BAHİR

بحر

el-Halîl b. Ahmed’in (ö. 175/791) arûz sisteminde dâirelerdeki ideal vezinlerden, ilel ve zihâfât kaideleriyle türetilmiş vezinler grubu.

Bahir (bahr ve çoğulu buhûr) Arapça bir kelime olup “deniz; büyük ırmak ve bol miktarda su toplanan yer vb.” demektir. Istılah mânasını çok sayıda ve çeşitli vezinleri ihtiva ve temsil ettiği için kazanmış olmalıdır. Bu mânada ve ıstılah olarak bahir için muhtelif müterâdifler kullanılmıştır. Meselâ el-Halîl ve onu takip edenler uzun zaman bunu nevi (çoğulu envâ‘), Cevherî (ö. 400/1009 [?]) bab (çoğulu ebvâb) diye ifade etmişlerdir.

el-Halîl, eski şiirlerin tedkikiyle hâlâ yaşamakta olan arûz sistemini kurmuş, arûzda mevcut bütün vezinleri önce beş aslî şekle bağlamış, bu beş nazarî vezinden de on beş nazarî vezin türetmişti. Mütedârik’in eklenmesiyle on altıya çıkan bu ideal vezinden, gene el-Halîl’in koyduğu birtakım ilel ve zihâfât kaideleriyle, eski Arap şairlerinin eserlerini taktî‘ etmek (tef‘ilelere ayırıp veznini bulmak) mümkündür.

Bunlardan birinci dâireye muhtelife denilir ve tavîl, medîd ve basît bahirlerini; ikinciye mü’telife denir ve vâfir, kâmil bahirlerini; üçüncüye müctelibe denir ve hezec, recez ve remel bahirlerini, dördüncüye müştebihe denir ve serî‘, münserih, hafîf, muzâri, muktedab ile müctes bahirlerini ihtiva eder. Beşinci dâire müttefika diye anılır, mütekarib ile el-Halîl’in sistemine sonradan ilâve edilen mütedârik bahirlerini içine alır. el-Halîl bu dâirelerinde uzak bir mâzide mevcut hatta mütedâvil, ilk ve ibtidâî şekilleri elde etmek istiyordu. el-Halîl’in yaptıklarından çoğunu olduğu gibi bunu da ne muasırları ne onları takip edenler anlayabilmişlerdir. el-Halîl’in neler yapmak istediğini iyi bilen, ondan sonra bu mevzuda en orijinal eseri veren ve onun sistemini ıslah ve ikmal eden, esasa sadık kalarak herkesin anlayabileceği şekilde basitleştiren âlim Cevherî’dir. el-Halîl bütün vezinleri beş dâiredeki şatrlara, Cevherî de bab adını verdiği bahirlere ircâ ederken ilk ve ibtidâî şekilleri arıyorlardı. Bu hususu Cevherî’nin basit ve mürekkep bahirlerin mahiyet ve tasnifine ayırdığı satırlardan çıkarmak mümkündür.


el-Halîl’den beri eski müellifler umumiyetle eserlerinde kadîm şairlerce kullanılmış vezinlere yer vermişlerdir. Halbuki sanatkârlar sanatlarının hududunu genişletecek, orijinal eserler vermelerini sağlayacak yollar aramışlardır. Meselâ Ebü’l-Beka er-Rundî (ö. 684/1285), bunlara “muhdes” olduklarını belirterek şu bahirleri ilâve eder (el-Vâfî, vr. 111b-112ª):

1. Vasît 2. Vesîm 3. Mu’temed 4. Mütteid 5. Münserih 6. Muttarid 7. Habeb 8. Ferîd 9. Amîd 10. Vecîz

Arûz vezni İran edebiyatına ve İslâmî Türk edebiyatına Arap edebiyatından geçmiştir. Sebeplerine arûz maddesinde kısaca temas edildiği üzere (bk. DİA, III, 431-432), eski ve zengin bir kültürün hâkim olduğu İran’da eskisinden çok farklı bir münevver tipi yetişti. Bu münevverin, Fars asıllı ise kültürünün ana unsurlarından biri olarak Kur’ân-ı Kerîm’in ve hâkim topluluğun dili olan Arapça’yı, Türk asıllı ise din ve ilim dili olarak yine Arapça’yı, ayrıca sanat dili olarak Farsça’yı iyi bilmesi, hatta kullanması gerekiyordu. Bu münevverler içerisinde şair olanlar önce Arapça şiirlerinde, sonra mahallî dillerinde arûzu kullandılar. Bu edebiyatlarda millî zevk ve sanat an‘anesinin, sanatkârların ve topluluğun alışkanlıklarının tesiriyle, Arap edebiyatındakinden çok farklı bir arûz doğdu. Eski müellifler bu hususu bilhassa belirtmişlerdir. Bu sahada çok beğenilip yayılmış bulunan eserlerden birinin müellifi olan Seyfî, on altısı klasik Arap nazmına mahsus bulunan on dokuz bahir saydıktan sonra bunlardan beşinin “Arap kalemi”ne mahsus olduğunu, dili “Türkçe ve Farsça Acem şairlerinin” bu bahirlerde pek az şiir söylediklerini, üç bahrin de “Acem”e tahsis edilmiş bulunduğunu anlatır. Yeni İran ve klasik Türk nazmına bağlı olarak değişen arûzun en bâriz tarafı, bunda beyit yerine mısraın geçmesi, ilk iki dâirede yer alan bahirlerin beğenilmeyip terkedilişleri ve Arap nazmında kullanılmayan bazı bahirlerin ihdasıdır. İslâmî Türk edebiyatının vezin, nazım şekli ve mevzu gibi çeşitli hususlarda Fars edebiyatına benzemesi, zannedildiği gibi bir kopya veya taklit hadisesinin neticesi değildir. Şems-i Kays’ın eserinin adındaki ve Seyfî’nin yukarıda geçen ibaresindeki “Acem” sözleri, Arap’tan gayri unsurlar demektir. Yeni Farsça’nın edebî eserlerine Türkler ve Farslar beraber yön ve şekil vermişlerdir. Bu sebeple meselâ Kutadgu Bilig gibi İslâmî Türk edebiyatının olgun eserlerini hazırlayan safhayı Türk edebiyatında değil İran edebiyatında aramak lâzımdır.

Artık dâireler ve bahirlerin sâlim vezinleri olan ideal şekillerle nereye varılmak istenildiği unutuldu. Bütün bunlar Arap arûzunun Fars ve Türk nazmına tatbiki safhalarının tedkik, tasnif ve öğretmede kolaylık sağlayan bir hâtırası olarak kaldı. İranlı arûz âlim ve sanatkârlarının yeni vezinler arama teşebbüslerini iyi bildiği anlaşılan Şems-i Kays’ın topladığı dağınık bilgilere göre, Arap edebiyatında olduğu gibi Fars edebiyatında da arûzun edebî mahsullere tatbiki önce olup nazariyata dair eserlerin yazılışı ise daha sonradır. Yine bu bilgilere göre ilk dâirelerde yer alan beş bahir denenmiş, beğenilmemiş ve terkedilmiştir. Terkedilen bahirlerden açılan boşluğun giderilmesi ve arûzun zenginleştirilmesi için yeni dâireler, bahirler ihdas edilmiştir.

Nitekim Şems-i Kays’ın ilk arûz âlimleri arasında saydığı (el-MuǾcem, s. 181) Behrâmî-i Serahsî ve Büzürcmihr el-Arûzî (Ebû Mansûr Kasım b. İbrâhim, ö. 433/ 1041-42) gibi müellifler üç dâirede yirmi bir bahir ihdas ettiler. Bunlar: 1. Dâire-i mün‘akise: sarîm, kebîr, bedîl, kalîb, hamîd, sagīr, esam, selîm, hamîm; 2. Dâire-i mün‘alika: masnû, müsta‘mel, ahres, mübhem, mühmel, ma‘kûs; 3. Dâire-i müngalita: kātı‘, müşterek, muammen, müsetter, muayyen, bâis bahirleridir. Bu arada tutunabilen üç yeni bahir eski dâirelerden çıkarılmıştır. Bunlar şu bahirlerdir: Garîb (veya cedîd), karîb, müşâkil. Nazarî şekilleri ilk üç dâireden türetilen beş bahir Arap şiirine mahsus olduğu için arûza dair Farsça ve Türkçe eserlerde dâireler ve bahirler şu sıra ile gösterildi: Birinci dâire (mü’telife): hezec, recez, remel; ikinci dâire (muhtelife): münserih, muzâri, muktedab, müctes; üçüncü dâire (müntezia): serî, garîb, karîb, hafîf ve müşâkil; dördüncü dâire (müttefika): mütekārib, mütedârik. Üçüncü dâireye ilâve edilen bahirlerin vezinleri de şöyledir: Yukarıda adı geçen Büzürcmihr’in icat etmiş olduğu rivayet edilen cedîd (veya garîb) bahrinin sâlim şekli, bir beyit için iki defa - -/- ˇ-/- - dür. Fakat bunun mahbûn şekli olan -/ ˇ-/ - ˇ-//kullanılır. Karîb: Nazarî şekli bir beyitte iki defa -/ ˇ-/- - dür. Fakat bunun mekfûf şekli olan iki defa - ˇ/ ˇ- ˇ/- ˇ-// (fâilân) esas kabul edilmiştir. Karîb bahrinin şu şekilleri de kullanılır: - / ˇ- /- -// ve - / ˇ- /- -//

Bu bahir Yûsûf-i Arûzî-i Nîsâbûrî tarafından ihdas edilmiştir.


Müşâkil: Nazarî şekli bir beyit için iki defa -ˇ--/ ˇ---/ ˇ--- dür. Bunun şu mekfûf şekli de kullanılmıştır: -ˇ-ˇ/ ˇ--ˇ / ˇ--- // (ayrıca bk. ARÛZ).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Abdürabbih, el-Ǿİkdü’l-ferîd, V, 244-518; Zemahşerî, el-Kustâs (nşr. Fahreddin Kabâve), Beyrut 1979; Şems-i Kays, el-MuǾcem fî meǾâyîri eşǾâri’l-Ǿacem (nşr. Muhammed Kazvînî - Müderris Rezavî), Tahran 1338 hş. 1 Tahran, ts., s. 181; Ebû Bekr el-Kuzâî, el-Hitâmü’l-mefdûd, İÜ Ktp., AY, nr. 4017; Ebü’l-Bekā er-Rundî, el-Vâfî fî nazmi’l-kavâfî, TTK Ktp., M. Tancî, vr. 111b-112ª; Seyfî-i Buhârî, Risâle-i ǾArûzé (nşr. ve İng. trc. H. Blochmann, The Prosody of the Persians According to Saifī Jāmī and Other Writers), Amsterdam 1970; F. Rückert, Grammatik, poetik und rhetorik der Perser, Gotha 1874; Ali Cemâleddin, Arûz-i Türkî, İstanbul 1291; İbn Ebû Şeneb, Tuhfetü’l-edeb fî mîzânî eşǾâri’l-ǾArab, Paris 1954; Zahîrüddin Muhammed Bâbür, Arûz Risâlesi (nşr. J. V. Stebleva), Moskova 1972; Ekrem Ca‘fer, Arûzun Esasları ve Âzerbaycan Arûzu, Bakü 1977; R. Blachère, “Deuxième contribution sur la términologie primitives”, Analecta, Paris 1959, s. 99-119; Aynı makale, Arabica, VI, Leiden 1961, s. 132-151.

Nihad M. Çetin