BA‘L

بعل

Başta Ken‘ânîler olmak üzere eski Yakındoğu topluluklarının çoğunda Tanrı’ya verilen ad.

Sâmî dillerde ortak olan ve “sahip, efendi” mânasına gelen bu kelime Arapça ve Habeşçe’de baâl, ba‘l, Ken‘ân dilinde ve İbrânîce’de baal, Ârâmîce ve Süryanîce’de beēl şeklinde telaffuz edilir. Arapça’da ba‘l kelimesi üstünlük ifade eder. Bu mânası sebebiyle kadına göre daha güçlü olan kocaya, çevreye hâkim durumda olan yüksek tepeye, herhangi bir şeyin mâliki ve sahibi olan kişiye ba‘l denilmiştir (Hasan el-Mustafavî, et-Taĥķīķ fî kelimâti’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, “baǾl” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de bu kelime hem “koca” mânasında (en-Nisâ 4 / 128; Hûd 11 / 72; çoğul şekli buûle olarak el-Bakara 2 / 228; en-Nûr 24 / 31), hem de Hz. İlyâs’ın kavminin taptığı bir ilâhın adı olarak (es-Sâffât 37 / 125) geçmektedir. Ba‘l önceleri belirli bir tanrının özel ismi olmayıp “efendi, rab” mânsında birçok ilâhî varlığa verilen ortak bir addı; bu varlıkların hangisini ifade ettiği, yanına başka bir isim eklenmek suretiyle belirtilirdi (Lods, s. 121): Baal - Peor (Peor dağının tanrısı) gibi (Sayılar, 25 / 3). Milâttan önce III. binyılın sonundan ve II. binyılın ortalarından itibaren bu unvan, Ras Shamra ve Mezopotamya metinlerinde, Amorîler’in Hadad adlı kış yağmuru ve fırtınası tanrısına verilmiştir (Gray, I, 328). Ken‘ânîler fırtına tanrısına bu adı vermişlerdi ve İbrânîler kendileriyle irtibat kurduklarında Ba‘l’e ve Astartiler’e tapıyorlardı (Hâkimler, 2 / 13; 10 / 6). Ken‘ân ülkesinde Ba‘l bereket verme, yağmur yağdırma, verimli kılma fonksiyonları olan bir tanrı olarak kabul ediliyordu. Ugarit kayıtlarına göre Ba‘l rüzgâr tanrısı olup zevcesi Astarte ile Ken‘ân panteonunun temelini teşkil ediyordu; onun yaşayan bütün canlılara verimlilik ve bereket sağladığına inanılıyordu. Onlara göre her şeyi büyütüp yetiştiren oydu. Bu sebeple mahsulün, davarların ve ailelerin onda birini isterdi. Ba‘l’in mâbedi, peygamberleri, din adamları da vardı.

İsrâiloğulları Yeşû’un ölümünden sonra Ba‘l’e tapınmaya başladılar (Hâkimler, 2/11-13). Yahudi tarihi boyunca Allah’a kulluktan uzaklaşıp mahallî ilâhlara tapınma sık sık tekrarlandı (Hâkimler, 8 / 33; I. Samuel, 7 / 4; I. Krallar, 16-31; 22 / 54; II. Krallar, 3 / 2; 10 / 18; 21 / 3; Yeremya, 7 / 9; 19 / 5; 23 / 27; Hoşea, 2 / 10, 15; 13 / 1). Milâttan önce 874’te İsrail’e kral olan Ahab (Achab), karısı Kraliçe İzabel’in (Jézabel) baskısı ile Ba‘l’e tapınmaya başladı (I. Krallar, 16 / 30-33). Peygamber İlya (Elie, İlyâs), Kral Ahab ve Ba‘l inancına karşı mücadele etti; onları Yahve ile Ba‘l arasında tercih yapmaya çağırdı. Ahd-i Atîk’teki meşhur karmel sahnesi, Peygamber İlya tarafından Ba‘l’in hiçliğinin ispatlanışını göstermektedir (I. Krallar, 17-18).

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İlyâs ve onun kavmi hakkında bilgi yoktur. Ancak Kuran’da adı geçen İlyâs’ın Kitâb-ı Mukaddes’teki Peygamber İlya olması kuvvetle muhtemeldir. Zira her ikisi de Ba‘l’in bırakılmasını


ve gerçek Tanrı’ya dönülmesini istemektedir.

Ba‘l adında bir tanrıya tapınma inancının geniş bir tarih ve coğrafyaya yayılmasına ve Sâmî dillerde bu kelimenin “Tanrı” mânasına gelmesine bakarak şöyle düşünülebilir: Ba‘l aslında yüce yaratıcının rab vasfını ifade ediyordu. Beşerin müşahhasa olan temayülü yüzünden bazı insanlar Allah’ın ba‘l vasfının tecellîsiyle ilgili olan yaratma, verimli kılma, kemale erdirme gibi cemal sıfatları üzerinde fazlaca durarak O’nu rüzgâr, yağmur ve bereket veren tabiat tanrısı şeklinde tasavvur ettiler ve sonra da boğa ile temsil ederek putlaştırdılar. Böyle durumlarda Allah’ın peygamberleri insanları bu bâtıl inançtan vazgeçmeye çağırdılar. Nitekim Kur’an’da Hz. İlyâs’ın Ba‘l’e tapanları irşad ve ikaz ederken, “Sakınmaz mısınız! En güzel yaratanı, sizin de geçmiş atalarınızın da rabbi olan Allah’ı bırakıp Ba‘l’e mi taparsınız!” (es-Sâffât 37 / 124-126) dediği belirtilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “BaǾl” md.; Mustafavî, et-Taĥķīķ, “baǾl” md.; Taberî, Tefsîr (Bulak), XXIII, 91-94; XXVI, 77; Sa‘lebî, ǾArâǿisü’l-mecâlis, s. 192-197; Fîrûzâbâdî, Besâǿir (nşr. M. Ali en-Neccâr), Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-İlmiyye), II, 260; A. Lods, Israel, Paris 1930, s. 121-124; V. Imschoot, Théologie de l’ancien Testament, Paris 1954, s. 24-25; F. Challaye, Dinler Tarihi (trc. Semih Tiryakioğlu), İstanbul 1963, s. 120-138; E. Jacob, Théologie de l’ancien Testament, Neuchatel (Suisse) 1968, s. 45-46; Suat Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyyet, İstanbul 1987, s. 368-369; “Baal”, DR, s. 35; J. Gray, “Baal”, IDB, I, 328-329; “Baal”, NDB, s. 74, 200; D. B. Macdonald, “Ba’al”, İA, II, 160-161; R. Brunschvig, “BaǾl”, EI² (İng.), I, 968-969; W. M. Sale, “Baal”, EBr., II, 941; L. B. Paton, “Baal, Beel, Bel”, ERE, II, 283-298.

Suat Yıldırım