerinde ve ana tanrıça Umay’ı tasvir ettiği sanılan kaya resimlerinde görülmektedir. VIII. yüzyıl Çin kaynaklarında Uygur hâkanının giydiği bildirilen “hu başlığı”nın da taç şeklinde olması muhtemeldir; çünkü bazı metinlerde Uygur hâkanlarının tacından söz edilmektedir (Esin, a.g.e., s. 86). Yine yazılı belgelerden, hükümdar börklerinin kürkten yapıldığı ve altın tezyinatla süslendiği de öğrenilmektedir. Doğu Hun hükümdarının başlığı gibi, VI-VIII. yüzyıllardaki Kırgız beylerinin kürk kalpaklarının da altın dairelerle süslenmiş oldukları bilinmektedir.

2. İlk İslâmî Devir. Börk karşılığı olarak Arapça metinlerde kalensüve Türkiyye (Türk külâhı) veya kalensüve Şâşî (Taşkent külâhı) yahut kalensüve Bulgarî (Bulgar külâhı; Bulgar, Etil kıyılarındaki bir Türk şehrinin adıdır; Togan, s. 174-178) gibi adlara rastlanmaktadır. Türkistan İslâm ulemâsı ilk dönemlerde Arap sarığını benimsemeyip kendi mahallî başlıklarını giymeye devam etmişlerdir. IV. (X.) yüzyılda İmam Mâtürîdî’nin gemiye benzetilerek “zevrakçe” denilen başlığının bu benzetmeden kenarlı börk olduğu anlaşılmaktadır (Esin, İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslâmiyete Giriş, s. 154-155). Türk asıllı ünlü filozof Fârâbî’nin de aynı asırda Türk tarzında (Türkâne) bir kalensüve giydiği bilinmektedir (Togan, s. 175). Yine bu yazılı kaynaklardan Derbend Türkleri’nin ak keçeden kenarlı börk, Horasan Türkmenleri’nin de bugün olduğu gibi keçe veya kürkten kenarsız ve yüksek bir başlık giydikleri öğrenilmektedir.

3. Hâkanî Türk Devri. V. (XI.) yüzyıl Hâkanî Türk metinleri börk hakkında geniş bilgi vermektedir. Bu bilgilere göre börk kelimesi “kubbe” mânasına da geliyordu ve giyenin başı (mevkii) yükseldikçe börkü daha büyük olmakta idi. Hâkanî Türk devrinden kalma bir tunç hokka üzerindeki hükümdar tasvirinin başında Horasan Türkmenleri’nin giydiği gibi yüksek ve sivri bir külâh görülmektedir (Esin, Proceedings of the IXth Permanent International Altaistic Conference, lv. IX). Buna göre Kâşgarlı Mahmud’un bahsettiği “sukarlaç börk” (uzun külâh, Ar. kalensüve tavîl) böyle bir başlık olabilir (Dîvânü Lugati’t-Türk Tercümesi, I, 493). Yine Kâşgarlı Mahmud bazı börklerin ipekten yapılıp altın varaklarla süslendiğini bildirmektedir (a.g.e., III, 200, 351-352). Kâşgarlı Mahmud’un verdiği bilgiye göre, “kızıglıg (kıyılı) börk” adı verilen börkler, “börkçi” denilen zenaatkârlarca mukavvadan veya balçıktan “kubbeli fırın” şeklinde hazırlanan yang (Çince “biçim, tarz”) isimli kalıp üzerinde biçildikten


sonra elde dikilerek yapılmakta idi (a.g.e., III, 361). Kıyılı börkün mübalağalısı olan ve çevresinde kanat şeklinde kesilmiş geniş siper veya kenarları bulunan börk cinsine ise “kuturma” (kuturmak: olağan ölçüleri aşmak; Clauson, s. 605) deniyordu (Dîvânü Lugati’t-Türk Tercümesi, I, 490). Uygur hâkanının tacına verilen “didim” ( < Gr. diadyma) adı Hâkānî Türkçesi’nde gelin başlığına çevrilmişti (a.g.e., I, 397). Hâkānî hükümdarları taç da giymekte idiler; ancak bu tacın üçgenlere bölünmüş yukarı kalkık kenarı taç gibi duran börk olabileceği, Hâkānî sülâlesinin henüz mevcut bulunduğu VII. (XIII.) yüzyıldan kalma bir kitap resminden tahmin edilebilmektedir (Esin, Proceedings, s. 101).

4. Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı Devirleri. Selçuklu sultanlarının tahta çıkarken giydikleri “külâh-ı Keykubâdî” adı verilen başlıkları, II. Tuğrul’un bir resminden anlaşıldığına göre, yumuşak ve şeritlerle başa bağlanan bir börk ile onun üstüne oturtulan altından veya altın sırma işlemeli kumaştan yapılmış bir taçtan meydana geliyordu. Nitekim kendisi sarık giyen Selçuklu Veziri Nizâmülmülk, sultanın hem börkünden hem tacından bahsetmektedir (Esin, a.g.e., s. 74). Taç şeklindeki hükümdara mahsus başlık Selçuklular’da da güneşe benzetilmiştir (İbn Bîbî, s. 252; Yazıcızâde Mehmed, s. 196). Bu devirde börk kelimesi “taç” ve “kubbe” mânalarına gelmeye devam etmiştir ve Kalenderî şeyhi Barak Baba’nın gökkubbeye börk dediği görülmektedir (Yunus Emre Divanı, s. 264). Anadolu Selçukluları’nda taca benzer börk dervişler, şeyhler ve ahîler tarafından giyilmiş, yine “zevrakçe” adıyla da anılmış ve ayrıca astrolojik müşahhas tasavvurlara da teşmil edilmiştir. Osmanlı devrinde biraz değiştirilerek kenarı börkün alt kısmı (lenger) şekline sokulan taç biçimindeki derviş başlığı yine güneşe benzetilip “âftâbî kiçe (keçe)” adıyla da anılmıştır (Evliya Çelebi, X, 95). Osmanlı Türkçesi’nde “üsküf” denilen bu başlık melek tasvirlerinde de görülür (Esin, a.g.e., s. 80-83, 102-103). Börkün bu şekli veya dilimli kenarı aşağıya çevrilen ve yine şairlerce çiçek kadehine benzetilen cinsi saraylılar ve kadınlar tarafından da giyilmiş, ayrıca melek tasvirlerinde de yer almıştır. Osmanlı sülâlesi mensuplarının ilk devirde giydikleri “Horasânî serpuş”, üzerine tülbent sarılmış kenarsız Horasan Türkmen börkü olsa gerektir. Osman Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’nın sırmayla işlettiği, bir cins Mevlevî külâhı sayılabilecek başlık da yine üsküf adını almıştı (Hoca Sâdeddin, I, 39-40). Aynı devirde Anadolu dışında Timuroğulları ve çeşitli Türkmen sülâleleri taç börk giymeye devam etmişlerdir (Esin, a.g.e., s. 103-104). Selçuklu devrinden kalma çeşitli sikkelerde taç şeklinde börk görülmekle birlikte dilimsiz veya ancak önde dilimi bulunan kenarlı börklere de çok rastlanmaktadır. Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı geleneğinde, her tahta çıkan hükümdar kendine ve saray mensuplarına mahsus yeni bir başlık şekli tayin ediyor ve bu şekil resmen ilân ediliyordu (Yazıcızâde Mehmed, s. 73, 378; Hoca Sâdeddin, I, 39-40). Selçuklu devrinde yeni sultanın cülûsu münasebetiyle tâbi beylere “düğmeli nevrûzî la‘l-börk” veya “nevrûzî la‘l-börk” dağıtılırdı (Yazıcızâde Mehmed, s. 37, 73). Ölen hükümdarın cenaze merasiminde ise onun devrine ait olan börkler son defa ve “maklûb” (önü arkasına çevrilmiş) olarak giyilmekte idi. La‘l renginde açık kırmızı börk Beylikler devrinde de beylere mahsustu ve onlardan ayrı olmak isteyen Orhan Gazi kendisi ve hasları için “ak börk”ü seçmişti (Âşıkpaşazâde, s. 139, 205-206; Neşrî, I, 154); ak börkün altına da arkası uzun bir iç takye (arakçîn) giyilirdi. Yeniçerilerin ak börkü de aynı devirde ihdas edilmiş ve adına “elif börk” denilmişti. Yeniçeri börkünün Bektaşî tarikatıyla ilgisi olduğuna dair çeşitli rivayetler bulunmakta ise de (Âşıkpaşazâde, a.y.; Neşrî, a.y.) bu börkün, VIII. yüzyıla tarihlenen Türkistan’daki bir kaya resmine göre eski bir Oğuz börkünün ihya edilmiş şekli olması kuvvetle muhtemeldir (Esin, A History of Pre-Islamic and Early Islamic Turkish Culture, lv. XLVI/B). Yeniçerilerden başkalarının da ak börk giyme âdeti, Yıldırım Bayezid’in tekrar la‘l börk geleneğine dönmesine kadar devam etmiştir (Hoca Sâdeddin, I, 39-40). Murad Hüdâvendigâr devrinde solaklara (padişah muhafızı) ve yeniçeri bölükbaşılarına giydirilen üsküfler, Fâtih zamanında ise padişahın ve mertebe sahiplerinin giydikleri la‘l börkler sırmayla işlenmişlerdir.

BİBLİYOGRAFYA:

Dîvânü Lugati’t-Türk Tercümesi, I, 349, 397, 490, 493, 496; II, 93, 281; III, 175, 200, 336, 351, 361; Tarama Sözlüğü, Ankara 1963, I, 667-669; Doerfer, TMEN, II, 289-290; Clauson, Dictionary, s. 605; Yunus Emre Divanı (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1965, s. 264; İbn Bîbî, el-ǾAvâmirü’l-Ǿalâǿiyye, s. 246, 247, 248, 252; Yazıcızâde Mehmed, Târîh-i Âl-i Selçuk (nşr. M. Th. Houtsma), Leiden 1902, s. 37, 73, 196, 378; Âşıkpaşazâde, Târih, s. 139, 205-206; Neşrî, Cihannümâ, I, 154; Hoca Sâdeddîn, Tâcü’t-tevârîh, I, 39-40; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, X, 95; Zeki Velidî Togan, Ibn Fadlān’s Reisebericht, Leipzig 1939, s. 174-178; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 55, 218; C. Mackerras, The Uighur Empire (744-840), Canberra 1968, s. 17; Emel Esin, “Bedük-börk”, Proceedings of the IXth Permanent International Altaistic Conference, Napoli 1970, s. 74, 76-83, 86, 94-108; a.mlf., İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslâma Giriş, İstanbul 1978, s. 154-155; a.mlf., A History of Pre-Islamic and Early Islamic Turkish Culture, İstanbul 1980, lv. XLVI/B; W. Eberhard, “Lokalkulturen in alten China”, TP, XXXII (1942), s. 83-86; P. Zieme, “Mengi Bulzun”, TKA, XIV/1 (1986), s. 135; W. Björkman, “Kalensüve”, İA, VI, 129-130.

Emel Esin