BELKIS

بلقيس

Kur’an’da tevhid dinini kabul ettiği bildirilen Sebe melikesi.

Hz. Süleyman’ı ziyaret etmesi sebebiyle Ahd-i Atîk’te (I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12) ve Kur’ân-ı Kerîm’de (en-Neml 27/20-44) adı zikredilmeksizin bahsi geçer; ilâhî kitaplarda verilmeyen adı Arap kaynaklarına göre Yelkame bint el-Yeşrah b. Hâris veya Belkıs bint el-Hedahid b. Şurahbil, bir Habeş efsanesine göre de Mâkedâ’dır. Ahd-i Atîk’te Şeba kraliçesinin, Allah’ın adını yaymasından dolayı şöhreti her yerde duyulan Hz. Süleyman’ı bizzat görmek, gerçek bir peygamber olup olmadığını anlamak üzere büyük bir kafileyle Kudüs’e geldiği ve gelirken de baharat, altın ve kıymetli taşlardan oluşan çok değerli hediyeler getirdiği anlatılmaktadır. Ziyareti sırasında Hz. Süleyman’a sorduğu, karşılığı yalnız kendince bilinen her sorunun cevabını almış, sonunda da onun peygamberliğine ve Allah’ın birliğine iman etmiştir. Hz. Süleyman’a, “Daima senin önünde duran, senin hikmetlerini dinleyen adamlarına ne mutlu!” diyerek takdirlerini bildirmiş ve kendisine verilen kıymetli hediyelerle birlikte ülkesine dönmüştür. Buradan anlaşılan husus, Hz. Süleyman’ın şöhretinin Sebe (Sabâ) halkının yaşadığı Yemen’e kadar yayıldığı ve Belkıs’ın kendi arzusuyla gidip iman etmiş olarak ülkesine geri döndüğüdür.

Kur’an’da anlatılan kıssa Ahd-i Atîk’tekinden farklıdır. Hz. Süleyman hüdhüd*ün getirdiği bilgiler üzerine, güneşe tapan Sebeliler’in bir kadın olan hükümdarlarına yine hüdhüd vasıtasıyla bir mektup gönderir ve onları hak dine davet eder. Mektubu alan melike kavminin ileri gelenlerini toplar, Süleyman’dan besmele ile başlayan ve kendilerini tevhid dinine davet eden çok önemli bir mektup aldığını söyleyere kmuhtevası hakkında onlara bilgi verir ve, “Ey ileri gelenler, vereceğim karar hakkında fikrinizi açıklayın; sizin görüşünüzü almadan kesin bir emir vermek istemiyorum!” der. Onlar da güçlü ve kuvvetli olduklarını, istediği emri verebileceğini söylerler. Melike hükümdarların girdikleri yerleri tahrip edip güçlüleri zelil kıldıklarını hatırlatarak meseleyi barışçı yoldan halletmek niyetinde olduğunu bildirir ve Hz. Süleyman’a açık ve olumlu bir cevap yerine bazı hediyeler gönderir. Bu duruma öfkelenen Süleyman Belkıs’ın hediyelerini elçileriyle birlikte geri yollar ve onu üzerine yürümekle tehdit eder. Sonunda Hz. Süleyman’ın bizzat ziyaretine gitmek zorunda kalan melike, onun cismanî ve ruhanî gücü karşısında gerçek bir peygamber olduğunu anlar ve daha önce yanlış yolda bulunduğunu itiraf ederek tevhid dinini kabul eder.

Kıssanın Kur’an’daki ayrıntıları arasında yer alan, Sebe melikesi yolda iken tahtının bir anda Hz. Süleyman’ın huzuruna getirilmesi, melikenin geldiğinde tahtını tanıyarak hak dini benimsemesi ve saraya girerken eteklerini toplaması motifleri Ahd-i Atîk’te bulunmamaktadır. Bu motifler bazı İslâmî rivayetlerle bu rivayetlere büyük benzerlik gösteren


Ahd-i Atîk’in Ester kitabının Ârâmîce şerhinde (Targum Şenî) çeşitli biçimlerde açıklanmakta (bk. EJd., XIII, 1424) ve ayrıca hikâyeye Kur’an’da olmayan pek çok eklemeler de yapılmaktadır (karşılaştırmalı bilgiler için bk. Canova, s. 109-113). Bu ekleme ve ayrıntılara göre annesi peri kızı, babası cin olan Belkıs’ın bacaklarında tüyler bulunduğu söylenmektedir. Hz. Süleyman bu söylentinin doğruluk derecesini anlayabilmek için sarayının avlusunu altından sular akan billûr bir döşeme ile kaplatır. Belkıs saraya girerken sudan geçeceğini sanarak eteklerini kaldırır, böylece bacaklarının tüysüz olduğu görülür. Bu motifin yorumu ise Hz. Süleyman’ın Belkıs’a gerçekle gerçek olmayanı birbirinden ayırt edemediğini göstermesidir. İslâmiyet’in çıkışından sonra yazıldığı kabul edilen bu kitaptaki hikâyenin İslâmî rivayetlere benzerlik göstermesi onlardan etkilenmiş olduğu şeklinde yorumlanmaktadır (İA, II, 492; EI² [İng.], I, 1220).

Hz. Süleyman ve Sebe melikesi hikâyesinin en değişik şekli Habeş efsanesi Kebra Nagest’te (kralların zaferi) yer almaktadır. Efsaneye göre adı Mâkedâ olan Sebe melikesi Süleyman’la evlenmekte ve Habeş hânedanı onların çocukları olan I. Menelik ile başlamaktadır.

Tarihî belgelere dayanarak Belkıs’ın kimliğini ortaya çıkarmak mümkün değildir. Hz. Süleyman devrine (m.ö. 972-932) ait İsrail Krallığı’nın veya o dönemle çağdaş komşu ülkelerin yazılı belgelerinde böyle bir şahsiyete rastlanmamaktadır. Yalnız Asur kralları III. Tiglath-pileser (m.ö. 745-727) ile II. Sargon’un (m.ö. 722-705) yıllıklarında Zabibi, Samsi ve Taalhum adlı üç Aribi (Arap) kraliçesinden bahsedilmekte ve buradan Araplar arasında kadın hükümdarlar tarafından yönetilmenin bir gelenek olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Eskiçağ Ön Asya devletlerinde sayısı sınırlı olan kadın hükümdarlardan yalnız bu üçü aynı toplumda ve birbirine bu kadar yakın tarihlerde hüküm sürmüşlerdir. Sebeliler ise bugünkü Yemen’de yaşayan bir Arap kavmidir. Buna göre sadece, Belkıs’ın milâttan önce X. yüzyılda yaşamış, Hz. Süleyman’la çağdaş bir Arap kraliçesi olduğunu söylemek mümkündür. Ancak kraliçesi olduğu Arap kavminin Sebeliler mi, yoksa onlardan daha önce aynı bölgede yaşayan Mainliler mi (Minalılar) olduğuna kesin karar vermek imkân dahilinde değildir. Çünkü mevcut arkeolojik belgelere göre Sebe Devleti’nin tarihi milâttan önce VIII. yüzyıldan daha eskiye gitmemektedir. Bu devletin kurulmasından önce ise Sebe bölgesinde, tarihleri milâttan önce II. binyılın ortalarına kadar giden Mainliler yaşamışlardır. Mevcut belgelere göre Mainliler’in ne zaman yıkılıp Sebeliler’in ne zaman kuruldukları kesin olarak tesbit edilememektedir ve Mainliler’in son çağlarıyla Sebeliler’in ilk çağları birbirine karışmış vaziyettedir (Çağatay, s. 13). Bu durumda ise Hz. Süleyman’la çağdaş bir Sebe kraliçesine ait somut belgelerin ele geçmemiş olması onun yaşamadığını ispatlayamaz ve buna dayanarak efsanenin tarihî gerçeğe uymadığı iddia edilemez (krş. a.e., s. 17). Çünkü ortada tesbit edilmiş bir tarihî gerçek bulunmadığı gibi kraliçenin Mainliler’in hükümdarı olması, fakat Ahd-i Atîk ile Kur’ân-ı Kerîm’de Sebe bölgesine nisbet edilerek anılması da mümkündür.

Belkıs Türk ve diğer İslâm edebiyatlarında çok sevilen bir motif olmuş, gerek şahsı gerekse Hz. Süleyman’la olduğuna inanılan duygusal ilişkisi çeşitli biçimlerde işlenmiştir. Belkıs’ın müslüman halk arasında çok tanınmış bir şahsiyet haline gelmesinin bir sonucu olarak da bütün Ön Asya’nın pek çok yerindeki çeşitli tarihî harabelere Belkıs (Anadolu’nun bazı yerlerinde Balkız) sarayı (veya köşkü) adı verilmiştir ki Evliya Çelebi bu harabelerden birçoğunun yerini bildirmektedir (Seyahatnâme, II, 7-8; VIII, 115, 249; X, 958).

BİBLİYOGRAFYA:

Vehb b. Münebbih, Kitâbü’t-Tîcân fî mülûki Himyer (nşr. Merkezü’d-Dirâsât), San‘a 1347, s. 147-179; Sa‘lebî, Arâisü’l-mecâlis, s. 236-245; İbn Kesîr, Kısasü’l-enbiyâ, s. 273-280; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, II, 7-8; VIII, 115, 249; X, 958; Neşet Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara 1982, s. 10-17; A. Chastel, “La légende de la Reine de Saba”, RHR, sy. 119 (1939), s. 204-225; sy. 120 (1939), s. 27-44, 160-174; Muhammed Receb el-Beyyûmî, “Belkıs, melike muslime”, Mecelletü’l-Ezher, LIV/2, Kahire 1981, s. 307-313; G. Canova, “La Leggenda della Regina di Saba”, Quaderni di Studi Arabi, sy. 5-6 (Venezia 1987-88), s. 105-119; H. Z. Hirschberg, “Queen of Sheba”, EJd., XIII, 1424; “Belkıs”, TA, VI, 7980; “Belkıs”, ABr., III, 562-563; B. Carra de Vaux, “Belkis”, İA, II, 492-493; E. Ullendorff, “Bilkıs”, EI² (İng.), I, 1219-1220; Golam-Hosayn Yusofı, “Belqıs”, EIr., IV, 129-130.

Orhan Seyfi Yücetürk





EDEBİYAT. Belkıs divan edebiyatında, Hz. Süleyman’la ilgili türlü rivayetlerdeki (yk. bk.) çeşitli motiflere dayanılarak işlenmiştir. Kıssada adları geçen Hz. Süleyman, veziri Âsaf ve su ararken Belkıs’ın ülkesini bulan hüdhüd gibi diğer kahramanlarla Belkıs’ın ülkesi Sebe, tahtı (arş), Hz. Süleyman’ın mührü (hâtem) ve Belkıs’a gönderilen mektup (nâme) kelimeleri arasında değişik ilişkiler kurulmuş ve bu ilişkiler çeşitli telmih, teşbih, tevriye, istiare ve tenâsüplere konu edilmiştir. Bu şekildeki kullanılışlar arasında karakteristik örnekler olarak şu beyitler gösterilebilir: Nâbî’nin, “Ey nâme sen ol mehlikadan mı gelirsin/Ey hüdhüd-i ümmîd Sabâ’dan mı gelirsin” beytinde âşıkın Hz. Süleyman’a ve sevgilinin Belkıs’a benzetilmesi yanında hüdhüdün Sebe ülkesindeki Belkıs’tan Hz. Süleyman’a haber getirmesine telmih vardır. Süleyman Fehîm’in, “Bize arz-ı cemâl etmez mi Belkıs-ı emel âhir/Fehîmâ hâtem-i dâğ-ı mahabbette Süleymânız” beytinde, aşk ateşinin mührüyle dağlanmış (yüreğinde kızgın aşk mührünün yanık izini taşıyan) kendini, “Mühür kimdeyse Süleyman odur” sözünden hareket ederek Hz. Süleyman’a benzeten âşık, emel Belkıs’ının (hayalindeki Belkıs’ın, henüz aşkına cevap vermeyen sevdiğinin) en sonunda yüzünü göstereceğinden (Belkıs’ın sonunda Hz. Süleyman’a gelmesi gibi onun da kendisine geleceğinden) umudunu kesmediğini dile getirmektedir. Ayrıca burada şair, taşıdığı mührün (aşkın) kudretinin sevgilisini bir gün mutlaka kendisine getireceğine inandığını da ima etmektedir. Çünkü Süleyman’la beraber anılan hâtem aynı zamanda kudret sembolüdür ve sahip olduğu hâtemle (mühr-i Süleyman) rüzgâra hükmeden Hz. Süleyman Belkıs’ı tahtıyla beraber huzuruna getirtmiştir. Enderunlu Vâsıf’ın, “Hüdhüd gibi peyâm-ı bahâr-ı visâl ile/Pervâz-ı şevk edip geliyor ez-Sabâ sabâ” (sabâ rüzgârı Belkıs’ın vuslat haberiyle hüdhüd gibi Sabâ’dan havalanıp gelmektedir) beytinde ifade edildiği gibi Belkıs’ın haberini Hz. Süleyman’a ulaştıran bâd-ı sabâ daima âşıka da sevgilisinin haberini getirir.

Şairler kendilerini veya şiirlerini övmek için de Hz. Süleyman ile Belkıs efsanesinden faydalanırlar. Şiir ülkesinin Süleyman’ı olan şair tahtını Belkıs’ın arşı veya hayalinin Belkıs’ını arşı taşıyan melek olarak görür. Nazîm’in, “Hüdhüd-i nutkumu bâğ-ı sühânımda görse/Ola zindan dil-i Belkıs’a çemenzâr-ı Sabâ” beyti bu düşünceyi ifade eder.

Belkıs, Mahzûnî ile Mînâ Hanım adlı halk hikâyesine de konu olmuştur.


BİBLİYOGRAFYA:

Muallim Naci, Osmanlı Şairleri (haz. Cemal Kurnaz), Ankara 1986, s. 211, 219; Levend, Divan Edebiyatı, s. 122-123; Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 243; İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, I, 461; II, 291-292, 352-356; Dihhudâ, Lugatnâme, VII, 253; B. Carra de Vaux, “Belkis”, İA, II, 492-493; “Belkıs”, TDEA, I, 393.

Cemal Kurnaz