BAHRÜ’l-HAKAİK ve’l-MEÂNÎ

بحر الحقائق والمعاني

Necmeddîn-i Dâye’nin (ö. 654 / 1256) başladığı ve Alâüddevle-i Simnânî’nin (ö. 737 / 1336) tamamladığı Arapça işârî Kur’an tefsiri.

Tam adı Bahrü’l-hakāǿik ve’l-meǾânî fî tefsîri’(l-Kurǿân ve’)s-sebǾi’l-mesânî’dir. ǾAynü’l-hayât ve et-Teǿvîlâtün-Necmiyye diye de anılmaktadır. Muhtelif yazmalar kataloglarında ve bazı kaynaklarda yanlış ve karışık bir şekilde tanıtılmaktadır. Nitekim Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Damad İbrâhim Paşa, nr. 153) kayıtlı bulunan ǾAynü’l-hayât Necmeddîn-i Kübrâ’ya nisbet edilirken Brockelmann Bahrü’l-hakāǿiķ’ı hem Kübrâ’nın hem de Dâye’nin eserleri arasında zikretmektedir (GAL Suppl., I, 787, 804). Ömer Nasuhi Bilmen Kübrâ’nın et-Teǿvîlâtü’n-Necmiyye adında bir tefsiri olduğunu söylemekte (Büyük Tefsir Tarihi, II, 497), F. Meier ise bu tefsirden söz ederek elli birinci sûrenin (ez-Zâriyât) on yedinci veya on sekizinci âyetine kadar Necmeddîn-i Kübrâ’ya, daha sonraki kısımların ise Dâye ve Simnânî’ye ait olduğunu belirtmektedir. Bu konuda çalışmaları bulunan M. Nazif Şahinoğlu ve Süleyman Ateş’in verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre bu tefsirin Necmeddîn-i Kübrâ’ya nisbet edilen nüshaları aslında öğrencisi ve müridi olan Necmeddîn-i Dâye’ye aittir. Dâye dokuz ciltlik bir tefsir yazmış, ömrü vefa etmediği için ancak Zâriyât sûresinin on sekizinci âyetine kadar gelebilmiş, Alâüddevle-i Simnânî ise onun kaldığı yerden devam ederek tek ciltlik bir zeyille tefsiri tamamlamış ve bu hususu mukaddimesinde açıkça belirtmiştir. Kataloglarda ǾAynü’l-hayât, Bahrü’l-hakāǿik, ve et-Teǿvîlâtü’n-Necmiyye adlarıyla kayıtlı bulunan tefsir budur. Simnânî’nin zeyli ise Necmü’l-kırân fî teǿvîlâti’l-Ķurǿân adını taşımaktadır.

Necmeddîn-i Dâye, eserin mukaddimesinde, tefsirindeki mâna ve hakikatlerin bulunmaz birer inci olduğunu, bunları Kur’an denizine dalarak kırk yılda çıkardığını, kendisine gelinceye kadar -kısa birkaç tefsir dışında- bütün bu ince mânaları ihtiva eden geniş bir tefsir yazılmadığını, çünkü Kur’an’daki bu mânaları ve derin hakikatleri herkesin göremeyeceğini, Kur’ân-ı Kerîm’in hem zâhirî hem de bâtınî mânaları üzerinde durduğunu, önceki tefsirlerden pek çok nakiller yaptığı için eserini okuyan bir kimsenin başka bir tefsiri okumaya ihtiyaç duymayacağını söylemektedir. Müellif eserinde şöyle bir metot uygulamıştır: Önce âyetlerin zâhirî mânalarını ele alıp gramer bakımından gerekli gördüğü hususları açıklamış, bu alanda otorite sayılan şairlerin şiirlerinden örnekler (şâhid) getirerek kendi görüşlerini teyit etmiş, daha sonra da bâtınî yani tasavvufî mânalara geçmiştir. Onun asıl kaynağı, Sa‘lebî’nin el-Keşf ve’l-beyân adlı tasavvufî tefsiridir. Daha sonraları Abdürrezzâk el-Kâşânî de Dâye’nin tesirinde kalmıştır.

Eseri tamamlayan Simnânî ise Kur’ân-ı Kerîm’in zâhirî mânasıyla hiç meşgul olmamıştır. Fâtiha sûresini yeniden tefsir etmiş, yazdığı uzun mukaddimede takip ettiği usul hakkında bilgiler verdikten sonra Kur’ân-ı Kerîm’in hem zâhirî hem de bâtınî mânalarının re’y* ile tefsir edilemiyeceğini, bâtınî mânaların ancak ilham ile elde edileceğini, nitekim kendisinin de bâtınî mâna ve bilgileri doğrudan Allah’tan aldığını iddia etmiş, tasavvuf ehli olmayanların bunları anlayamayacağını söylemiştir. Dâye’nin aksine girift bir uslûba sahip olan Simnânî, Kur’an’ın bâtınî mânalarıyla ilgili ıstılahları da açıklamıştır. Bilhassa vahdet-i vücûd* konusunda İbnü’l-Arabî ile onun yolunda yürüyen Kâşânî’nin tesirinde kaldığı anlaşılmaktadır.

Bahrü’l-hakāǿik’in şöhreti ilk önce İran’da yayıldı. Hicrî VIII. (XIV.) asrın Şiî mutasavvıflarından Seyyid Haydar el-Âmülî bu tefsirin “eşine rastlanmayan bir şaheser” olduğunu söyleyerek onu el-Muhîtü’l-aǾzam adlı tefsirine örnek aldı. Bahrü’l-hakāǿik’i Anadolu’ya ilk getiren Ulu Ârif Çelebi (ö. 710 / 1310), Tebriz’de bulunduğu sıralarda şehrin tanınmış âlimlerinden Kırşehirli Şehâbeddin Makbûlî’nin kendisine hediye ettiği nüshayı Anadolu’ya döndüğünde Kastomunulu Mevlânâ Alâeddin’e bağışladı; Eflâkî’nin tabiriyle Bahrü’l-hakāǿik, tefsiri “o sultanın bereketiyle bu ülkede şâyi oldu” (Menâkıbü’l-Ǿârifîn, II, 933).

Türkiye, İran ve Mısır kütüphanelerinde pek çok nüshası bulunan bu tefsirin İstanbul kütüphanelerinde mevcut yazmaları M. Nazif Şahinoğlu ve Süleyman Ateş tarafından tesbit edilmiştir (bk. bibl.). Kahire Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye’de (Hidiv, nr. 1301 h.) ve Tahran Meclis Kütüphanesi’nde de (nr. 780) nüshaları bulunmaktadır. Eser şimdiye kadar neşredilmemekle beraber İsmail Hakkı Bursevî’nin defalarca basılmış olan Rûĥu’l-beyân adındaki tefsirinde ondan uzun bölümler nakledilmektedir.


BİBLİYOGRAFYA:

Necmeddîn-i Kübrâ, Risâle-i ǾAkl ve ǾIşķ, (nşr. Müctebâ Mînovî), Tahran 1345 hş. / 1966, nâşirin girişi, s. 30-32; Eflâkî, Menâkıbü’l-Ǿârifîn, II, 933; Brockelmann, GAL Suppl., I, 787, 804; M. Nazif Şahinoğlu, Alâ al-Davla al-Simnânî: Hayatı, Eserleri, Kelâm Telâkkisi, Tasavvuf Alanındaki Görüşleri ile Beyan al-ihsân li ahl al-îkān’ı (doktora tezi, 1966), İÜ Şarkiyat Araştırma Merkezi, nr. 6, s. 131-135, 285-289; H. Corbin, En Islam Iranien, Paris 1972, III, 175-176, 276, not 90; Bilmen, Tefsir Tarihi, II, 497-499; Süleyman Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, Ankara 1974, s. 139-160; M. Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsîr ve’l-müfessirûn, Kahire 1405 / 1985, II, 376-382; Fritz Meier, “Stambuler Handschriften dreier persischer Mystiker”, Isl., XXIV (1937), s. 10-15.

Hamid Algar