BE’S

البأس

Ölüm veya felâket gibi korkulu durumlarda iman etmenin geçerli olup olmadığı tartışmalarına konu teşkil eden bir kelâm terimi.

Sözlükte “muhtaç olmak, aşırı fakirlikten ötürü bitkin bir durumda bulunmak” anlamındaki be’s veya bü’s kökünden türemiş bir isim olan be’s “fakirlik, aşırı derecede ihtiyaç; şiddet, kuvvet; korku, sıkıntı ve azap” mânalarında kullanılır.

Kur’ân-ı Kerîm’de be’s kelimesi “şiddet, kuvvet, azap, çetin savaş, dayanılması zor fakirlik ve musibetler” anlamlarında yirmi beş âyette geçmektedir. Bu âyetlerde belirtildiğine göre inkârcılar ilâhî azabı (be’s) görüp hissettikleri zaman Allah’a iman ettiklerini açıklamalarına rağmen bu esnada iman etmeleri kendilerine fayda vermez, hatta onlar âhiretten önce dünyada da ilâhî kanunun bir sonucu olarak hüsrana ve hezimete


uğratılırlar. Nitekim azabı tadıncaya kadar inanmamakta ısrarlı olan nice inkârcılar helâk edilmiş, Hz. Mûsâ’ya ve kavmine zulmeden Firavun bile son nefesinde “İsrâiloğulları’nın inandığı Allah’tan başka ilâh bulunmadığına” iman ettiğini bildirdiği halde denizde boğulmaktan kurtulamamıştır (bk. el-En‘âm 6/148; el-A‘râf 7/4; el-Mü’min 40/84-85; Yûnus 10/90-92). Hadislerde de be’s aynı anlamlarda kullanılmış, Hz. Peygamber’in dualarında Allah “müzhibü’l-be’s” (her türlü musibet ve güçlüğü gideren) olarak nitelendirilmiş ve müslümanların sıkıntılardan kurtulmak için aynı duaları tekrar etmeleri istenmiştir (bk. Buhârî, “Tıb”, 38; Müsned, IV, 135, 184, 259).

Kelâm ilminde be’s peygamberlerin tebligatını, başka bir deyişle hak dini inkâr etmekte uzun süre direndikten sonra tûfan, şiddetli yer sarsıntıları gibi ilâhî cazaların başlaması sebebiyle iman etmenin geçerli olup olmayacağı tartışılırken söz konusu edilir. Bu tür dünyevî cezaların başladığını görüp iman etmeye “îmânü’l-be’s”, ölüm anında âhiret âleminin perdesi aralandığı sırada iman etmeye de “îmânü’l-ye’s” adı verilmiştir. Be’s halinde olduğu gibi yeis halindeki imanın geçerliliği de tartışılmış, mahiyetleri değişmediğinden bu iki deyim zaman zaman birbirinin yerine kullanılmıştır.

Her ne kadar Ali el-Karî, İbnü’l-Arabî’ye atfedilen bir görüşün dışında Sünnî olsun olmasın bütün İslâm âlimlerinin be’s halindeyken iman etmenin geçerli olmadığı hükmünde birleştiklerini söylemişse de (Ferrü’l-Ǿavn, s. 120) bu konuda başlıca iki farklı görüşün bulunduğunu kabul etmek gerekir.

Birinci görüşe göre be’s halinde oluşan iman geçerli ve sahih değildir. Buna bağlı olarak inkârcılık ve kötülükte ısrar etmeleri sebebiyle dünyevî bir ceza ile karşı karşıya gelenler veya önlerinde âhiret perdesi aralanan inkârcılar bu durumda bütün kalpleriyle inansalar bile mümin sayılmazlar. İslâm âlimlerinin çoğunluğu bu görüşü benimsemiştir. Onlara göre be’s anındaki imanın sahibine fayda vermeyeceği âyetlerde açıkça belirtilmiştir (meselâ bk. el-Mü’min 40/84-85). Çünkü iman, kişinin tasdik veya inkâr alternatiflerinden birine kendi iradesini kullanmak suretiyle karar vermesidir; oysa imanın konusuna giren gerçekler açıkça müşahede edildiğinde inanmak bir tercih işi olmaktan çıkarak zaruret halini alır. Bu durumda oluşan tasdik imandan önce bilgi alanına girmiş olur. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin görüşüne göre be’s anındaki imanın gönülden inanma niyetiyle değil başa gelen azaptan kurtulmak amacıyla başvurulan bir çare niteliği taşıma ihtimali vardır (Tevîlâtü’l-Kurân, vr. 331ª). Nitekim kendisini en yüce rab olarak ilân eden Firavun iman ettiğini açıkladığı halde be’s hali içinde bulunduğu için imanı geçerli görülmeyerek boğulmak suretiyle helâk edilmiş, Allah’ın ve Hz. Mûsâ’nın düşmanı olduğu bildirilmiş, adı sık sık kâfirler arasında zikredilmiştir (Ali el-Karî, s. 117-138). Ebû Hanîfe’ye göre be’s halinde hak dini benimseyen kimsenin imanının geçersiz oluşu, kâfir olarak öldüğü anlamında değil bu imanın âhirette sahibine fayda vermeyeceği anlamındadır. Çünkü esasında her kâfir ölüm anında inkâr ettiği gerçeklerle karşı karşıya gelir ve dolayısıyla inkârına devam etme imkânı bulamayıp mecburen iman eder (Aynî, I, 120-121).

İkinci görüş be’s halindeki imanı geçerli ve sahih kabul eder. Bir grup selef âlimi ve Bâkıllânî gibi bazı kelâmcılarla İbnü’l-Arabî, onun tesirinde kalan Celâleddin ed-Devvânî ve aynı ekole mensup âlimlerin yanı sıra Mahmûd Mahmûd el-Gurâb gibi çağdaş yazarlar da bu görüşün savunucularındandır. Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’ye göre İbnü’l-Arabî’nin böyle bir görüşü yoktur ve bu görüşün kendisine atfedilmesi bir yakıştırmadan ibarettir. Ali el-Karî de Fusûsü’l-hikem’de be’s halindeki imanın geçerliliğine işaret eden ifadelerin İbnü’l-Arabî’ye ait olmayıp esere sonradan sokulmuş olduğunu iddia eder (Ferrü’l-avn, s. 116). Ancak Devvânî gibi muhakkık bir âlimin İbnü’l-Arabî’yi destekleyen Risâle fî beyâni îmâni Firavn adlı müstakil bir eser yazması, onu Ba‘lî Sofyevî ve Abdülmecid b. Muharrem es-Sivâsî gibi daha başkalarının takip etmesi (bk. Süleymaniye Ktp., Lala İsmâil, nr. 708; Mihrişah Sultan, nr. 294), ayrıca bunların görüşlerine İznikli Kutbüddin Muhammed, Ebüssuûd Efendi ve İbn Kemal tarafından reddiyeler yazılması (bk. Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223, Pertevniyal, nr. 930; Âtıf Efendi Ktp., nr. 2785), her zaman ilâhî rahmetin enginliğini savunan İbnü’l-Arabî’nin be’s halindeki imanı geçerli gördüğünü ortaya koymaktadır. Bu görüşü benimseyenlere göre böyle bir imanın geçersiz olduğunu gösteren hiçbir nas yoktur. Aksine naslar Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemesi gerektiğini, Allah’a iman edip şirkten arınan herkesin bütün günahlarının affedilebileceğini bildirmektedir (meselâ bk. Yûsuf 12/87; en-Nisâ 4/48; ez-Zümer 39/53). Şu halde be’s anında da olsa Allah’tan başka ilâh bulunmadığına iman edenlerin mümin kabul edilmeleri gerekir. Nitekim ilâhî azabı idrak etmeye başladıktan sonra iman eden Firavun’un kâfir olarak öldüğünü açıkça belirten bir nas da yoktur. Be’s anında imanın fayda vermeyeceğini bildiren âyette (el-Mü’min 40/84-85) bu imanın geçersiz olduğu değil dünyada başlayan azabın kaldırılmasını sağlayamayacağı belirtilmiştir (Devvânî, s. 120-125; el-Gurâb, s. 417-418). Be’s halinde iman edenlerin azabı görmeden evvel inanmadıklarından dolayı kötülenmeleri ve önceden iman etmedikleri için kâfir olarak adlandırılmaları da tabiidir. Bunlarla ilgili olarak tehdit edici uyarılar (vaîd) varsa da bu onların kâfir olduğu hükmünü vermek için yeterli değildir. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır da âhiret perdesinin aralanmaya başladığı anda aklî dengesini kaybetmeden iman edip geçmişinden pişmanlık duyanların kurtuluşa ermesini mümkün görmektedir (Hak Dini, III, 2107, 2108).

Cennetin gayba iman edenlere vaad edildiği (Meryem 19/61) ve müşahedeye dayalı bir bilgiye sahip olmadan Allah’a iman etmenin yanında buyruklarına uyanların cennete girerek kurtuluşa erecekleri (Kaf 50/33) dikkate alınırsa yukarıda sözü edilen iki görüşten birincisinin daha isabetli olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca be’s anında iman edenler ilâhî iradenin istediği anlamda bir mümin kabul edilebilseydi gayba imanın mânası ve değeri kalmazdı.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “bes” md.; Lisânü’l-ǾArab, “beǿs” md.; M. F. Abdülbâkī, MuǾcem, “beǿs” md.; Mustafavî, et-Tahkık, “beǿs” md.; Müsned, IV, 135, 184, 259; Buhârî, “Tıb”, 38; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Kurǿân, Üsküdar Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 331ª, 660ª-661b; Halîmî, el-Minhâc, I, 134; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aǾyün, s. 184; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XVII, 154-155; XXVII, 92; Teftâzânî, Şerhu’l-Makāsıd, II, 187, 194; Aynî, ǾUmdetü’l-kārî, Kahire 1392/1972, I, 120-121; Devvânî, Risâle fî beyâni îmâni FirǾavn, İstanbul 1294, s. 119-133; Şa‘rânî, el-Yevâkıt ve’l-cevâhir, Kahire 1378/1959, I, 13; Ali el-Karî, Ferrü’l-Ǿavn min müddeǾî îmânı FirǾavn, İstanbul 1294, s. 116-150; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, Bulak 1253, s. 101; Elmalılı, Hak Dini, III, 2105-2108; VI, 4418; VII, 4858; Mahmûd Mahmûd el-Gurâb, Şerhu Fusûsi’l-hikem [baskı yeri yok] 1405/1985, s. 416-419.

Yusuf Şevki Yavuz