BA‘LEBEK

بعلبك

Lübnan’ın Bikā‘ vadisinde tarihî bir şehir.

Ba‘lebek (Baalbek), Anti Lübnan dağlarının (el-Cebelü’ş-şarkı) batı eteğinde ve Bika‘ (Beka‘) vadisinin kuzeydoğusunda, denizden yaklaşık 1200 m. yükseklikte kurulmuştur. Beyrut ile Şam’ı Humus’a bağlayan demiryolu üzerinde ve Beyrut’tan 86 km. mesafededir. Aksi istikametlerde akan Âsi ve Litani nehirlerinin havzalarını ayıran setin üstünde, Âsi nehrinin Re’sül‘ayn denilen kaynağına yakın bir yerde bulunur. Etrafı bu geniş kaynaktan sulanan meyve bahçeleriyle çevrilidir. Şehir bugün Lübnan’ın en önemli tarihî ve turistik merkezi olup 18.000 civarında bir nüfusa sahiptir.

Arapça’da Ba‘lebek şeklinde söylenen Baalbek adının Ken‘ânîler’in baş tanrısı Ba‘l’den geldiği bilinmekte ve şehrin bu tanrının Bika‘ vadisindeki en önemli kült merkezi olması sebebiyle kelimenin aslının “Beka‘ın Ba‘l’i” (Ba‘lü Beka‘) anlamını taşıdığı sanılmaktadır. Ba‘l’in Grekler tarafından güneş tanrısı sayılması sebebiyle şehir Helenistik devirde Heliopolis (güneş şehri) adıyla anılmıştır. Hıristiyanlığın yayılmasına kadar bölgenin


dinî merkezi olmaya devam eden şehir, buraya iki lejyon yerleştiren ve derecesini koloniye çıkaran Romalılar döneminde çok önem kazanmış ve Colonia Julia Augusta Felix Heliopolis adıyla yeniden imar edilmiştir. Ayrıca başlıcaları Jüpiter ile Bacchus adına olmak üzere çeşitli tanrılar için yapılan birçok mâbedle süslenmiştir. Büyük Konstantin (306-337) tarafından mâbedlerin kapatılması ve I. Theodosios (379-395) tarafından büyük bir bazilika yaptırılarak şehrin bölgenin Hıristiyanlık merkezi haline getirilmesinden sonra çok tanrılı dönemi hatırlatan Heliopolis adı terkedilerek tekrar Ba‘lebek adı benimsenmiştir.

Ba‘lebek, Hz. Ömer devrinde Ebû Ubeyde b. Cerrâh tarafından Dımaşk’ın fethinden sonra barış yoluyla alınarak İslâm topraklarına katıldı (637) ve Hz. Ömer’in emriyle Yezîd b. Ebû Süfyân’ın idaresine bırakıldı. Yezîd’in Amvâs’ta ölümü üzerine Hz. Ömer idarî taksimatta değişiklik yaptı ve Ba‘lebek’in yönetimini Dımaşk ve Belka ile birlikte Muâviye’ye verdi. Onun zamanında şehir önemli bir merkez haline geldi. Araplar bölgeyi fethettikten sonra Ba‘lebek’in akropolünü bir iç kale ve bölge yöneticisinin oturma mahalli olarak kullanmaya başladılar. Muâviye 661 yılında halifeliğini ilân edince Ba‘lebek’teki darphânede Emevî dirheminin basılmasını emretti; bu parada “emîrü’l-mü’minîn”, “Muhammedün Resûlullah” ve “Ba‘lebek” ibareleri yer alıyordu. Emevîler devrinde Dımaşk ordugâhının bir kısmını oluşturan Ba‘lebek, Hz. Osman’ın katilleriyle Emevî düşmanlarının ve Bizanslı esir ve rehinelerin hapsedildiği bir kale idi. Ayrıca sahil şehirleriyle adalara yapılacak yardımlar açısından da önemli bir konumda bulunuyordu. Nitekim Muâviye ve halefleri sahildeki birçok şehre Ba‘lebek’ten süvari birlikleri göndermişlerdir. Emevîler her bakımdan lâyık olduğu ilgiyi göstermiş oldukları Ba‘lebek’te büyük bir cami ve darphâne yaptırmışlardı. Şehir daha sonra Abbâsîler’in kontrolüne geçti ve önemli bir ordugâh şehri olma özelliğini korudu.

Ba‘lebek 878-974 yılları arasında Tolunoğulları, İhşîdîler, Hamdânîler, Karmatîler ve Fâtımîler’in hâkimiyetinde kaldı. 974’te Bizans İmparatoru I. Johannes Tzimiskes’in, 1025’te Halep Emîri Sâlih b. Mirdâs’ın ve 1075’te Suriye Selçuklu Meliki Tutuş ve oğullarının hâkimiyetine girdi. 1083’te Halep Emîri Müslim b. Kureyş tarafından işgal edildiyse de onun şehirden ayrılması üzerine Dımaşk Selçuklu Meliki Dukak’ın emîrlerinden Gümüştegin buraya vali tayin edildi. Ancak Gümüştegin daha sonra Dımaşk Atabegi Tuğtegin’in aleyhinde bulunduğundan azledildi ve yerine Tuğtegin’in oğlu Böri getirildi (1110). Böri atabeg olunca Ba‘lebek’i oğlu Muhammed’e iktâ* etti. Bu değişikliklerin meydana geldiği dönemlerde şehir kuvvetli bir şekilde tahkim edildi. Muhammed 1138’de Dımaşk emîri olunca veziri Üner’i Ba‘lebek valisi tayin etti. Ancak 1136’da Halep Valisi Zengî şehri alarak valiliğine Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin babası Eyyûb’u getirdi. 1146’da Zengî’nin öldürülmesi üzerine Eyyûb şehri Böriler’e geri vermek zorunda kaldı. Böylece Ba‘lebek dokuz yıl kadar (1146-1155) tekrar Böriler’in idaresinde kaldı.

1155 yılında Dımaşk’ı alarak orada Böriler’in hâkimiyetine son veren Nûreddin Zengî Ba‘lebek’e doğru yöneldi. Dımaşk’ta efendisi Mücîrüddin Abak’ın mağlûp olmasına rağmen Ba‘lebek Valisi Dahhâk b. Kays şehri teslim etmediyse de Nûreddin Zengî iki yıl kadar sonra burayı barış yoluyla ele geçirdi. 1170’te depremden büyük zarar gören kale surları tamir edildi. 1174’te Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafından alınan şehir Haçlılar’a karşı yapılan mücadelede önemli bir üs olarak kullanıldı. Selâhaddîn-i Eyyûbî şehrin idaresini önce serdarı Muhammed’e, sonra kardeşi Turan Şah’a ve daha sonra da yeğeni Ferruh Şah’a verdi. 1182-1230 yılları arasında Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin diğer yeğeni Behram Şah’ın idaresinde kalan şehir 1230’da Dımaşk hâkimi el-Melikü’l-Eşref Mûsâ tarafından zaptedildi. Eyyûbîler’in idaresinde de birçok defa el değiştirdi ve 1260’ta Moğollar’ın eline geçti; ancak Memlük Sultanı Kutuz’un Aynicâlût’ta kazandığı zafer üzerine Memlükler’in idaresine girdi. Böylece Ba‘lebek Dımaşk vilâyetine bağlı önemli bir şehir haline geldi. Fakat daha sonraki dönemlerde önemi, Memlükler’in posta yolları olan Dımaşk-Humus, Dımaşk-Trablus hattının değişmesiyle azaldı. 1401’de Timur tarafından kısa süreyle işgal ve tahrip edilen Ba‘lebek 1516’da Yavuz Sultan Selim’in Suriye seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine geçti. Bu tarihten itibaren küçük beylerin, özellikle Harfûş ailesinin elinde kaldı. XVII. yüzyılda bölgeyi gezen ve çevredeki peygamber mezarları ile ilgili menkıbeler nakleden Evliya Çelebi’ye göre Ba‘lebek, Şam eyaletine bağlı bir subaşılık ve 150 akçelik bir kaza idi.

Daha sonra Suriye’deki aileler arasında cereyan eden anlaşmazlıklar ve olaylardan etkilenen Ba‘lebek’in refah seviyesi düştü ve nüfusu azaldı; XIX. yüzyılın sonlarındaki nüfusunun 1000 civarında olduğu bilinmektedir. XVIII. yüzyılda kalesi, cami ve hamamı en önemli eserleri idi. 1759’da meydana gelen depremde binaları yıkıldı ve virane haline geldi. 1831’de Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa tarafından


zaptedildiyse de tekrar geri alındı ve 1850’de Bâbıâli’nin yeni düzenlemesiyle Şam vilâyetine tâbi bir kaza merkezi yapıldı; bu dönemde şehirde yedi cami, sekiz türbe, üç kilise, 100 dükkân bulunuyordu. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Suriye ile birlikte burası da Fransız manda idaresine geçti.

1898-1905 yılları arasında Almanlar tarafından önemli kazı çalışmaları yapıldı ve ortaya çıkarılan İslâm öncesi döneme ait tarihî eserler daha sonra Fransız manda idaresi ve Lübnan hükümeti tarafından restore ettirilerek Ba‘lebek bir müze-şehir haline getirildi. İzleri tamamen ortadan kalkmış bulunanlar yanında Mescidü İbrâhim, Mescidü Re’si’layn, el-Câmiu’l-kebîr gibi önemli İslâmî eserler ise bugün harap durumda olup bazı duvar ve kemerleri ayakta kalabilmiştir (bk. Hasan Abbas Nasrullah, II, 630 vd.).

BİBLİYOGRAFYA:

Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 185-187; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, 91-96; Abdülganî en-Nablusî - Ramazan b. Mûsâ el-Utayfî, Rihletân ilâ Lübnân (nşr. Selâhaddin el-Müneccid - S. Wild), Beyrut 1979, s. 76-89; Ahmed Rifat (Yağlıkçızâde), Lugat-ı Târîhiyye ve Coğrâfiyye, İstanbul 1299-1300, II, 119, 198; Kāmûsü’l-a‘lâm, II, 1323; Philip K. Hitti, Târîhu Sûriye ve Lübnân ve Filistîn, Kahire 1958-59, I (trc. Corc Haddâd - Abdülkerîm Râfik), s. 343-349; II (trc. Kemal Yâzîcî), s. 207, 232, 235, 266, 326; Hasan Abbas Nasrullah, Târîhu BaǾalbek, Beyrut 1404/1984, I-II; Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabegliği, İstanbul 1985, s. 21-22, 82-83, 87, 99-100, 122-124, 133-134, 166; Fevzi Ahmed el-Ahdeb, “BaǾlebek: Medînetü’ş-şems”, Faysal, XXIII, Riyad 1979, s. 38-49; Ömer Tedmürî, “Medînetü BaǾlebek ve huzûruhe’t-târîhî fi’l-mesâdiri’l-ǾArabiyye hilâle’l-Ǿasri’l-Emevî”, el-Fikrü’l-ǾArabî, XXIX, Beyrut 1982, s. 205-229; M. Sobernheim, “Baalbek”, İA, II, 161-163; A. Haldar, “Baalbek”, IDB, I, 330-331; H. A. Seyrig, “Baalbek”, EBr., II, 941-943; J. Sourdel-Thomine, “BaǾlabakk”, EI² (İng.), I, 970-971.

İdris Bostan