BEYÂZÎZÂDE AHMED EFENDİ

(ö. 1098/1687)

Osmanlı âlimi ve kazaskeri.

1044 (1634) yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul kadılarından Bosnalı Beyâzî Hasan Efendi’nin oğludur. Babasının ismine izâfeten Beyâzîzâde lakabıyla anılan Ahmed Efendi medrese tahsilini İstanbul’da tamamladı ve Şeyhülislâm Ebû Said Efendi’den mülâzemet aldı. Edirne ve İstanbul’da çeşitli medreselerde müderrislik yaptı, bu arada Sahn-ı Semân ve Süleymaniye medreselerinde ders okuttu. Halep, Bursa, Mekke ve İstanbul kadılıklarında görev aldıktan sonra 1680’de Rumeli kazaskerliğine getirildi. Ahmed Efendi İstanbul Çubuklu’daki yalısında vefat etti. Mezarı Üsküdar Divitçizâde Tekkesi bitişiğinde ailesine ait türbededir.

Tarihlerde “vak‘a-i recm” olarak geçen hadise onun Rumeli kazaskerliği sırasında meydana gelmiş (1091/1680), zina isnadıyla suçlanan şahısların recmine dair kararı bizzat kendisi vermiştir. Osmanlı kaynaklarında ayrıntılı ve kısmen birbirinden farklı olarak kaydedilen recm olayı imparatorluk tarihinde tek örnek olarak dikkati çekmektedir. Kaynaklara göre, İstanbul Aksaray’da bir yeniçeri emeklisinin hanımı ile aynı semtte ipekçi dükkânı bulunan bir yahudinin zina ettikleri mahalle halkı tarafından görülmüş, durum o sırada Rumeli kazaskeri olan Beyâzîzâde Ahmed Efendi’ye bildirilmişti. Şahitler kadının yahudiyi evine aldığını ileri sürmüşler ve açık bir ifade ile her ikisini de zina halinde bulduklarına dair şahadette bulunmuşlardı. Bunun üzerine Ahmed Efendi kadının recmedilmesine, yahudinin de öldürülmesine karar vermiştir. Bazı kaynaklarda zina fiilinin şahısların ikrarları ile sübut bulmadığı ve ayrıca şahadette bulunan kimselerin de güvenilir kimseler olmadıkları gerekçesiyle kazaskerin verdiği kararın yanlış olduğu kaydedilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki Beyâzîzâde yalnızca şahitlerin sözlerine önem vermiş ve bunu ceza için yeterli görmüştür. Kadın, Sultan Ahmed Camii karşısında bulunan burmalı sütun yanında recmedilmiş, bir gün önce de yahudi öldürülmüştür (Özcan, s. 225; Silâhdar, I, 731). Recm hadisesi dolayısıyla başdefterdarlık rûznâmçe-i evvel kalemi kâtiplerinden Patburunzâde Mehmed Efendi Beyâzîzâde’yi hicvetmişti. Ancak bir süre sonra Patburunzâde küfrü icap ettiren bazı sözler sarfetmekle suçlanarak şikâyet edilmiş ve IV. Mehmed’den alınan bir fermanla öldürülmüştür. Onun için ölüm fermanının çıkarılmasında Beyâzîzâde’nin etkili olduğu ileri sürülmüştür.

Kuvvetli bir kelâm ve fıkıh bilgisine sahip bulunan Beyâzîzâde, Molla Çelebi lakabıyla meşhur olan Muhammed b. Ali el-Âmidî’den ders almıştır. İtikadî konularda Ebû Hanîfe ve Mâtürîdî’nin görüşlerine bağlı kalmış, eserlerinde de bu görüşlere genişçe yer vermiştir. Kendisi Ebû Hanîfe’nin kelâmla ilgili risâlelerinin şârihi olarak tanınmıştır. Kelâm ilminin Kur’an ve Sünnet’e dayandığını, Ehl-i sünnet kelâmcılarının kullandıkları delillerin Kur’an’dan alınmış olduğunu savunur. Ahmed Efendi, Kur’ân-ı Kerîm’de kelâmî kavram ve metodun bulunmadığını iddia edenlere de şu cevabı verir: “Fer‘î hükümlere dair âyetler sayılı iken yaratıcının varlığını ve sıfatlarını, nübüvvetin mevcudiyetini konu edinip işleyen ve inkârcıları cevaplandıran âyetler sayılamayacak kadar çoktur. Resûlullah ve ashabının bu delillerle ilgilenmediğini düşünenlere şaşarım”. Beyâzîzâde’ye göre dinde her şeyden önce öğrenilmesi gereken en önemli şey akaid konularıdır. Akaid alanında mutlak anlamda taklidi benimseyenler akıl yürütmeyi terkettikleri için âsi durumuna düşüp cezaya müstahak olmuşlardır. Selef âlimlerinden ilm-i kelâma karşı nakledilen sözlerin ehl-i bid‘at kelâmı için söylendiği bilinmelidir. Beyâzîzâde ayrıca aklı her türlü iyilik ve kötülüğün (hüsün ve kubuh) belirleyici kriteri kabul eden Mu‘tezile ile onu geri planda tutan Eş‘arîler’i eleştirir ve aklın gerçekleri anlamak için bir vasıta olduğunu kabul eder. Mâtürîdîler’le Eş‘arîler arasındaki görüş farklarının elli civarında olduğunu söyleyen Beyâzîzâde bunlardan otuz altı tanesini İşârâtü’l-merâm adlı kitabında zikreder. Ahmed Efendi, ilâhî dinlerin özünün ve inanç esaslarının bir olduğunu, itikadda neshin cârî olmadığını, sadece fer‘î ahkâmın değiştiğini belirtir.

Beyâzîzâde Ahmed Efendi aynı zamanda devrinin önde gelen ta‘lik hattatlarından olup meşhur hattat Derviş Abdi’den ders almış ve kendisinin de bazı ta‘lik meşkleri olmuştur. Müstakimzâde Süleyman Efendi onun hurde ta‘liki devrinde en iyi yazan hattat olduğunu söyler.

Eserleri. 1. el-Usûlü’l-münîfe* li’l-İmâm Ebî Hanîfe. Ebû Hanîfe’nin el-Fıkhü’l-ekber, el-Fıkhu’l-ebsat, er-Risâle, el-ǾÂlim ve’l-müteǾallim ve el-Vasıyye adlı risâlelerinde yer alan itikadî konuları kelâm kitaplarının tertibine göre bir araya getiren eserin Süleymaniye Kütüphanesi’nde çeşitli nüshaları bulunmaktadır (meselâ bk. Şehid Ali Paşa, nr. 1705/1; Lâleli, nr. 2264/7; Kılıç Ali Paşa, nr. 567/1). Süleymaniye Kütüphanesi tasnif kayıtlarında (Şehid Ali Paşa, nr. 1567/1) Usûlü’d-dîn adıyla Beyâzîzâde’ye nisbet edilmiş bulunan eserle onun el-Usûlü’l-münîfe’sinin aynı eser olduğu tesbit edilmiştir. 2. İşârâtü’l-merâm* min Ǿibârâti’l-İmâm. el-Usûlü’l-münîfe’nin şerhi olup sadece Süleymaniye Kütüphanesi’nde biri müellif hattı olmak üzere (Şehid Ali Paşa, nr. 1568) ondan fazla yazma nüshası vardır. Eser ayrıca Yûsuf Abdürrezzak tarafından neşredilmiştir (Kahire 1368/1949). 3. Sevânihu’l-mutârahât ve levâǿihu’l-müzâkerât. Kaynaklarda Halep’te kadı iken Beyâzîzâde ile Halep müftüsü Kevâkibîzâde arasında çeşitli mübâhaselerin cereyan ettiği haber verilmektedir.


Risâlede ele alınan konuların bu mübâhaseleri ihtiva etmesi muhtemel olmakla birlikte risâle tartışma üslûbu taşımamaktadır. On üç kısımdan (sâniha) meydana gelen eserin birinci ve ikinci kısmında i‘câzü’l-Kur’ân’ı konu alan Bakara sûresinin 23. âyeti, üçüncü kısmında aynı sûrenin inkârcılara dünyanın câzip göründüğünü ifade eden 212. âyeti, ondan sonraki kısımlarda ise sırasıyla Mülk sûresinin cehennemliklerin pişmanlıklarını dile getiren 10. âyeti, kelime-i şehâdet, Meryem sûresinin şirk inancını tenkit eden 92. âyeti, Yâsîn sûresinin güneş, ay, gece ve gündüzden bahseden 40. âyeti, Gafir sûresinin, Allah’ın kullara zulüm etmeyeceğini ifade eden 31. âyeti, Bakara sûresinin İsrâiloğulları’nın savaş talebiyle ilgili 246. âyeti, hüsün ve kubuh meselesi, orucun farziyeti (el-Bakara 2/185) ve nezirlerin yerine getirilmesi (el-Hac 22/29), güç yetirilemeyen konularda mükellefiyetin bulunmadığı ve sonuncu kısımda da zarûrât-ı dîniyyeden herhangi birini inkâr edenin tekfir edilmesinde âlimler arasında bir fikir ayrılığının olmadığı konusu işlenmektedir. Beyâzîzâde âyetlere dayalı olarak ele aldığı bu konularda Beyzâvî’yi esas almakla birlikte yer yer başka müfessirlerden de alıntılar yapmakta ve gramer kaidelerine dayanarak yorumlar getirmektedir. Eserin Süleymaniye Kütüphanesi’nde bir nüshası mevcuttur (Laleli, nr. 3689/2, 17 varak). Aynı kütüphanenin tasnif kayıtlarında (Giresun, nr. 110/1) Sevânihu’l-Ǿulûm adıyla geçen ve ilk sayfasında “Risâletü’s-Sevânih” şeklinde not düşülen risâle bir önceki eserin aynıdır. Bu nüshada da on üç konu aynı başlıklarla işlenmekle birlikte bazı anlatım farkları göze çarpmaktadır. Bu farkların ders sırasında öğrencilerin tuttuğu notlardan kaynaklandığını söylemek mümkündür. Yine Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Giresun, nr. 110/2) “Risâle müteǾallika bi’s-Sevânih” adıyla kayıtlı bulunan 2,5 varaklık risâle bir ilim meclisinde kendisine yöneltilen Bakara sûresinin 23. âyetine dair soruya verdiği cevaptan oluşmaktadır. Bu cevap aynı zamanda Sevânihu’l-mutârahât’ın ilk kısmına tekabül etmektedir. Aynı kütüphanede (Esad Efendi, nr. 3707/4) “Risâle fî kavlihî TeǾâlâ: Ve in küntüm fî raybin mimmâ nezzelnâ Ǿalâ Ǿabdinâ” adıyla kayıtlı bulunan 2,5 varaklık risâle de bir öncekinin farklı bir nüshasından ibarettir. Nüshalar arasında görülen farklılıklar, aynı soruya değişik meclislerde farklı ifadelerle cevap verilmiş olmasından veya öğrenciler tarafından farklı notlarla tesbit edilmiş bulunmasından kaynaklanmış olmalıdır. Bu risâleye ait Süleymaniye Kütüphanesi tasnif kayıtlarında yer almayan bir başka nüsha da Giresun bölümünde (nr. 110/1) bulunan Risâletü’s-sevâniĥ’in sonundadır (vr. 18-20). 4. Risâletü’l-bâhis ve’l-mücîb. Soru-cevap şeklinde kaleme alınmış manzum bir eser olup yirmi meseleyi içermektedir. Konular önce “bâhis” tarafından sorulur, sonra “mücîb” tarafından cevaplandırılır. Ele alınan meseleler içinde nezir, secdenin anlam ve şekli gibi fıkhî konular bulunduğu gibi isimmüsemmâ, rızık, fetret ehlinin sorumluluğu gibi kelâmî konular da yer almaktadır. Bâhisin soruları yirmi altı, mücîbin cevapları ise 106 beyitten oluşmaktadır. Eserin mukaddimesinde bâhise ait soru beyitlerinin daha çok olduğu, fakat hacmin genişlememesi için soruların yoğunlaştırılarak kısaltıldığı ifade edilmektedir. Soru ve cevap manzum olarak ve özet halinde kaydedildikten sonra konu nesir halindeki ifadelerle daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır. Eserin mukaddimesinde ifade edildiğine göre Beyâzîzâde bu risâleyi kazaskerlik döneminde görevinin verdiği gerilim ve sıkıntılardan uzaklaşmak için yazmıştır. Beyitleri “lâm” kafiyesiyle sona eren risâlenin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde mevcuttur (Lâleli, nr. 3689/1). Bu kitabın sadece bâhise ait yirmi altı beytini içeren başka nüshaları bulunduğu gibi (Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 569/4, 569/6; Şehid Ali Paşa, nr. 2759/3) sadece mücîbe ait beyitleri ihtiva eden nüshası da vardır (Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 569/5). 5. Sak (صك). Kadı tarafından düzenlenen i‘lâm ve hüccetlerin yazıya geçiriliş şeklini örnekleriyle gösteren bir eserdir. Müellif önsözde, Türkçe örnek “sak”ler yazıp kadılık vazifesine yeni başlayanlara yardımcı olmak istediğini belirtmektedir (Süleymaniye Ktp., Lala İsmâil, nr. 93). 6. MecmûǾa fi’l-mesâǿili’l-müntehabe. Eş‘arî ile hocası Cübbâî arasında geçen meşhur tartışma (bk. İHVE-i SELÂSE), ruhun mahiyeti, rüyaların özelliği, cebir ve ihtiyar gibi muhtelif konularda İslâm bilginlerinin görüşlerini dile getiren bir eser olup muhtemelen kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevaplardan oluşmuştur (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1281).

Süleymaniye Kütüphanesi tasnif kayıtlarında Beyâzîzâde’ye nisbet edilen Risâletü’t-tahkīk fi’r-red Ǿale’z-zındîk (Esad Efendi, nr. 1468/1) adlı risâle ona ait olmayıp kazaskerliği döneminde kendisine takdim edilmiştir; eserin müellifi bilinmemektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Beyâzîzâde, İşârâtü’l-merâm, s. 32, 35, 41, 46, ayrıca bk. M. Zâhid Kevserî’nin takdimi, s. 2-9; a.e., Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1140, vr. 32b-33ª; a.mlf., Sevânihu’l-mutârahât ve levâihu’l-müzâkerât, Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3689/2, vr. 36ª-37b; a.mlf., Sevânihu’l-Ǿulûm, Süleymaniye Ktp., Giresun, nr. 110/ 1, vr. 12b-14ª; Muhibbî, Hulâsâtü’l-eser, I, 181-182; III, 438; Uşşâkızâde, Zeyl-i Şekaik (nşr. H. J. Kissling), Wiesbaden 1965, s. 530-533; Silâhdar, Târih, I, 731; Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, Süleymaniye Ktp., Hacı Beşir Ağa, nr. 479, vr. 423b; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 642; Mehmed Handzic, Knjiήevni Rad Bosanskohercegovackih Muslimana, Sarajevo 1933, s. 8-9; Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 116; Ziriklî, el-AǾlâm, I, 108; Abdülkadir Özcan, Defterdar Sarı Mehmed Paşa-Zübde-i Vekāyiât (Olayların Özü), 1656-1684, Tahlil ve Metin (doktora tezi, 1979), İÜ Ed.Fak. Tarih Seminer Kitaplığı, nr. 3276, I, 225, 233.

Ahmet Zeki İzgöer – İlyas Çelebi