BAYRAK

Bir devleti, bir askerî birliği, resmî veya gayri resmî bir kuruluşu temsil eden alâmet veya kumaş parçası.

Eskiçağ devletlerinde kumaş yerine genellikle madenden veya sert bir maddeden yapılmış alem*ler kullanılırdı. Kumaş bayrakların kullanımı ise Ortaçağ’da başlamıştır. Dîvânü lugāti’t-Türk’te (I, 387) batrak şeklinde yazılan bayrak kelimesi “savaşlarda kullanılan ve ucuna bir ipek parçası takılan mızrak” tarzında açıklanmaktadır ve ifadeden bunun ferdî mücadelelerde ün kazanmış kahramanlara (alp, bahadır) verilen bir alâmet olduğu anlaşılmaktadır. Aynı eserdeki bir manzumede ise (III, 138) kelime bayrak şeklinde kullanılmakta ve Oğuzlar arasında böyle telaffuz edildiği yazılmaktadır. Yine bu eserde (I, 388) erkek adı olarak geçen Badruk’un da aynı kelimenin değişik şeklinden başka bir şey olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim eski Uygur metinlerinde bayrak mânasına badruk kelimesine rastlanması da bunun açık bir delilidir. İslâmiyet’ten önceki devirlere ait olan bu telaffuz biçimleri bazı lehçelerde sonraları da devam etmişse de Oğuzlar arasında daima bayrak ve bayraħ şekilleri kullanılmıştır.

Selçuklular ve Hârizmşahlar devirlerinde yetişen İran şairlerince kelimenin son iki şekilde ve daha ziyade bayrah biçiminde kullanılması, Selçuklu devrine ait Farsça tarihlerde de kelimeye aynı şekilde rastlanması, bunun Farsça’ya Büyük Selçuklular devrinde Oğuzlar vasıtasıyla geçtiğini göstermektedir. Arapça’ya da geçen bayrak kelimesi, Balkanlar’da Osmanlı hâkimiyeti sırasında Bulgarca’ya bayrak, Arapça’ya baryak, Rumence’ye bayrak (bairac) şekillerinde girmiştir.

Bat-mak kökünden gelen ve d > y değişmesi neticesinde bayrak şeklini alan (bat-ır-ak > batrak > badrak > bayrak) kelimenin semantik bakımından sancak kelimesiyle benzerliği açıktır (sanç-mak “batırmak” > sanç-ak > sancak). Sancak eski Türkler’de bayrak, mızrak ve süngü gibi batırılacak, saplanacak bir silâhın adı olup savaşlarda bunun ucuna onu kullanan kahramanın veya mensup olduğu kabilenin alâmeti konuluyordu ve Kâşgarlı Mahmud devrinde (XI. yüzyıl) bu alâmet kırmızı ipek kumaştan yapılıyordu. Yine bu devirde Karahanlılar sülâlesine mensup Türk hükümdarlarının bayrakları al denilen turuncu ipektendi (Dîvânü lugāti’t-Türk, I, 77). Arapça’da “süngü, mızrak” anlamına gelen mitrad ve tarrâde kelimelerinin de eski kaynaklarda bugünkü mânası ile bayrak yerinde kullanılması semantik bakımından aynı mahiyettedir. Yine Dîvânü lugāti’t-Türk’te (I, 395; II, 98) atların boynuna kıymetli taşlardan yahut arslan tırnağı veya muska gibi sihrî tesiri olan şeylerden boyunluklar asıldığı ve buna munçuk denildiği zikredilir. Farsça’ya daha Gazneliler devrinde muncuk şeklinde geçen kelime, İran şairleri tarafından bayrak ve perçemle eş anlamlı olarak kullanıldığı gibi Moğollar arasında da yine bayrak mânasına gelirdi. Moğollar XIIXIII. yüzyıllardan itibaren calış kelimesini de bayrak, sancak ve tuğun eş anlamlısı olarak kullanmışlardır. Dîvânü lugāti’t-Türk (III, 92) ve İbn Mühennâ Lugatı’nda tuğ kelimesi Arapça alem yani bayrak karşılığı olarak gösterilmektedir. Başkırtlar tuğ kelimesini hâlâ bizdeki bayrak mânasında kullanmaktadırlar. İlhanlılar, Osmanlılar ve Safevîler’de calış ile tuğ ve bayrak ile sancak birbirinden tamamıyla ayrılmıştır.


İslâmiyet’ten önceki ve sonraki çeşitli Türk devletleri zamanında Uzakdoğu ve Yakındoğu müslüman medeniyetleri çevrelerindeki öteki devletlerle ortak olarak çetr, asâ, tamga, tınaz, tabl gibi birtakım maddî hâkimiyet sembolleri arasında özel bir önem taşıyan bayrağın yalnız hükümdarın alâmeti olarak kullanılmadığını, kabile reislerine, büyük devlet görevlilerine, askerî şeflere, orduyu teşkil eden çeşitli zümrelere, harp gemilerine, esnaf cemiyetleri ve tarikatlar gibi sosyal ve dinî teşekküllere mahsus farklı renk ve şekillerde bayraklar bulunduğu da belirtilmelidir. İslâmiyet’ten önceki ve sonraki Türk kabilelerinde ve devlet kuruluşlarında mevcut bayraklar şöyle özetlenebilir.

İslâmiyet’ten Önce. Türkler’in henüz atlı göçebe hayatı sürerken teşkil ettikleri siyasî topluluklarda buna dahil çeşitli kabileleri ve kabile reislerinin hususi alâmetlere, damga*lara, bu kabileler birliğinin başında bulunan hükümdarın bu hâkimiyeti temsil eden çeşitli hukukî semboller arasında tuğlara sahip oldukları bilinmektedir.

Çeşitli Türk devletleriyle dâimî münasebetlerde bulunan Çin, Sâsânî ve Doğu Roma imparatorluklarında da türlü türlü bayrakların mevcudiyeti ve bunların hukukî bir sembol ve askerî bir alâmet gibi kullanıldıkları bilinmektedir. Hun (Hiung-nu) İmparatorluğu’nda tuğ ve bayrak bulunduğu bilinmekle beraber bu hususta açık ve ayrıntılı bilgi yoktur. Bunlarda, daha eski bir kültür bakiyesi olan tuğun hâkimiyet timsali olarak daha önde geldiği, fakat Çinliler’de olduğu gibi ipekten bayraklar da kullanıldığı tahmin edilebilir. Ancak Batı Hunları’nın büyük hükümdarı Attila’nın üzerinde efsanevî bir kuşun resmi bulunan bir bayrağının bulunduğu eski bir hıristiyan kaynağında zikredilmektedir. Tu-Kiular devrine ait Çin kaynaklarında bu devir bayrakları hakkında epeyce bilgiye rastlanmaktadır. Çin seyyahı Hiuen-Tsang, Tu-Kiu Hükümdarı Şehu Kagon’ın bir tür askerî manevra mahiyetindeki bir av eğlencesinde askerlerin bayraklar taşıdığını görmüştü. Firdevsî’nin iki defa, “Turanlılar’ın kurt başlı bayrağı”ndan söz etmesi de (Şehnâme, IV, 382, 482) Çin kaynaklarını doğrulamaktadır. Tu-Kiular’da ayrıca bir bayrak kültü bulunduğu anlaşılmakla birlikte bu konuda fazla bir şey bilinmemektedir.

Çin kaynakları Kırgızlar’ın bayrakları olduğunu ve renginin de kırmızı olabileceğini ifade ederken Ebû Dülef el-Yenbûî X. yüzyıl başında Kırgızlar’ın yeşil renkli bayrakları bulunduğunu belirtmektedir. XX. yüzyılda Doğu Türkistan’da yapılan keşifler Uygurlar zamanına ait bayraklar hakkında bazı bilgiler vermektedir. A. von Le Coq’ın yayımladığı atlasta bazı bayrak örneklerine tesadüf edilmektedir. Tuna Bulgarları’nın ikinci imparatorluk devrinde sikkeler üzerinde kumaştan yapılmış bayrak resimlerine rastlanır. Peçenekler’in çeşitli renkte bayraklar kullandıkları da bilinmektedir. İslâm coğrafyacılarından İbn Rüste Hazarlar’ın bayraklarından, Ebû Dülef de Dokuz Oğuzlar’ın siyah renkli bayraklarından söz etmektedirler. Renk belirtilmemekle beraber Kıpçak Bâbürleri’nin de bayrakları bulunduğunu Moğol devri İslâm tarihçilerinden öğreniyoruz. Daha önce batıya doğru ilerleyerek Ruslar’la savaşa girişen bir kısım Kıpçak-Kumanlar’ın kırmızı ve beyaz bayrakları olduğu ünlü İgor Destanı’ndan anlaşılmaktadır. Firdevsî’nin Şehnâme’si ile Esedî’nin Gerşâspnâme’si gibi İran kahramanlık edebiyatı eserlerinde İran-Turan mücadelelerinden söz edilirken tasvir edilen çeşitli renklerdeki Türk bayraklarının hayalî olup olmadıklarını söylemek çok güçtür.

İslâmiyet’ten Sonra. İslâmiyet’ten önce de bayrak kullanan Arap kabilelerinde bu âdet Hz. Peygamber ve ilk halifeler devrinden başlayarak daha da kuvvetlenmiştir.

Hz. Peygamber’in ilk defa hicret sırasında Medine’ye girerken bayrak (livâ) kullandığı bilinmektedir. Rivayet edildiğine göre hicret kafilesi Medine’ye yaklaştığında Büreyde b. Husayb el-Eslemî Resûlullah’a, “Medine’ye yanında bir livâ olmadan girme” demiş ve sarığını çözerek bir mızrağa bağlayıp kafilenin önünde yürüyerek Medine’ye girmişti (Ebü’ş-Şeyh, s. 212). Hz. Peygamber, daha sonra ilk defa hicretin yedinci ayında Hz. Hamza’nın kumandasında Sîfülbahr’e, sekizinci ayında da Ubeyde b. Hâris b. Abdülmuttalib kumandasında Seniyyetülmere’ye gönderdiği seriyyelere birer bayrak vermişti (İbn Hişâm, II, 591, 595-596; Vâkıdî, I, 9-10; İbn Sa‘d, II, 6-7). Gerek bu iki seriyyede gerekse daha sonraki gazve ve seriyyelerde kullanılan bayraklarla ilgili olarak klasik kaynaklarda aynı mânada olmak üzere livâ ve râye kelimeleri kullanılmıştır. Ancak Hayber Savaşı’na kadar yalnız livâ bulunduğu, bu savaşta ise hem livâ hem râyeler taşındığı (İbn Sa‘d, II, 106), Resûlullah’ın râyesinin siyah, livâsının ise beyaz olduğu (Müsned, IV, 297; Tirmizî, “Cihâd”, 10) şeklindeki rivayetlerden hareketle bazı âlimlerce râye ile livâ arasında bir fark bulunduğu ileri sürülmüştür. Hz. Peygamber zamanında kullanılan bayrakların beyaz, sarı, siyah, kırmızı vb. renklerde olduğu, ukāb adlı siyah râyesinin Hz. Âişe’nin kaftanının yünlü kumaşından yapıldığı da kaynaklarda kaydedilmektedir (geniş bilgi için bk. Kettânî, II, 77-84; Hamîdullah, s. 273-288).

Emevîler ve Abbâsîler zamanında çeşitli renk ve şekillerde bayraklar kullanılmıştır. Ukāb, sihhâb, zill, livâülhamd gibi özel isimler taşıyan bayrakların


yanı sıra genel olarak livâ, alem, râye, ısâbe, şatfe, tarrâde, mitrad, alâme, bend, ukde gibi mânaca birbirinden biraz farklı veya eş anlamlı kelimeler, çeşitli yer ve zamanlarda değişik bayrakları ifade etmektedir. Hükümdar, veliaht, kumandanlar ve donanma için ayrı ayrı bayrakların yanında seyyidlerin, esnaf kuruluşlarının ve tarikatların teşekkülünden sonra her tarikatın ayrı bayrakları da ortaya çıkmıştır. Daha ilk halifelerden başlayarak vali ve kumandanlara merasimle bayrak teslimi yapıldığı bilinmektedir. Emevîler’in beyaz bayraklarına karşılık Abbâsî halifeleri, kendilerini halife olarak tanıyan İslâm devletlerinin reislerine diğer hâkimiyet alâmetleri arasında siyah bayrak da gönderiyorlardı. Gerek Emevîler gerekse Abbâsîler devrinde merkezî idareye isyan edenler ayrı ve zıt renklerde bayraklar kullandıkları için bunlar renklerine göre müsevvide, mübeyyize, sürh-alem diye de adlandırılmışlardır.

Dinî âyinlerde bayrak kullanılması, tekke ve türbelere hususi bayraklar asılması da âdet olmuştu. “Bayrak kaldırmak”, cenge hazırlanmak ve isyan mânasına geldiği gibi beyaz bayrak da teslim alâmeti olarak kullanılmaya başlandı.

Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Abbâsîler ve Sâmânîler gibi düzenli teşkilâtı olan ve hâkimiyet sembolleri de bulunan devletlerle karşılaştılar ve bundan etkilendiler. Aşağıda kronolojik olarak müslüman devletlerindeki bayraklardan bahsedilecektir.

Tolunoğulları ve Gazneliler. İlk müslüman Türk sülâlesi Tolunoğulları’nın türlü renklerde bayraklar kullandıkları Ya‘kubî’den öğrenilmektedir. Sâmânîler’in hizmetindeki Türk köleler tarafından kurulan Gazneliler’de hem Abbâsî-Sâmânî hem de Sâsânî-Eftalit geleneklerinin tesiriyle bayrağın büyük önemi vardı. Hânedana mahsus resmî bayrak yanında prenslere, kumandanlara ve valilere diğer hâkimiyet alâmetleriyle birlikte bayrak da veriliyordu. Saraydan âzat edilmiş gulâmlardan (köle) meydana gelen kıtaların bayraklarında arslan alâmeti bulunuyordu. Edebî kaynaklardan, Gazneliler’in bayraklarında ay ve hümâ şekilleri bulunduğu anlaşılıyorsa da bu hususta fazla bilgi yoktur. Gazneliler’de gerek çeşitli hâkimiyet alâmetlerinin siyah renkli olması, gerekse Mahmûd ile oğulları Muhammed ve Mes‘ûd’un saltanatlarında siyah renkte bayrak kullanmaları bu rengin hânedana mahsus olduğunu açıkça göstermektedir. Kumandanlara ise kırmızı renkli kumaştan bayraklar verilmesi, diğer İslâm ve Türk devletlerindeki resmî bayraktan başka bayraklarda ayrı renkler kullanılması âdeti göz önünde tutularak tabii karşılanabilir. Kazimirsky’nin Sâmânîler ve Gazneliler devrinde madenî bayraklar kullanıldığını söylemesi, Minûçihrî’nin bir kasidesini yanlış anlamasından ileri gelmiştir. Gazneliler’in bayraklarında siyah rengi kullanmaları, bunların kendilerini halifenin meşrû mümessili olarak göstermek istemelerinden dolayıdır. Bu devre ait tarihî ve edebî kaynaklarda bayrak mânasına gelen Türkçe kelimelerden muncuk da kullanılmıştır. Bayraklarda yer alan arslan, hümâ ve ay şekillerinin ise eski Türk geleneklerine dayanan motifler olduğu söylenebilir.

Karahanlılar. Sadece Türkler’in oturduğu sahalarda kurulmuş ilk müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti’ndeki bayraklar hakkında fazla bilgi yoktur. Bunların tuğ kullandıklarını ve bu tuğların sayısının, sahibinin kudret ve önemine göre değişmekle birlikte Türkler’in mukaddes sayısı olan dokuzdan fazla olmayıp bu sayının da büyük hana mahsus olduğu bilinmektedir. Hükümdar bayraklarının al denilen turuncu kumaştan yapıldığı Dîvânü lugāti’t-Türk’te kaydedilmektedir. Burada “turuncu” diye açıklanan al kelimesi bugün aynı kelimenin ifade ettiği açık kırmızı renktir. Karahanlılar ailesinden Semerkant ve civarına hâkim olan Ali Tegin’in kırmızı bayrağı bulunduğu, Karahanlılar’da da tıpkı Gazneliler’deki gibi bayraktarlığın önemli bir memuriyet olduğu çağdaş kaynaklardan öğrenilmektedir. Eski Tu-Kiu ve Uygur Devleti geleneklerini İslâm medeniyeti kadrosu içinde sürdüren Karahanlılar’ın tuğ ve bayrak gibi hâkimiyet alâmetlerini muhafaza etmeleri tabiidir. Kırmızı renk hükümdarın ve hânedanın bayrak ve çetrlerine mahsus olmakla birlikte başka renkte bayrakların kullanıldığı da tahmin edilebilir.

Selçuklular. Henüz Büyük Selçuklu İmparatorluğu kurulmadan önce çeşitli kabilelerin başlarında bulunan reislerin özel alâmetleri yani bayrakları olduğu, bu devri çok iyi bilen tarihçi Beyhakī’deki iki mühim fıkradan anlaşılmaktadır. Önceleri Seyhun kenarlarında, daha sonra Buhara civarında ve Horasan’da yaşayan bu Oğuz kabileleri, Karahanlılar ve Gazneliler gibi İslâm devletleriyle sıkı münasebetlerde bulunmalarına rağmen, Oğuz törelerine sadık kalarak eski kabile bayraklarını muhafaza etmişlerdir. Horasan ve İran’da Selçuklu Devleti’nin kurulmasından ve Abbâsî halifelerinin Tuğrul Bey’in fiilî hâkimiyetine girmesinden sonra Abbâsî-Gaznevî örnekleri aynen alındı. Buna rağmen Selçuklular eski kabile geleneklerinden kurtulamadılar. Bu bakımdan ilk Selçuklu bayraklarının üstünde ok ve yay alâmetinin bulunduğu tahmin edilebilir. Fakat Tuğrul Bey’den başlayarak Abbâsîler’den diğer hâkimiyet alâmetleriyle birlikte siyah bayraklar alan Selçuklular’da çeşitli bayrak ve sancakların kullanıldığı bilinmektedir. Malazgirt Muharebesi’nde Alparslan’ın üzerinde kelime-i şehâdet yazılı büyük bir sancağı vardı.

Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nda türlü renk ve şekillerde bayraklar kullanıldığı tabii olmakla beraber bu hususta


şimdilik fazla bilgi yoktur. Yalnız şair Ezrakī, Doğan Şah hakkındaki bir kasidesinde ordu bayraklarının kırmızı renkte olduğunu ima ettiği gibi tarihçi Ebû Bekir er-Râvendî de Irak Selçuklu Hükümdarı Arslan b. Tuğrul’un ordusundaki kırmızı ipek bayraklardan bahsetmektedir. Fakat bu kırmızı bayraklar hükümdarın resmî sancağı değil daha ziyade askerî kıtaların bayrakları olduğundan hükümdar bayrağının rengi bilinmemektedir. Ancak ilk Selçuklu reislerinin siyah alâmet taşıdıkları göz önünde tutulursa Abbâsîler’e mânevî bağlılıklarını göstermek, bu şekilde bütün İslâm dünyası üzerinde meşrû ve siyasî bir hâkimiyet iddia etmek için Selçuklu hükümdarlarının da siyah rengi kullandıkları öne sürülebilir. Enverî, Ezrakī ve Zahîr-i Fâryâbî gibi bu devir şairlerinin manzumelerinden bayrakların üzerinde ay, ejderha, arslan, pelenk ve hümâ gibi şekillerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bayraktarlık (emîr-i alemlik) Selçuklu teşkilâtında önemli bir memuriyetti.

Anadolu Selçukluları. Bunlarda da daha ilk devirlerden başlayarak bayrağın hukukî bir sembol olarak önemi büyüktü. İlk Haçlı seferinde İznik Bizanslılar’a teslim edilirken kale burcundan indirilen Selçuklu bayrağının şekli ve rengi hakkında vekayi‘nâmelerde bilgi yoktur. Kaynaklardan, hükümdarın resmî sancağından başka ordudaki bayrakların sarı ve kırmızı renklerde olduğu anlaşılmaktadır. İbn Bîbî Kâhta’nın fethinden bahsederken buraya dikilen sancağın siyah renkte olduğunu söylemekte ve eserinde muncuk, perçem, bayrak kelimelerini sık sık kullanmakta, hükümdarın resmî siyah bayrağı için “sancak, sancak-ı sultânî” gibi tabirlere yer vermesi dikkati çekmektedir. Ölen sultanların çetr ve sancaklarının hürmet alâmeti olarak türbelerine konulması da bir âdetti.

Anadolu Selçukluları’nın ordularında kullanılan bayraklar üzerinde daha önceki Türk devletlerinde de görüldüğü gibi birtakım şekil ve resimler bulunuyordu. Eldeki bazı bilgiler, bu devirde üzerine ejderha resmi nakşedilmiş ipek bayraklar bulunduğunu açıkça göstermektedir. Hayrullah Efendi’nin, Anadolu Selçukluları’nın Moğollar’ı taklit ederek bayraklarında beyaz rengi kabul ettiklerini yazması hiçbir vesikaya dayanmamaktadır. Büyük Selçuklular’da olduğu gibi Anadolu Selçukluları’nda da Abbâsîler’e bağlılık alâmeti olarak siyah renkli bayrağın kullanıldığı söylenebilir.

Hârizmşahlar. Büyük Selçuklular’ın bir başka uzantısı olan Hârizmşahlar’da da bayrağın büyük önemi vardı. Bunlarda da hükümdar, veliaht ve hânedan âzasından başka çeşitli emîr ve reislerle askerî kıtaların da özel bayrakları vardı. Tabiatıyla bu bayraklar çeşitli renk ve şekillerde olmakla beraber imparatorluğun resmî bayrağı, Celâleddin Hârizmşah’ın tarihçisi Nesevî’nin bir kaydından anlaşıldığına göre siyah idi. Daha sonraki devirlerde yapılmış bir İran minyatüründe Hârizmşahlar’ın bayrağının sarı olarak gösterilmesi bu hükmü bozmaz. Rıza Nur’un Celâleddin Hârizmşah’ın bayrağını koyu kırmızı olarak göstermesi de bir kaynağa dayanmadığı için doğru olamaz. Edebî vesikalardan Hârizmşahlar’ın çetrlerinin siyah renkte olduğu anlaşılmaktadır ki bu da siyah rengin devletçe resmî renk olarak kabul edildiğini gösterir. Özellikle Sultan Sencer’in ölümünden sonra kendilerini Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun meşrû vârisi olarak telakki eden Hârizmşahlar için bunu tabii karşılamak gerekir. Bayraktarlık vazifesi bunlarda da önemli bir memuriyetti.

Atabegler. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra ortaya çıkan ve Atabegler adını alan çeşitli Türk devletlerindeki bayraklar hakkında pek az bilgi vardır. İbnü’l-Esîr, ilk defa Seyfeddin Gazi b. Zengî’nin başında sancak gezdirmeye cüret ettiğini yazar. Bağımsız bir devlet reisi sıfatını taşıyan Atabegler’in hükümdar sancaklarının rengi hakkında şimdiye kadar herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Sikkelerinde Salur (Salgur) boyunun damgası bulunan Fars Atabegleri’nden Sa‘d b. Zengî’nin kasidecilerinden Mecd-i Hemger’in bir manzumesinde onun siyah renkli bayrağı olduğundan bahsedilmektedir. Onların da Hârizmşahlar gibi kendilerini Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun meşrû vârisi saydıkları kolaylıkla söylenebilir.

Eyyûbîler. Musul Atabegliği’nin bir uzantısı olan ve o devir tarihçileri ve şairleri tarafından bir Türk devleti diye adlandırılan Eyyûbîler Devleti’nin müesseseleri Fâtımî ve Selçuk geleneklerinin tesiri altında meydana gelmişti. Yâfiî, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin saltanat sancağından bahsettiği gibi diğer çağdaş kaynaklar da Kudüs fethinde orduda sarı bayraklar bulunduğundan söz ederler. Hükümdara mahsus sancağın rengi de sarı idi. Eyyûbî ordularında sarı ve kırmızı bayraklar olduğu da bilinmektedir. Sarı renkte çetrler de kullanan Eyyûbîler’in sarı rengi seçmelerinde Fâtımî geleneğinin tesiri vardır. Esasen Mısır ve hatta Suriye halkı da imparatorluk rengi olarak bunu tanıyordu.

Memlük Devleti. Çeşitli sebeplerle yıkılmaya yüz tutan feodal Eyyûbî Devleti’nin, Türk memlükleri arasından yetişen kudretli şahsiyetler tarafından merkezî bir idareye kavuşturulmasından başka bir şey olmayan Mısır-Suriye Memlük Devleti devrindeki bayraklar hakkında oldukça geniş bilgi mevcuttur. Bu devlette diğer hâkimiyet timsalleri arasında bayrağın da önemli bir yeri vardı. Sultana ait resmî sancaklara “senâcık-ı sultâniyye”, sultanın bulunduğu yere dikilen sarı ipekten sancağa Arapça ısâbe adı verilirdi. Bu bayrak elmaslar ve diğer kıymetli taşlarla süslenirdi. Kalkaşendî’nin yazdığına göre hükümdarların, tepesinde at kılından perçemi bulunan diğer büyük bir bayrağı daha olup buna da calış (tuğ) denilirdi. Calış bir sefer başlangıcında savaş alanının bir timsali olarak meydana çıkarılırdı.

Saltanata mahsus diğer bayraklar ise sancak adıyla da anılır ve Kahire’de özel bir yerde saklanırdı. Hükümdara mahsus sancağın üstüne altın sırma ile ismi ve lakapları işlenirdi. Meselâ Baybars devrinde onun alâmeti arslan (veya bars) resmine sikkelerde olduğu gibi bayraklar üzerinde de rastlanırdı.

Bayrakların askerî olaylarda büyük bir önemi vardı. Sultanın önünde onun özel sancağını taşıyan memura sancaktar denilirdi. Memlük sultanlarının resmî renkleri Eyyûbîler’de olduğu gibi sarı idi. XIV. yüzyılda yaşamış bir İspanyol Fransisken rahibinin seyahatnâmesinde, Şam şehrinin bayrağı olarak sarı zemin üzerine beyaz hilâl nakşedilmiş bir bayrak resmi ile, İskenderiye şehri üzerinde sarı zemin ortasında siyah bir daire içinde bir arslan resmi bulunan diğer bir bayrağa tesadüf edilmektedir. Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki eski bir İspanyol


haritasında Memlük bayrağı olarak üstünde kırmızı hilâl bulunan altın sarı renginde bir sancak resmi bulunmaktadır. Tarihî kaynaklarda ise bu hususta bir kayda rastlanmaz.

Anadolu Beylikleri. XIII. yüzyılın ikinci yarısında yavaş yavaş müstakil birer küçük devlet mahiyetinde teşekküle başlayan beyliklerin kendilerine mahsus bayraklar kullanmaları pek tabii ise de bu hususta kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Yalnız Aydınoğulları’ndan Gazi Umur Bey’in gemisinde yeşil sancak bulunduğu Düstûrnâme-i Enverî’de kaydedilmektedir. Kıbrıs Krallığı tarihine ait hıristiyan kaynaklarında Tekeoğulları’nın, Alâiye ve Manavgat beylerinin de ayrı ayrı bayrakları olduğundan bahsedilmektedir. Menteşeoğulları’ndan Ahmed Gazi’nin Beçin’deki bir kitâbesinde elinde bayrak tutan bir arslan resmi mevcut olduğu gibi Ahmed Gazi’nin ismi de yazılıdır. Anadolu beylikleri bayraklarının genellikle Memlükler, Anadolu Selçukluları ve İlhanlılar’da tesadüf edilen bayraklardan pek farklı olmadığı tahmin edilebilir. Topkapı Sarayı’ndaki İspanyol haritasında, Candaroğulları’na ait Sinop üzerindeki bayrak, kırmızı zemin üzerinde sola doğru açılmış bir altın sarısı ay taşımaktadır. İspanyol Fransisken rahibinin yukarıda sözü edilen eserinde Antalya’daki Tekeoğulları’na ait iki bayrak, beyaz zemin üzerinde zikzaklı koyuca çizgileri ve mühr-i Süleyman şeklini ihtiva etmektedir. Yine aynı yerde Anadolu beyliklerine ait dört bayrağın zeminlerinin yarısı sarı, yarısı beyaz olup üzerlerinde kırmızı renkte çeşitli şekiller vardır. Bu bayrakların kimlere ait olduğu ise açıklanmamıştır.

Delhi Türk Sultanlığı. Gurlular’a tâbi bir eyalet iken Kutbüddin Aybeg’den başlayarak bağımsız bir devlet olan ve bir imparatorluk halinde gelişen Delhi Türk Sultanlığı başlangıçta hâkimiyet sembollerini Gurlular’dan almıştı. Ancak Gurlular’ın da Gazneli ve Selçuklu müesseselerini taklit ettiklerini göz önünde tutarak Aybeg’den itibaren Halacîler ve Tuğluklular gibi çeşitli Türk sülâleleri tarafından sürdürülen Delhi Sultanlığı’nda Türk geleneklerinin kuvvetli tesirleri de göze çarpar. Tabakāt-ı Nâsırî müellifinin verdiği bilgiye göre Gurlular’dan Muizzüddin Muhammed b. Sâm zamanında Gurlular’ın siyah ve la‘l (parlak al) olan bayraklarının Aybeg ile başlayan devrede de devam ettiği, İltutmış ve Nâsırüddin Mahmûd devirlerine ait kayıtlardan anlaşılıyor. Tuğluklular zamanında da bunun değişmediği Hüsrev-i Dihlevî’nin Tugluknâme’sinden öğrenilmektedir. Tuğluklular devrinde hükümdara mahsus sancaklara tavus tüyleri takılıyordu. Sancaklar üzerinde diğer Türk devletlerinde olduğu gibi birtakım resimler ve şekiller olduğu, ancak Fîrûz Şah zamanında kısa bir süre bu resimlerin bayraklardan kaldırıldığı bilinmektedir. Bunların çetrlerinde de la‘l ve siyah renkler kullanılıyordu.

Moğol Devletleri. Moğolistan’da daha II. asırda eski Türk-Moğol ve kısmen de Çin medeniyeti tesiri altında yaşayan siyasî teşekküllerde, eski Türkler’de olduğu gibi yak kuyruğundan yapılmış bayrak (tuğ) kullanmak âdeti vardı. Paganizm telakkilerine göre bu bayrakta koruyucu ruh bulunurdu. Cengiz devri için en önemli kaynaklardan biri olan Yuan-C’ao pi-şe’ye göre Cengiz Han’ın sancağı dokuz kuyruklu beyaz tuğ idi. Bilindiği gibi dokuz sayısı hem Türk hem de Moğollar’da kutsaldır.

Pelliot, Çinli Mong-Hong’un bahsettiği dokuz kuyruklu ve beyaz zemin üzerinde bir siyah hilâl şekli bulunan sancağın Cengiz’e değil Mukali’ye ait olduğunu iddia ederse de hilâl alâmetine diğer Moğol kollarına ait bayraklarda da rastlanır. Nitekim Altın Orda İmparatorluğu’nun merkezi olan Saray şehrinde hükümdarın ikametgâhı üzerinde bulunan altın hilâl bunların bayrakları hakkındaki bilgileri doğrulamaktadır. Gerek yukarıda sözü edilen Fransisken rahibinin kitabında, gerekse adı geçen İspanyol haritasında Altın Orda bayrağı beyaz zemin üzerinde bir kırmızı hilâl şeklinde gösterilmiştir. Kıpçak sikkelerinde de hilâl ve damgaya tesadüf edilmesi, beyaz rengin ve hilâl şeklinin bütün Moğol devletlerindeki önemini ve ortak mahiyetini gösterir. İlhanlılar devrinde kullanılan bayraklar hakkında çeşitli tarihî ve edebî kaynakların verdiği bilgiler, bunların da Cengiz geleneğini takip ederek hükümdara mahsus sancaklarda beyaz rengi kullandıklarını doğrular. Orduda ise sarı, kırmızı ve diğer renklerde türlü bayraklar bulunurdu. Meselâ Hâfız-ı Ebrû’daki bir kayda göre Emîr Ahmed Halac’ın bayrağı kırmızı idi. İlhanlılar bayraklar üzerinde ejderha, arslan, karakuş gibi çeşitli resimler kullanmakla bir taraftan eski Türk-Moğol geleneklerinin, diğer taraftan Gazneliler ve Selçuklular devrinden beri İran’da hâkim olan yerli geleneklerin tesirinde kalmışlardı. Fransisken rahibinin kitabında İran bayrağı olarak gösterilen, sarı zemin ortasında dört köşe bir kırmızı damga bulunan bayrak İlhanlılar’a ait olmalıdır. İlhanlılar’a tâbi yarı müstakil mahallî hânedanların da özel bayrakları olduğu bilinmekle beraber bunların renkleri ve diğer özellikleri hakkında kesin bilgi yoktur. Ancak Cengizîler’e mensup birtakım devletlerin ve Celâyirliler’in beyaz bayrak kullandıkları söylenebilir. Çağdaş kaynaklar Özbek Hanı Ubeyd Han’ın beyaz bayrağı olduğundan bahsederler.

Timurlular. Kendisini Cengiz İmparatorluğu’nun meşrû vârisi sayan Timur hâkimiyet alâmetlerinde tamamen Moğol geleneğini takip etti. Hükümdara mahsus beyaz bayrağından başka ordusunda sarı, kırmızı ve mor bayraklar kullandığı tarihî kaynaklardan öğrenilmektedir. Timur’un torunu Muhammed Mirza, Anadolu seferinde maiyetindeki kıtaları ayrı ayrı renklerde elbise ve bayraklarla teçhiz etmişti. Tepelerinde madenî hilâller bulunan bayrakların üzerinde türlü türlü şekiller mevcut olduğu bu devre ait minyatürlerden ve tarihî


kaynaklardan anlaşılmaktadır. Timur devrinde bayrakların üzerine birtakım damgaların işlenmiş olduğu kuvvetle tahmin edilebilir. Nitekim Altın Orda’da ve daha sonra Kırım Hanlığı’nda da bayraklar üzerine damga konulduğu bilinmektedir. Timur’un çocukları ve torunları tarafından idare edilen siyasî teşekküllerdeki bayrakların da Timur devrindekilerden farksız olduğu söylenebilir. Timur devrinin en önemli kaynaklarından biri olan Yezdî’nin Zafernâme’sini yanlış anlayan Hammer’in Timur devri bayrakları hakkında verdiği bilgilere güvenilemez.

Hindistan’daki Timurlular Devleti’nin büyük kurucusu Bâbür’ün ordusunda diğer Timurlular’da olduğu gibi sarı ve kırmızı bayraklar kullanıldığı biliniyorsa da asıl hükümdar sancağının rengi hakkında bilgi yoktur.

Karakoyunlular. Baranlı aşiretine mensup bir sülâle tarafından kurulan bu devlet Celâyirliler’in müesseselerini taklit etmiştir. Ancak aşiret geleneklerini de korumuş olan bu Türkmen devletinin bayrakları hakkında elde yeterli belge yoktur. Yalnız bunların bayraklarında Karakoyunlu aşiretler birliğinin bir alâmeti olarak karakoyun resimleri bulunduğu rivayet edilir. Hükümdar bayrağının, beyaz zemin üzerine nakşedilmiş bir karakoyun resmiyle belki de hükümdarın isim ve damgasını taşıdığı tahmin edilebilir.

Akkoyunlular. Oğuzlar’ın Bayındır boyuna mensup bir sülâle tarafından kurulan bu devlet, kısmen aşiret geleneğini korumakla beraber Celâyirliler ve Timurlular’ın müesseselerini aynen aldıkları için bu devir bayraklarında da aynı tesirlerin bulunması tabiidir. Tarihî kaynaklarda Akkoyunlu hânedanına ait sancağın beyaz renkli olduğu açıkça belirtildiği gibi bunun üzerinde akkoyun resmi bulunan bayraklar kullandıkları da açıklanır. Akkoyunlular’da ayrıca Bayındır damgasını taşıyan türlü renklerde bayraklar da vardı. Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan bir bayrağın üzerinde Hasan Bahadır ismi bulunmaktadır. Sikkelerinde Bayındır damgasını kullanan bu devletin aynı damgayı bayrakları üzerinde de kullanması pek tabiidir.

İran Türk Sülâleleri. Şah İsmâil tarafından kurulan Safevîler Devleti zamanındaki bayraklar hakkındaki bilgi pek azdır. Peygamber sülâlesinden olduğunu iddia eden ve İsnâaşeriyye Şiîliği’ni resmî mezhep olarak kabul eden bu Türk hükümdarının zamanına ait Kasımî’nin Şehnâme’sinde olduğu gibi çeşitli edebî eserlerde onun yeşil renkli bayraklarından bahsedilir. Şah İsmâil’in o zamanki Yakındoğu’da Hz. Peygamber ailesinin şiarı sayılan bu rengi seçmesi tabiidir. Ünlü seyyah Chardin, Safevîler devrinde üzerinde Kur’an âyetleri ve Şiî mezhebine ait bazı yazılar bulunan ensiz bayraklardan söz ederken bayraklar üzerindeki şekillerden yalnız Hz. Ali’nin iki uçlu zülfikarını zikretmektedir.

XVIII. yüzyıl başında Avşarlar devrinde, sülâlenin kurucusu Nâdir Şah’tan başlayarak ne renk ve şekillerde bayraklar kullanıldığı da belli değildir. Ancak kendisini Nâdir Şah’ın meşrû halefi sayan Ali Şah’ın ordusuna ait beyaz bayrağın Avşar sülâlesinin resmî bayrağı olduğu söylenebilir. Safevîler’in dinî riyâsetine muhalif bir siyaset takip eden Nâdir Şah’ın onların yeşil rengini beyaza çevirmiş olması da normal karşılanabilir. Safevî bayraklarında olduğu gibi Avşar bayraklarının tepelerinde de madenî hilâl şekilleri bulunduğu edebî eserlerden anlaşılmaktadır.

Kaçar kabilesine mensup Ağa Muhammed Şah tarafından kurulan Kaçarlar sülâlesi zamanında İran’da çok çeşitli bayraklar kullanılmıştır. Malcolm ve Dubeux’nün verdikleri bilgilerden, Feth Ali Şah devrinden itibaren bayraklar üzerinde zülfikar, arslan ve güneş şekillerinin resmî bir alâmet olarak kullanıldığı ve Nâsırüddin Şah zamanında ise zülfikarın arslanın eline verilmesi suretiyle bu timsalin kesin bir şekil aldığı bilinmektedir. Kaçarlar, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yenileşme hareketlerini taklit ederek meydana getirdikleri yeni usul askerî kıtalarda arslan ve güneşli bayraklar kullanmışlardır. XIX. yüzyıl başlarına ait bir albümden ve Dictionnaire de Marine’den (Paris 1820) öğrenildiğine göre sarı zemin üzerine üçgen şeklinde konulmuş üç hilâlden oluşan İran bayrağı, XX. yüzyılın hemen başlarında şahların da özel bayrağı olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu. XV. yüzyılın ilk yarısından sonra çeşitli kaynaklarla Türk ve Avrupa müzelerinde saklanan Osmanlı bayrakları sayesinde Türkler’in Ortaçağ’da kurdukları en önemli ve devamlı siyasî teşekkül olan Osmanlı İmparatorluğu’nun bayrakları hakkında oldukça geniş bilgilere sahibiz. XVI-XIX. yüzyıllar arasında yazılmış sefaretnâme ve seyahatnâmelerle bu devirden kalmış tablo ve gravürler de bu hususta tamamlayıcı bilgiler vermektedir. Bundan dolayı Marsigli, d’Ohsson ve Hammer gibi yazar ve tarihçiler ve Mısırlı Yâkub Artin Paşa’dan başlayarak çeşitli müellifler, Osmanlı bayrağının rengi ve üzerinde taşıdığı alâmetler ve çeşitli devirlere ait bayraklar hakkında makaleler ve monografiler yazmışlardır. Ancak Osmanlılar’dan önceki İslâm ve Türk bayrakları ve bu konu ile ilgili olarak diğer hâkimiyet sembolleri hakkında sağlam bir bilgiye dayanmadan tenkitsiz bir tarzda yazılan bu araştırmalarda birçok yanlış hükümler bulunmaktadır. Dolayısıyla bu çeşit neşriyattan sadece malzeme bakımından faydalanılabilir.

İlk Osmanlı padişahlarının bayrakları hakkındaki bilgiler sonraki tarihî kaynaklara dayanmaktadır. “Elviye-i sultâniyye” denilen Osmanlı saltanat sancaklarının sayısı başlangıçta dört iken XVI. yüzyılda yediye çıkmıştır. Bunlardan biri beyaz, ikisi kırmızı, biri yeşil, ikisi yeşilkırmızı, biri de sarı-kırmızıdan oluşmuş alaca renkli idi (Selânikî, II, 612). Fakat ak alem denilen beyaz sancak esas saltanat sancağıydı ve rivayete göre Konya’daki Selçuklu hükümdarı tarafından Osman Gazi’ye hâkimiyet alâmeti olarak gönderilmişti. Âşıkpaşazâde ve Neşrî bu bayrağın rengi hakkında bir şey söylemezler. Oruç Bey’in ileri sürdüğü rivayet ise inandırıcı değildir. Âşıkpaşazâde’nin bir kaydından, XV. yüzyılda Osmanlılar’ın kırmızı bayraklar da kullandıkları anlaşılmakta, Fâtih’in çağdaşı Tursun Bey’in ifadesinden de Osmanlı donanması ve azeb kıtalarında kırmızı, yeniçeri kıtalarında beyaz bayraklar kullanıldığı öğrenilmektedir.

Diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi Osmanlılar da hükümdara mahsus


sancağın dışında çeşitli yerlerde türlü renklerde bayraklar kullanmışlardır. Bu bayrakların üzerinde muhtelif şekiller ve yazılar yer almıştır. Yeniçerilerin, adına İmâm-ı Âzam bayrağı da denilen ve ocağın Sünnîliğine işaret olan beyaz bayrağını, ocağın pîri ve hâmisi olan Hacı Bektâş-ı Velî’nin Şiîlik temayüllerine dayandıran Yâkub Artin’in mülâhazası asla kabul edilemez. Bu renk doğrudan doğruya Cengiz İmparatorluğu’nun resmî renginden gelmiş olup Anadolu’daki Moğol hâkimiyetinin tesiriyle Osmanlılar’ca da kabul edilmiştir. Yâkub Artin’in, millî renk olarak siyahı kabul eden Türkler’in Bizans sınırlarına yaklaştıkça kırmızı ve sarı renkleri kabul etmelerini Bizans tesirine bağlaması da çok yersizdir. Zira yukarıda da belirtildiği üzere siyah renk Selçuklular’ın ve özellikle Anadolu Selçukluları’nın resmî rengi olduğu gibi sarı renk de Osmanlılar’a Memlükler’den geçmiştir.

Osmanlılar devrinde padişaha mahsus bayrağın II. Mehmed döneminde ak olup II. Bayezid, I. Selim ve Kanûnî devirlerinde de aynı kaldığını çeşitli kaynaklar nakletmektedir. İlhanlılar devrinden beri Anadolu’da imparatorluk rengi olarak kullanılan ak sancağın en azından Yıldırım Bayezid’den beri kullanıldığı tahmin edilebilir. Daha sonraki yüzyıllarda, Hz. Peygamber’e ait olan, sonraları Osmanlılar’a geçtiği iddia edilen sancak-ı şerif de büyük önem kazanmıştı. Yeniçerilerin ak bayrağı ile süvari ocaklarının alaca, kızıl ve sarı bayraklarının sayısı, Selânikî Mustafa Efendi’nin ifadesinden anlaşıldığına göre, Kanûnî’nin ilk zamanlarında imparatorluğun gelişmesi neticesinde yeşil ve siyah renklerin de ilâvesiyle yediye çıkarılmıştı. Şair Taşlıcalı Yahyâ Bey’in kayıtları da bunu kuvvetlendirmektedir. Macaristan seferine çıkan orduya kumandan tayin edilen Sadrazam İbrâhim Paşa’ya verilen sancaklarda bütün bu renklerin hükümdarın hassa kuvvetine mahsus sancaklarda kullanıldığını göstermektedir. XVI. yüzyıl şairlerinden Hayâlî, Sûzî, Çamçak Mehmed Çelebi’nin şiirlerinden beylerbeyilerin ve sancak beylerinin kırmızı sancak taşıdıkları anlaşılmaktadır. Osmanlı hükümdarlarının ak sancak yanında kızıl sancak da kullandıklarını, I. Selim’in Mısır’ı fethettiği zaman otağının önüne ak ve kızıl iki sancak diktirdiğini İbn İyâs belirtmektedir. Çaldıran Muharebesi’nde de I. Selim’in kızıl ve beyaz olmak üzere iki saltanat sancağı bulunduğu bilinmektedir. Kırmızı saltanat sancağının belki I. Selim’den önce de kullanıldığı tahmin edilebilir.

Osmanlılar’da yeşil renkli sancağın Aydınoğlu Umur Bey’in gemisinde dinî mahiyette kullanılmış olmasından başlayarak cihad ve gazâ mefhumunu ifade etmek için Fâtih’in gemisinde, Çaldıran Muharabesi’nde ve Kanûnî devrinde kapıkulu ocaklarında kullanılması, bu sancakların gazilere mahsus olduğunu ve daha çok denizciler tarafından kullanıldığını gösterir. Nitekim Barbaros’un bayrağının yeşil kumaştan yapılmış olması, İnebahtı Muharebesi’nde Cezayir Beylerbeyi Uluç Ali Paşa’nın gemisinde yeşil sancak bulunması, Piyale Paşa’nın bir Frenk seyyahının ifadesine göre kumandan bayrağının yeşil olması ve nihayet Evliya Çelebi’nin de belirttiği gibi Cezayir gemilerinin XVII. yüzyılda da yeşil sancak taşımaları yukarıda ileri sürülen fikirleri doğrular.

Osmanlı İmparatorluğu ordusunda olduğu gibi donanmasında da türlü türlü bayraklar kullanılmıştır. XV. yüzyılda daha çok kırmızı bayrak kullanıldığı halde XVI. yüzyılda kumandana mahsus bayrağın yeşil olduğu, çeşitli bölgelere mensup derya beyilerinin beyaz, kırmızı, sarı, sarı-kırmızı ufkî çizgili (alaca) bayraklar kullandıkları bilinmektedir. XVIII. yüzyılda da kaptan paşaların bayrağı yeşil idi. Bu sıralarda gemi sancaklarında yeşil rengin yanında en çok kırmızı renk kullanılıyordu. I. Mahmud’dan sonra donanmada en çok yeşil sancaklar kullanılmıştır. d’Ohsson’ın yazdığına göre bu yüzyıl sonunda Osmanlı ticaret gemileri de yeşil sancak kullanıyorlardı. Halbuki daha önceleri ticaret gemileri beyaz bayrak taşırlardı. Kaptanıderyâ Küçük Hüseyin Paşa’nın teşebbüsü ile XVIII. yüzyıl sonunda gemi bayraklarında daha çok kırmızı renk kullanılmaya başlanmıştır. III. Selim orduya ve donanmaya ait bayraklar üzerindeki hilâle sekiz köşeli yıldızı da ilâve ettirdi. Hükümdara mahsus gemiye çekilecek kırmızı sancağın üzerinde III. Selim’in tuğrası da bulunuyordu. Böylece XVIII. yüzyıl sonunda çeşitli limanların ve ticaret gemilerinin hangi renklerde bayraklar taşıyacakları belirlenerek bayrak şekilleri ve renkleri oldukça muntazam bir usule bağlanmış oldu.

II. Mahmud devrinde daha önce III. Selim zamanında kabul edilmiş bayrak şekillerine uyuldu. Bu devirde kalelere ve hükümet binalarına çekilen resmî sancağın ay yıldızlı al sancak olduğu görülür. Yalnız yeniçeriliğin kaldırılması ile bunlar arasında çok yayılmış olan bayrak kelimesi de yasaklandı. Yerine sancak kelimesinin kullanılması için emirler verildi (Lutfî, I, 240). II. Mahmud tarafından Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’ye mahsus olarak üzerinde kelime-i şehâdet veya fetih âyetleri bulunan siyah bayraklar yaptırıldı. Siyah rengin tercihi, Hz. Peygamber’in ukab adlı siyah bayrağının rengini taklitten ileri gelmiştir. II. Meşrutiyet’in ilânına kadar orduda, üzerlerinde âyetler yazılı ve hükümdarların ortası tuğralı armalarını ihtiva eden sırma saçaklı türlü türlü alay sancakları kullanılmış olup bunların rengi genellikle kırmızı idi. II. Abdülhamid devrinde selâmlık resminde hilâfete mahsus bir bayrak kullanıldı. Bu bayrak, kırmızı atlas zemin üzerine etrafı beyaz kılaptanla işlenmiş dört köşe bir çerçeve içerisinde bir tarafında Fetih sûresi, diğer tarafında ise güneş resmi bulunan sırma saçaklı ve ucu hilâlli bir sancaktı.

XIX. yüzyılın ilk yarısında, üzerinde hilâl ve yıldız işareti bulunan kırmızı (al) sancağın Osmanlı İmparatorluğu’nun millî bayrağı olduğu anlaşılmaktadır. Sultan Abdülmecid zamanındaki imparatorluk bayraklarını gösteren bir albümde görüldüğü gibi, Trablusgarp’a mahsus üç yıldızlı yeşil sancak müstesna olmak üzere, bütün bayraklar kırmızı renkte olup ortalarındaki çeşitli alâmetler de beyazdır. Bu padişahın son devirlerinde sekiz köşeli yıldız beş köşeli olarak değiştirilmiştir. Sultan Abdülaziz zamanından başlayarak padişahlara mahsus bayrakların ortasındaki tuğraların beyaz renkte, sekiz şualı beyzî bir güneş içine alınması âdet oldu. Sonradan bu bayrağın kırmızı rengi vişne çürüğüne çevrildi ve bu saltanat sancağı saltanatın kaldırılmasına kadar devam etti.


Türkiye Cumhuriyeti. 1 Kasım 1922’de saltanatın ilgasından sonra halifeye mahsus olmak üzere, yeşil zemin ortasında sekiz şualı beyaz bir güneş içindeki kırmızı zeminde beyaz ay yıldızı ihtiva eden bir sancak kabul edildi ve saltanata mahsus bayrak da kaldırıldı. Ancak imparatorluk devrindeki millî bayrak muhafaza edildi. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet idaresinin kuruluşundan ve halifeliğin kaldırılmasından sonra 22 Ekim 1925’te bir sancak tâlimatnâmesi yayımlanarak savaş ve ticaret gemileri hakkında belli esaslar kabul edildi. Bu tâlimatnâme, millî bayrağın şeklini kesin surette tesbit etmekle birlikte, daha çok donanmanın ihtiyaçlarına göre yapıldığından özel bir mahiyet taşıyordu. Bunun üzerine 2994 sayılı Türk bayrağı kanunu 29 Mayıs 1936’da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilerek 5 Haziran 1936’da Resmî Gazete’de yayımlandı. Bakanlar kurulu tarafından 28 Temmuz 1937’de kabul edilip 14 Eylül 1937’de yayımlanan 7175 sayılı kararnâme ile de bu kanunun nasıl tatbik olunacağını tesbit eden Türk bayrağı nizamnâmesi uygulanmaya başlandı. Türkiye Cumhuriyeti’nde kullanılan her türlü bayrakla (millî bayrak, cumhurreisine mahsus bayrak, ordu ve donanmaya ve devletin diğer dairelerine mahsus bayraklar) onlara ait bütün vasıfları en ince ayrıntılarına kadar tesbit eden bu kanun ve nizamnâme ile ayyıldızlı kırmızı Türk bayrağı kesin şeklini almış oldu.

Bundan başka Birleşmiş Milletler, Nato, UNESCO, Kızılay, Kızılhaç, Olimpiyat vb. milletlerarası kuruluşları temsil eden bayraklar da vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Bayrak kelimesi hakkında yapılan ilk etraflı ve ciddi inceleme, M. Fuad Köprülü’nün İslâm Ansiklopedisi’nde çıkan “Bayrak” maddesi olup (II, 401-420) bu madde de onun bir kısaltmasıdır. Dr. Rıza Nur’un l’Histoire du Croissant (Revue de Turcologie, 1933, III, 232-410) adlı eserinde çeşitli İslâm bayrakları ile Osmanlı bayraklarından bahsedilmişse de bu çalışması tenkitsiz olduğu gibi varılan sonuçlar da çoğunlukla yanlıştır. Ancak burada İstanbul ve Avrupa müzelerinde bulunan birtakım bayrak resimleri yer aldığından Osmanlı bayrakları tarihiyle uğraşanlar için değerli malzeme vardır. Fevzi Kurtoğlu’nun Türk Bayrağı ve Ay Yıldız (Ankara 1938, 166 sayfa) adlı monografisinde Osmanlılar’dan önceki Türk devletlerinin bayrakları hakkında verilen mâlumat hem az hem de yanlıştır. Buna karşılık Topkapı Sarayı ve Bahriye müzelerindeki birtakım bayraklarla bazı yazma albümlerden faydalanıldığı için XVI-XIX. yüzyıllardaki Osmanlı bayrakları hakkında eserde zengin malzeme mevcuttur. Ancak tamamıyla tenkitsiz yazılan bu monografiden istifade edilmesi çok zordur. Osmanlı bayrağı hakkında daha önce Ali Bey’in yayımladığı “Sancağımız ve Ay Yıldız Nakşı” (TOEM, 1333/1334, nr. 46, 47, 48) adlı makale de tenkitsiz bir inceleme olmakla birlikte Rıza Nur’un kitabında doğrudan doğruya bu makaleden faydalanılmıştır. Jean Deny’nin The Encyclopaedia of Islam’daki “Sancak” maddesi 1925’te yayımlanmış olmasına rağmen mükemmel bir filolojik tetkiktir. F. Kurtoğlu’nun kitabındaki bibliyografyada zikredilmeyen araştırmalar arasında en önemli olan iki tanesi şunlardır: Cemil, Sancak ve Sancağımız (İstanbul 1341, 34 sayfa); Ahmed Teymur Paşa, Târîhu’l_ aǾlâmi’l-ǾOsmânî (Arapça, Kahire 1347, 180 sayfa). XIV. yüzyılda yaşayan bir İspanyol Fransisken seyyahının 1877’de yayımlanan eseri 1912’de Sir Clements Markham tarafından İngilizce’ye çevrilerek Book of the Knowledge adıyla Hakluyt Society külliyatı arasında yayımlanmıştır. Burada Osmanlılar’dan önceki birtakım Türk devletlerinin bayrakları hakkında bazı bilgi ve resimler vardır. Ayrıca Topkapı Sarayı Müzesi’nde de bir İspanyol tarafından XV. yüzyılda yapıldığı anlaşılan bir harita üzerinde çeşitli Türk devletlerine ait bayrak resimlerine rastlanmaktadır. Bu son iki eserdeki resimler, birtakım açıklamalarla İbrahim Hakkı’nın Topkapı Sarayında Deri Üzerine Yapılmış Eski Haritalar (İstanbul 1936) adlı kitabında yayımlanmış olup sadece bu resimlerden istifade edilebilir.

Metinde kullanılan diğer başlıca kaynaklar şunlardır: Dictionnaire de Marine, “Drapeau”, Paris 1820; K. Lokotsch, Etymologisches Wörterbuch der Europäischen Wörter Orientalischen Ursprungs, Heidelberg 1927, s. 16; Müsned, IV, 297; Tirmizî, “Cihâd”, 10; Vâkıdî, el-Megāzî, I, 9-10; İbn Hişâm, es-Sîre, II, 591, 595-596; İbn Sa‘d, et-Tabakāt, II, 6-7, 106; Ebü’ş-Şeyh, Ahlâku’n-nebî ve âdâbüh (nşr. Seyyid Cümeylî), Beyrut 1406/1986, s. 212; Firdevsî, Şehnâme (nşr. ve trc. J. Mohl), Paris 1838-78, IV, 382, 482; Dîvânü lugāti’t-Türk, I, 1, 75, 77, 387, 388, 395; II, 98; III, 31, 38, 92, 98, 138, 270; Râvendî, Râhatü’s-sudûr (Ateş), II, 288; Avfî, Lübâb, I, 242; II, 260; Tursun Bey, Târîh-i Ebü’l-Feth (nşr. Mertol Tulum), İstanbul 1977, s. 52; Selânikî, Târih (İpşirli), I, 23, 315; II, 597, 612, 646; Voyages du Chevalier Chanden en Perse (nşr. Langlès), Paris 1811, V, 321; Lutfî, Târih, I, 240; Kemâl İsfahânî, Dîvân, İstanbul 1339, s. 18; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (trc. Ahmet Özel), İstanbul 1991, II, 77-84; Marsigli, Osmanlı İmparatorluğunun Askerî Vaziyeti, s. 142-143, 176-178; Barthold, İslâm Medeniyeti, s. 125, 128; Hamîdullah, Hz. Peygamberin Savaşları, s. 273-288; Pakalın, I, 176-181; M. Fuad Köprülü, “Bayrak”, İA, II, 401-420.

Orhan F. Köprülü