BEYİT

البيت

İran ve Türk Edebiyatı. Beyit, bu iki edebiyatta, bilhassa ilk dönemlerde ve sonraları kendine mahsus birtakım özelliklere sahip olmakla birlikte, Arap edebiyatındaki şekli ile ele alınmış ve yüzyıllar boyunca genel hatları itibariyle bu edebiyattaki yapısı ile incelenmiştir. Bu bakımdan her üç edebiyatta da ortak ve müşterek bir yapı göstermiştir. İslâmiyet’ten önceki Türk edebiyatında nazım şekilleri esas itibariyle dörtlüklere dayanmakla beraber daha basit şekillerin, iki mısradan oluşan beyitlerin bulunması da muhtemeldir (İA, I, 644). Ancak Beyit esas olarak Arap edebiyatından Fars ve Türk edebiyatlarına geçmiş ve klasik Türk edebiyatında da bir nazım birimi olarak asırlarca kullanılmıştır. Beyitlerde genellikle mâna bütünlüğü aranır, yani bir beyit ister bir manzumenin parçası, ister tek başına olsun bir mânayı tam olarak ifade eder. Ancak son devir İran ve Türk edebiyatında da Batı edebiyatının etkisi ile beyit hemen hemen tamamen bozulduğu gibi yapı bakımından da parçalanmıştır. Nitekim yeni Türk edebiyatında Servet-i Fünûn şairleri gerek gramer gerekse mâna bakımından mısra ve beytin yekpâreliğini kırmışlardır.

Beyitlerin kendi aralarındaki kafiyelenişleri değişik nazım şekillerini meydana getirir. Her beyti kendi arasında kafiyeli nazım şekline mesnevi, ilk beyti kafiyeli, sonraki beyitlerin birinci mısraları serbest, ikinci mısraları ilk beyitle kafiyelenen şekillere gazel ve kaside denir. Bu manzumelerde mısraları kafiyeli olan beyitlere yani ilk beyte matla‘ adı verilir. Eğer matla‘ beyti birden fazla olursa bunlar matla‘-ı sânî, matla‘-ı sâlis diye sıralanır. Nâdir olarak görülen bu tür beyitlerde şair ifadeye bir yenilik ve değişiklik katmış olur ve şiirini monotonluktan kurtarır. Bu daha çok uzun manzumelerde başvurulan bir yoldur. Mısraları birbiriyle kafiyeli olmayan beyte “beyt-i hasi”, bir beytin iki mısraını kafiyelendirmeye tasrî‘, kafiyeli olan beyte musarra‘ veya mukaffâ denir. Musarra‘ beyit gazel ve kasidenin başında değil de diğer beyitlerin arasında bulunursa buna vâsıta adı verilir. Birden fazla matlaı olan kaside veya gazele zâtü’l-matla‘ veya zü’l-metâli‘ denir (Muallim Nâci, s. 154-155). Ayrıca bir manzumenin musarra‘ olmasa da ilk beytine matla‘ adı verilir (a.e., s. 160). Bir nazım şeklinde matla‘dan sonra gelen beyte hüsn-i matla‘, son beyte de makta‘ denir. Bu tabirler daha çok gazel için kullanılır. Makta‘dan önce gelen beyte de hüsn-i makta‘ adı verilir. Hüsn-i matla‘ın matla‘dan ve hüsn-i makta‘ın makta‘dan daha güzel olmasına bilhassa dikkat edilir.

Beytü’l-gazel gazelin, beytü’l-kasîd ise kasidenin en güzel beytine verilen addır. Bunlara şah beyit de denir. Mânası başka bir beyitle tamamlanan beyte beyt-i merhûn denir. Şairin adının geçtiği beyte kasidede taç beyit, gazelde ise mahlas beyti adı verilir. Kafiyeli olmayan beyitlere ferd veya müfred denildiği gibi divanların sonlarında toplanan kafiyeli fakat müstakil beyitlere de müfred denmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Kāmus Tercümesi, İstanbul 1268, I, 294-295; Ali Cemâleddin, Arûz-i Türkî, İstanbul 1291, s. 5; Muallim Nâci, Istılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1308, s. 154-155, 160; Köprülüzâde Mehmed Fuad – Şehâbeddin Süleyman, Ma‘lûmât-ı Edebiyye, İstanbul 1330, I, 108; Mehmed Rifat, Mecâmiu’l-edeb VII: Aksâm-ı Şiir, İstanbul 1308, s. 131-133; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı, İstanbul 1973, s. 27-28; M. Fuad Köprülü, “Arûz”, İA, I, 644; Nihad M. Çetin, “Arûz”, DİA, III, 428.

Kâzım Yetiş