BASÎR

البصير

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

“Görmek, bilmek ve sezmek” anlamındaki basar kökünden türetilmiş bir sıfattır. Kur’ân-ı Kerîm’de elli bir âyette geçmekte olup bunların kırk birinde Allah’ın sıfatlarından biri olarak kullanılmıştır. İbnü’l-Cevzî Kur’an’da basîr sıfatının dört ayrı anlama geldiğini belirterek bunları “sezen”, “gözüyle gören”, “kesin delil (hüccet) sayesinde gerçeği idrak eden” ve “ibret gözüyle bakan” şeklinde sıralar (Nüzhetü’l-aǾyün, “basîr” md.). Basîr kavramı esmâ-i hüsnâdan biri olarak “görmeye konu olan şeyleri bütün özellikleriyle idrak edip gören” şeklinde tarif edilebilir. Bu idrakin oluşması için insanlarda bulunması gereken fizik, fizyolojik ve psikolojik şartlar Allah Teâlâ hakkında söz konusu değildir. “O, karanlıklar içinde renkleri, bir suya karışan diğer bir suyu görür. Ne karışmışlık, ne karanlık, ne aşırı aydınlık ve ne de madde engeli O’nun görme idrakini perdeleyebilir” (Şa‘rânî, I, 84).

İlim sıfatını teyit edici bir nitelik taşıyan basîr, Allah hakkında kullanıldığı on âyette yine ilimle ilgili olan semî‘ (işiten), beş âyette de habîr (haberdar olan) ismiyle beraber yer almıştır. Kelime kuruluşu bakımından sıfat olan basîr bu âyetlerin bazısında mef‘ul almadan, mutlak mânada “görme sıfatına konu teşkil eden her şeyi gören” şeklinde geniş kapsamlı bir kavram olarak geçmektedir. Çoğunda ise “kullarını gören, kulların günahlarından haberdar olan, yaptıklarınızı gören” şeklinde mef‘uller alarak hâlik ile mahlûk arasındaki münasebeti kulun ilgi ve dikkatini çekecek bir şekilde vurgulamıştır. Bir âyet-i kerîmede de, “O ne mükemmel görendir!” (el-Kehf 18/26) mânasında taaccüp fiili olarak Allah’ı nitelemiştir. Bunlardan başka Kur’an’da Cenâb-ı Hak “bakmak” ve “görmek” mânalarına gelen nazar ve rü’yet kelimelerinin çeşitli türevleriyle de vasıflandırılmıştır.

Hadislerde basîr ismi Allah’a nisbet edildiği gibi nazar ve rü’yet köklerinden türemiş çeşitli kelimeler de O’nun sıfatı olarak zikredilmiştir.

Basîr kelâm literatüründe sübûtî sıfatların mânevî grubu içinde sayılır ve bütün kelâmcılar tarafından benimsenir. Âlimler semî‘ ve basîr sıfatlarının hay kavramı ile yakından ilgili bulunduğunu, hatta onun zaruri bir sonucu olduğunu kabul ederler. Çünkü hayat sahibi olan bir varlığın cansız nesnelerden farklı olarak işitme ve görme özelliklerine de sahip olması gerekir. İşitme ve görme yetkinlik ifade eden kavramlar olduğuna göre Allah’ın bu yetkinliklerden yoksun olduğunu düşünmek mümkün değildir.

Erken dönemlerden itibaren basîr ile mübsır kelimeleri arasında bir mâna farkının bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Meselâ Buhârî basîrin “kalp gözüyle görmek” yani “bilmek ve sezmek”, mübsırın ise “gözle görmek” anlamına geldiğini söylemiştir (Buhârî, “Megazî”, 18). Taberî de aynı farkı kabul ederek Allah’a nisbet edilen basîrin mübsır mânasına nakledildiğini belirtir ve bu tür mâna naklinin başka örneklerini de delil olarak gösterir (Tefsîr, I, 341). Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’nin muhtelif kelâmî görüşlerini bir araya getirip yeniden düzenleyen İbn Fûrek ise onun basîr ile mübsır arasında bir fark gözetmediğini, ayrıca Allah’ın “işiten ve gören” anlamında müdrik diye nitelendirilmesini câiz gördüğünü kaydeder (Mücerredü’l-makalât, s. 45). Kadî Abdülcebbâr’ın da belirttiği gibi, basîr ile mübsır arasındaki mâna farkı şu noktada toplanmaktadır: Basîr, Allah’ın görmesine konu teşkil eden şeyleri idrak ettiğini ifade eden ezelî bir sıfattır (hal); mübsır ise “görülebilecek şeyleri var oldukları zaman gören” mânasına gelir. Buna göre basîr görebilme niteliğini, mübsır ise fiilen görme olayını ifade etmiş olur. Bağdat ekolüne mensup Mu‘tezile âlimleri basîrin müstakil bir sıfat özelliği taşımayıp alîm sıfatının değişik bir ifadesi olduğunu ileri sürerken herhalde bu sıfatın Kur’ân-ı Kerîm’de daha çok basîr şeklinde yer almasına dayanmak istemişlerdir. Ancak gerek Basra Mu‘tezilîleri gerekse diğer İslâm


âlimleri, -işitme gibi- görme sıfatının ilim sıfatıyla bağlantısını teyit etmekle birlikte onun da müstakil bir sıfat olduğunu kabul ederler. Çünkü görmeye konu teşkil eden bir şeyi sadece bilmek ile onu görerek bilmek arasında fark vardır. Buna göre hayat ve ilim sahibi olan Allah’ın görme (ve işitme) yetkinliğinden yoksun olduğunu söylemek Allah’a kusur isnat etmek anlamına gelir ki bu mümkün değildir. Gerek Kur’an’da gerekse sahih hadislerde görme sıfatı basîr dışında, farklı köklerden gelen başka kelime şekilleriyle de Allah’a nisbet edilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “bsr” md.; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aǾyün, “basîr” md.; Lisânü’l-ǾArab, “bsr” md.; Wensinck, MuǾcem, “bsr”, “nzr”, “rǿey” md.leri; M. F. Abdülbâkī, MuǾcem, “bsr”, “nzr”, “rǿey” md.leri; Mustafavî, et-Tahkık, “bsr” md.; Müsned, IV, 402; Buhârî, “Megazî”, 18; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 82; Taberî, Tefsîr, I, 341; Halîmî, el-Minhâc, I, 159; İbn Fûrek, Mücerredü’l-Makalât, s. 45; Kadî Abdülcebbâr, el-Muhît, s. 135-138; a.mlf., Şerhu’l-Usûli’l-hamse, s. 166-169; Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’s-sıfât, vr. 68b, 72b; Beyhakī, el-Esmâǿ ve’s-sıfât (İmâdüddin), I, 88; Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Usûlü’d-dîn (nşr. Hans Peter Linss), Kahire 1383/1963, s. 31-34; Gazzâlî, el-Maksadü’l-esnâ, s. 65-66; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 240; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ, III, 38-39; VI, 82, 88, 227-228, 538-539; Teftâzânî, Şerhu’l-Makasıd, II, 72; Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, II, 359-360; Şa‘rânî, el-Yevâkıt ve’l-cevâhir, Kahire 1317 → Beyrut, ts. (Dârü’l-Ma‘rife), I, 84; M. Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, Beyrut, ts. (Dârü’l-Ma‘rife), III, 202; Suat Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyyet, İstanbul 1987, s. 198-199.

Bekir Topaloğlu