BERÂET &&&(البرائة)&&& Kişinin hukukî veya cezaî sorumluluğunun olmaması veya ortadan kalkması anlamında İslâm hukuku terimi.

Sözlükte “borçtan kurtulma, bir şeyden veya bir kimseden uzak kalıp onunla ilişkiyi kesme” mânalarına gelen berâet, aynı kökten türeyen ve değişik konularda


özel anlamlar kazanmış bulunan diğer bazı kelimelerle de terim olarak sıkı bir anlam birliği içindedir (bk. İBRÂ, İSTİBRÂ, MÜBÂREE).

Kur’ân-ı Kerîm’de berâet kelimesi iki yerde geçer. Bunlardan birinde (el-Kamer 54/43) “suçsuzluk, kurtuluş belgesi” anlamında kullanılmıştır. Sûreye ismini verdiği diğerinde ise (el-Berâe [et-Tevbe] 9/1) kelimenin mânası tartışmalıdır. Sûrenin ilk âyetlerinde müşriklere güven içinde bulunacakları dört aylık bir süre tanınması kelimenin “af ve kurtuluş” anlamında kullanılmasını mümkün kılsa bile daha sonraki âyetlerde bu sürenin bitiminde müşriklerle münasebetin tamamen savaş hali olacağının belirtilmesi, kelimenin “müşriklerle her türlü ilişkiyi kesme; onlardan uzak durma anlamında kullanıldığı görüşünün daha isabetli olduğunu göstermektedir. Nitekim berâetin bir türevi olan berî kelimesi de Kur’an’da daha çok bu mânada kullanılmıştır (meselâ bk. el-Enfâl 6/19; el-Haşr 59/16).

Hadislerde de berâet umumiyetle “günahtan kurtulma, bir işten veya bir zümreden uzak olma” anlamlarında kullanılmıştır. Bu arada kişinin “berâe yemini” etmesi (eğer sözünde yalancı çıkarsa İslâm’dan uzak olmasını dilemesi) yasaklanmıştır (bk. Ebû Dâvûd, “Eymân”, 9; Nesâî, “Eymân”, 7).

İslâm hukukunun umumi prensiplerinden biri de kişinin borçsuzluğunun ve suçsuzluğunun asıl olması ilkesidir. Bu, İslâm hukuk usulündeki, “Eşyada aslolan ibâhadır” kaidesinin ve “istishâbü’l-hâl” delilinin hukuka genel bir prensip olarak yansımasından ibarettir. Bundan dolayı berâet-i asliyye, kelâmda ve usûl-i fıkıhta “kişinin, şâri‘in (kanun koyucu, Allah) hükmü olmadan mükellef tutulmaması”, ceza hukukunda “suç ve cezada kanunîliğin ve kişinin suçsuzluğunun asıl olması”, borçlar hukukunda da “kişinin aksine bir delil bulununcaya kadar borçsuzluğunun esas olması” anlamına gelir. “Berâet-i zimmet asıldır” (Mecelle, md. 8) şeklinde ifade edilen küllî kaide de bilhassa bu son anlamdadır.

Özel borç ilişkilerinde ise berâet “kişinin mevcut bir borçtan kurtulması” demek olup bu da alacaklının ibrâsı, borçlunun veya kefilinin borcu ifası, borç ya da tazmin sebebinin ortadan kalkması veya giderilmesi gibi hukukî işlemlerle sağlanabilir.

Alışverişte “satıcının satılan maldaki ayıptan sorumlu tutulmaması” demek olan berâet şartı (bey‘ bi’l-berâe/bey‘u’l-berâe) genelde geçerli olmakla birlikte bu şartın hangi tür ayıpları kapsayacağı ve hukukî sonuçları tartışmalıdır. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’a göre böyle bir şart satıcıyı, gerek malda önceden mevcut olup da bilmediği veya bilip de gizlediği ayıplardan (ayb-ı kadîm), gerekse akitten sonra müşterinin malı almasına kadarki sürede ortaya çıkacak ayıplardan (ayb-ı hâdis) sorumlu olmaktan kurtarır. Çünkü ibrâ temlik değil ıskattır. Diğer Hanefî âlimleriyle İmam Mâlik ve Şâfiî’ye göre berâet şartı sadece mevcut ayba şâmil olup ileride ortaya çıkacak aybı kapsamaz. Çünkü ortada olmayan şeyden (ma‘dûm) ibrâ düşünülemez. Ayrıca Mâlikîler, Şâfiîler ve bazı Hanbelî âlimleri alışverişte berâet şartının, satıcının bilip de gizlediği ayıplar için geçerli olmayacağını kabul ederler. Onlar bununla akitleşme serbestliğinin suistimalini engelleyerek karşılıklı gerçek rızânın oluşumuna imkân tanımak ve böylece ilgili tarafı beklenmedik zarar, hile ve haksızlıktan korumak istemişlerdir.

BİBLİYOGRAFYA:

Mekāyîsü’l-luga, “brǿe” md.; Kāmus Tercümesi, “brǿe” md.; Ebû Dâvûd, “Eymân”, 9; Nesâî, “Eymân”, 7; Ebü’l-Hüseyin el-Basrî, el-MuǾtemed (nşr. Muhammed Hamîdullah v.dğr.), Dımaşk 1384-85/1964-65, II, 868 vd.; İbn Hazm, el-İhkâm, Beyrut 1983, s. 152 vd.; Kâsânî, BedâǿiǾ, V, 277-278; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, Kahire 1975, I, 204-207; Fahreddin er-Râzî, Tefsîr, XV, 216; İbn Kudâme, el-Mugnî, Kahire 1969, IV, 135; Âmidî, el-İhkâm, I, 76-89; Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-nezâǿir, Kahire 1387/1959, s. 53; İbn Nüceym, el-Eşbâh ve’n-nazâǿir (nşr. Muhammed Mutî‘ el-Hâfız), Dımaşk 1403/1983, s. 64; Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, Kahire 1386/1967, IV, 36-39; Şevkânî, Fethu’l-kadîr, Kahire 1383/1964, II, 332-333; Mecelle, md. 8; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 48-50; Ali Himmet Berki, Hukuk Mantığı ve Tefsir, Ankara 1948, s. 171-172; Ahmed ez-Zerkā, Şerhu’l-kavâǾidi’l-fıkhiyye, Beyrut 1403/1983, s. 59-68; Zühaylî, el-Fıkhü’l-İslâmî fî üslûbihi’l-cedîd, Beyrut, ts., I, 349-352; Mv.F, I, 142-170; VIII, 51-54; R. Brunschvig, “Barāǿa”, EI² (İng.), I, 1026-1027.

Ali Bardakoğlu