BELİYYE

البليّة

Câhiliye döneminde Araplar’ın ölünün mezarı başında aç ve susuz bırakarak ölüme terkettikleri dişi deveye verilen ad.

Câhiliye döneminde yaygın olan geleneğe göre, bir insan ölünce mezarının başına üzeri örtülü dişi bir deve -nâdiren erkek deve- getirilir, başı geriye doğru bükülerek sıkıca bağlanır, boynuna bir gerdanlık asılır, kaçmasını engellemek için ayakları kesilir, aç ve susuz bırakılarak ölüme terkedilirdi. Hayvan ölünce de mezarın yanı başında açılan bir çukura gömülür, bazan da yakılır veya derisi yüzülerek içine ot doldurulurdu. Yalnız sayıları çok az olan bazı Araplar toplumdaki mevcut ve makbul inanışın aksine ölen şahsın kıyamet gününde bu deveye binerek mahşer yerine gideceğine, böyle bir bineğe sahip olmayan aşağı tabakaya mensup insanların ise yaya kalacağına inanırlardı. Bu sebeple ölüm döşeğinde çocuklarına vasiyette bulunurken, “Kıyamet günü babanı yaya ve sürünür halde bırakma, iyi cins bir deveye bindir” derlerdi. Nitekim Câhiliye dönemi şairlerinden Amr b. Zeyd el-Mütemennî de öleceği zaman oğluna, “Oğlum, beni kabre koyup yanımdan ayrıldığın vakit bana o zorlu yolculuk için bir binek hazırla. Sefere çağırdıkları zaman ona binip mahşer yerine gideyim” demişti.

Bazı tarihçiler beliyye âdetine dayanarak Câhiliye Arapları’nın öldükten sonra dirilmeye ve ruhun bedenle birlikte haşrolacağına inandıklarını söylemişlerse de bu iddia kabule şayan görülmemiştir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de onların, “Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. -Kimimiz- ölürüz, -kimimiz- yaşarız, bizi ancak zaman helâk eder” (Câsiye 45/24) dedikleri zikredilerek bu konudaki inanç ve düşüncelerinin öldükten sonra dirilmeye iman değil bilakis onu inkâr istikametinde olduğu ifade edilmiştir.

Çoğunluğun sahip olduğu inkârcı düşünceye daha uygun düşen bir diğer yoruma göre cömert insanların kabirleri başında boğazlanarak terkedilen develer, o kimselerin hayatta iken yapmış oldukları iyiliklere bir mukabele niteliğindedir. el-Akıretü’l-beliyye de denilen bu âdetin uygulayıcıları, “Bu adam yaşadığı sürece develer kesip misafirlerini doyurmuştur. Biz de kabrinin başında kesip kurtlar ve kuşlar için terkettiğimiz bu deveyle onun öldükten sonra da ikramına devam etmesini sağlamış olduk” derlerdi. Hz. Peygamber ise “İslâm’da akr (kabir yanında deve veya koyun kesme) yoktur” (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 70; Müsned, III, 197) sözüyle bu âdeti kaldırmıştır. Buna rağmen bazı İslâm ülkelerinde günümüzde de bu tür davranışların birer bid‘at olarak uygulandığı görülmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-Arab, “beliyye” md.; Tâcü’l-arûs, “beliyye” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “belâ” md.; Müsned, III, 197; Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 70; İbn Kuteybe, eş-Şir ve’ş-şuarâ, I, 78; Hattâbî, Meâlimü’s-Sünen, Humus 1969, III, 551; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), II, 244-245; Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Bulûgu’l-ereb, II, 307-311; Ali Mahfûz, el-İbdâ fî mazârri’l-ibtidâ, Kahire 1375/1956, s. 226; Mahmud Esad, İslâm Tarihi, s. 318; Cevad Ali, el-Mufassal, VI, 127-135; J. Hell, “Beliyye”, İA, II, 491; a.mlf. - Ch. Pellat, “Baliyya”, EI² (İng.), I, 997; a.mlf.ler, “Beliyye”, UDMİ, IV, 895.

Abdülkerim Özaydın