AZMÎZÂDE MUSTAFA HÂLETÎ

(ö. 1040/1631)

Daha çok rubâîleriyle tanınan divan şairi.

977’de (1570) İstanbul’da doğdu. Sultan III. Murad’ın hocası âlim ve şair Azmî Efendi’nin oğludur. Medrese öğrenimini tamamladıktan sonra Hoca Sâdeddin Efendi’den mülâzım oldu ve 1591 yılında müderrisliğe başladı. İstanbul’un bazı medreselerinde çalıştı ve derece derece yükselerek 1597’de Sahn, 1600’de Süleymaniye müderrisi oldu. Daha sonra kadılığa geçerek 1602’de Şam, 1604’te Kahire kadılığına tayin edildi. Bir süre sonra azledildi. 1606’da Bursa kadısı olduysa da devrin meşhur âsilerinden Kalenderoğlu’nun şehre girmesi üzerine kadılıktan ayrıldı. Bir müddet Ahyolu arpalığı ile geçindi. 1611’de tayin edildiği Edirne kadılığında da dört ay kalabildi ve buradan Şam’a gönderildi. İki yıl sonra azledilerek İstanbul’a döndü. 1613’te İstanbul kadılığına getirildi, fakat iki ay kadar kaldığı bu görevden de uzaklaştırıldı. Dört yıl boşta bekledi, Sultan II. Osman’ın tahta geçmesi üzerine sunduğu bir “arz-ı hâl” mesnevisiyle 1618’de Mısır kadılığına tayin edildi, ancak 1619’da yine azledildi. 1623 yılında Sultan IV. Murad’ın cülûsunda Anadolu kazaskeri oldu. Bir yıl sonra kendisine Rusçuk arpalığı verilerek bu görevden de alındı. 1627’de Rumeli kazaskerliğine getirildi ve 1629’da emekliye sevkedildi. 26 Şâban 1040’ta (30 Mart 1631) vefat etti; İstanbul Sofular’da oturduğu evin karşısına yaptırdığı mektebin bahçesine defnedildi.

Azmîzâde kaynakların bildirdiğine göre dürüst, âdil, iyilik sever, hoşsohbet ve çok cömert bir insandı. Kâtib Çelebi, Osmanlı tarihinde Kınalızâde Ali Efendi ile Azmîzâde kadar çok okuyan, araştıran bir âlim daha olmadığını belirtir. Talebesi olan Atâî, öldüğünde kenarlarına tashih notları konmuş ve ayrıca çeşitli notlar kaydedilmiş 4000 kadar kitabı çıktığını yazmaktadır. Zekâsı, yeteneği ve gayretiyle yirmi bir yaşında tahsilini tamamlayarak müderris olmuş, dokuz on


yıl içinde tedris hayatının en üst derecesi olan Süleymaniye müderrisliğine yükselmiştir. Bununla birlikte Rumeli kazaskerliği makamına kadar eriştiği halde bu meslekte başarılı olduğu söylenemez. Tayin edildiği kadılıklarda bir iki yıldan fazla duramamış, sık sık vilâyet değiştirmiş veya boşta beklemiştir. Meslek hayatındaki bu başarısızlığı, onun zamanla karamsar bir psikoloji içine düşmesine yol açmıştır. Yine Atâî’nin belirttiğine göre Azmîzâde, bilgisi ve yeteneği ölçüsünde hakettiği ilgiyi göremeyip bir kenara itildiği kanaatindedir. Şiirlerinde de yaşadığı hayattan, değerinin bilinmediğinden ve haksızlıklara uğradığından sık sık şikâyet ettiği görülmektedir.

Şiire çok genç yaşta başlamış olan Azmîzâde Hâletî bu vadide kısa sürede üne kavuşmuştur. 1006 (1597-98) yılında tezkiresini yazan Beyânî, onun genç yaşına rağmen olgun bir kişi olduğunu ve babası gibi şiirleriyle tanındığını kaydetmektedir. 1602’de tayin edildiği Şam kadılığında kendisini tanıyan Bağdatlı Rûhî de bir kıtasında onun güzel şiirleriyle gönüllerde yer tuttuğunu ifade etmiştir.

Eserleri. Azmîzâde’nin manzum ve mensur birçok eseri vardır. Edebî muhtevalı eserlerinin başlıcaları şunlardır: 1. Divan. Azmîzâde divanını 1012 (1603) yılından önce Sultan III. Mehmed adına tertiplemiştir. Oldukça hacimli olan bu divanda münâcât, na‘t, mi‘râciye gibi dinî şiirlerden sonra Sultan III. Mehmed, Sultan I. Ahmed ve devrin büyüklerine yazdığı kasidelerle gazel, müseddes, terkib, kıta ve rubâîleri toplanmıştır. Sadece İstanbul kütüphanelerinde yirmi kadar nüshası bulunan divanın yazmaları oldukça fazladır. Şiir sayıları da çok farklı olan bu nüshalar arasında şiir adedi bakımından zengin bir yazma olan Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki bir nüshada (Ayasofya, nr. 3910) otuz kaside, 411 gazel, üç müseddes, terkibibend şeklinde Mehdî Çelebi mersiyesi, 116 kıta, 593 rubâî ve 327 beyit vardır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan nüsha da (Hazine, nr. 894) otuz bir kaside, 721 gazel, 300 rubâî ve Sâkınâme’yi içine alan iyi bir yazmadır. Divan nüshaları karşılaştırıldığında şiir sayılarının daha da artacağı tahmin edilmektedir. Eser henüz yayımlanmamıştır.

Azmîzâde edebiyatımızda şiirlerinden çok rubâîleriyle tanınmıştır. İran’da rubâînin gerçek üstadı olan Ömer Hayyam gibi Türk şiirinde de Azmîzâde’nin büyüklüğü hem kendi devrinde hem de daha sonraki yüzyıllarda genel bir kabul görmüştür. Azmîzâde rubâîlerinin değerleri yanında sayıları bakımından da aşılamamış bir şair olup rubâîlerinin toplamı 900-1000 civarındadır. Divanındaki rubâîleri ayrıca Rubâiyyât-ı Hâletî adıyla bir araya getirilmiştir (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3479/11; Hâlet Efendi, nr. 806/19). 2. Sâkīnâme. Değişik yazmalarda 496, 515 ve 520 beyitten ibaret olan mesnevi şeklindeki eser, aruzun “feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla yazılmıştır. Bir giriş ile on beş bölüm ve bir sonuç kısmı içinde alışılmış sâkînâme konuları tasavvufî bir anlayışla ele alınmıştır. Hâletî’nin Sâkīnâme’sinin benzerlerinden ayrıldığı nokta, övülen şarabın ilâhî aşk şarabı olması dolayısıyla eserin tasavvufî özelliğidir. Bazı divan nüshaları içinde bulunan Sâkīnâme’ye (TSMK, Hazine, nr. 894; Âtıf Efendi Ktp., nr. 2067) ayrıca mecmualar içinde de rastlanmaktadır (Nuruosmaniye Ktp., nr. 4097). 3. Münşeât. Azmîzâde’nin devrindeki bazı kişilere yazdığı mektuplarının toplandığı bu eser, onun inşâ sanatındaki ustalığını göstermesi bakımından önemlidir. İstanbul Üniversitesi (TY, nr. 1916), Topkapı Sarayı Müzesi (Revan, nr. 1057), Nuruosmaniye (nr. 4976), Süleymaniye (Lala İsmail, nr. 599; Esad Efendi, nr. 3330/4) ve Uppsala (nr. 707) kütüphanelerinde nüshaları mevcuttur. 4. Mihr ü Mâh. Azmîzâde bu eseri, babası Azmî Efendi’nin Assâr-ı Tebrîzî adıyla tanınan Şemseddin Muhammed’den çevirmeye başladığı Mihr ü Müşterî veya Mühr ü Meh adını taşıyan mesnevisini tamamlamak üzere kaleme almış, ancak kendisi de 500 beyitten fazla çeviremediği için eser yine eksik kalmıştır. Şairin ayrıca Süleymaniye Kütüphanesi’nde Tezkiretü’l-evliyâ ve merâkıdü’l-asfiyâ fî etrâfi Bağdâd adıyla bir eseri daha görülmektedir (Fâtih, nr. 4263/2).

Azmîzâde’nin bu eserlerinden başka pek çok şerh, hâşiye ve ta‘likatı da vardır. Bunlardan Ĥâşiye Ǿalâ Düreri’l-ĥükkâm, Molla Hüsrev’in eserine yapılan en meşhur hâşiye olup Süleymaniye Kütüphanesi’nde birçok yazması vardır. İbn Melek’in Menâr şerhine yapılan ve Netâǿicü’l-efkâr adıyla da anılan Ĥâşiye Ǿalâ Şerĥi’l-Menâr (İstanbul 1315, 1317) ile Muġni’l-lebîb’e şerhi ve el-Hidâye’ye ta‘likatı tanınmış diğer eserleridir.

BİBLİYOGRAFYA:

Beyânî, Tezkire, Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 757, vr. 23b; Kafzâde Fâizî, Zübdetü’l-eş‘âr, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1877, vr. 23b; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 739; Riyâzî, Tezkire, Nuruosmaniye Ktp., nr. 3724, vr. 51ª; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, 135; Keşfü’ž-žunûn, I, 784; II, 119; Seyyid Mehmed Rızâ, Tezkire, İstanbul 1316, s. 26; Mehmed Âsım, Zeyl-i Zübdetü’l-eş‘âr, İÜ Ktp., TY, nr. 1533, vr. 12ª; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 378, 669; Muhibbî, Ħulâśatü’l-eŝer, IV, 390; Naîmâ, Târih, III, 73; Ayvansarâyî, Vefeyât-ı Selâtîn, s. 162; Atâ Bey, Târih, IV, 151; Sicill-i Osmânî, II, 103; Osmanlı Müellifleri, II, 311; Gibb, HOP, III, 221; İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu, İstanbul 1959, II, 264; Ali Cânib Yöntem, “Hâletî”, İA, V/1, s. 125-126; Fahir İz, “Ĥāletī”, EI² (İng.), III, 91-92; TDEA, IV, 41-42.

Halûk İpekten