AVŞARLILAR

1736-1804 tarihleri arasında İran’da hüküm süren bir Türk hânedanı.

Hânedanın ilk hükümdarı Nâdir Şah, Oğuz (Türkmen) elinin Avşar (Afşar) boyuna mensup olduğu için bu hânedana İran kaynaklarında Afşariyye (Afşarlılar) denilir. Türk ilim âleminde ise aynı hânedan daha ziyade Afşarlar olarak tanınmaktadır.

Nâdir Şah (asıl adı Nedr = Nezr Kulı), Horasan’daki Ebîverd sınır yöresinde yaşayan Avşar’ın Kırklu obasına mensup idi. Kaynakların bazılarında babası İmam Kulı’nın deriden elbise dikicisi (postîn-dûz) olduğu söylenir. Nâdir’in de Kırklu obasının mütevazi bir mensubu bulunduğu tahmin edilmektedir. Soyluluk geleneklerine çok bağlı göçebe topluluklarda da bu gibi şahsiyetlerin yükselmelerinin pek güç olduğu bir vâkıadır. Fakat ne olursa olsun Nedr Kulı yani Nâdir, sahip olduğu birçok yüksek meziyetlerle kendi tarihçisinin bile yazmaktan usandığı sayısız mücadelelerden sonra Horasan’ın tanınmış emîrlerinden biri durumuna yükseldi (1137 / 1725). Bu tarihte İran, istilâ ve işgallerle ağır bir buhran içine düşmüş bulunuyordu. Başta Safevîler’in devlet merkezi İsfahan olmak üzere ülkenin büyük bir kısmı Afganlar tarafından idare edildiği gibi Erivan, Gence, Tebriz, Hemedan ve Kirmanşah eyaletleri de Osmanlı hâkimiyetine geçmişti. Ruslar da Şirvan’ı işgal etmişler, Gîlân’a da asker çıkarmışlardı.

Çeşitli bölge ve yöreleri idare eden Safevî emîrleri de bu buhranı fırsat bilip başlarına buyruk bir şekilde hareket etmekte idiler. Safevî Hükümdarı II. Tahmasb ile yanındaki devlet adamları ise bu sırada Horasan’a çekilmek zorunda kalmışlardı (1139 / 1727). Avşar Nâdir Kulı Beg, Tahmasb ve yanındakilere kendisinin farklı bir şahsiyet olduğunu tanıtmakta gecikmedi. Aynı yıl Safevî hükümdarının başkumandanı ve Kaçar Devleti’nin kurucusu Ağa Muhammed Şah’ın dedesi Feth Ali Han görevden uzaklaştırıldığı gibi Meşhed de zaptedildi. Şehri Tahmasb değil Nâdir Kulı Beg idaresi altına aldı. Afgan Hükümdarı Eşref’in Simnân’a gelmesi Tahmasb’ı Nâdir Kulı Beg’e çok daha yaklaştırdı. Bu da Avşar reisinin gayelerine uygundu. Onun için işleri eline aldı; şahın adına hareket ediyor gibi göründü, hatta bu münasebetle Tahmasb Kulı Han adını taşıdı. Tahmasb Kulı Han, Eşref’i birbiri arkasından ağır yenilgilere uğratarak Afgan hâkimiyetine son verdi (1142 / 1729). Afgan askerinin geriye kalanlarını kendi büyük gayesinin tahakkuku için hizmetine almaktan çekinmeyen Tahmasb Kulı Han bu şekilde Kızılbaş Türk askerini de daha fazla zaaf içine düşmekten kurtardı. İran’ın kuzeybatı eyaletlerini Osmanlılar’ın elinden geri aldı (1143 / 1730). Fakat başkumandan (sipehsâlâr) Tahmasb Kulı Han batıda daha fazla kalamadı; iktidarının başlıca dayanağı olan Horasan’da bazı hadiseler çıkması üzerine süratle buraya döndü. Horasan’da duruma hâkim olduğu gibi Herat meselesini de arzu ettiği şekilde halletti.

Şah Tahmasb ise herkesçe bilinen aczine rağmen başkumandanın ülkenin gerçek sahibi imiş gibi davranmasını hoş karşılamıyordu. Bu sebeple batıdaki bazı eyaletleri yeniden zaptetmiş olan Osmanlılar’a karşı tek başına harekete geçti. Kazanacağı bir zaferin durumunu kuvvetlendireceğine ve başkumandanı da emirlerine itaat etmek zorunda bırakacağına inanıyordu. Fakat Hemedan yakınındaki Kurican’da Bağdat Valisi Ahmed Paşa ile yaptığı savaşı kaybetmesi (Eylül 1731) bütün ümitlerini suya düşürdü; Osmanlı başarılarının devam etmesi üzerine de barış yapmak zorunda kaldı (Ocak 1732). Bu barışı yaparken başkumandanın fikrini almaması Nâdir’e beklediği fırsatı verdi ve yapılan antlaşmayı kabul etmediğini, baharda askeri ile harekete geçeceğini belirten beyannâmesi ile Tahmasb’ı halkın gözünden iyice düşürdü. Ardından İsfahan’a gelip şahı tahttan indirerek yerine oğlu Abbas’ı geçirdi (7 Ağustos 1732), kendisi de saltanat nâibi oldu. Abbas bu sırada yedi aylık (bir rivayete göre iki aylık) bir bebekti. Bundan sonra Osmanlılar’a savaş açtı ve onları eski sınırlarına çekilmeye mecbur bıraktı. Dağıstan beylerini de itaat altına aldı, sonra İran’ın bütün bölge ve yörelerinin temsilcilerini Azerbaycan’daki Mugan bozkırında topladı (1148 / 1736). Hulefâ-yi Râşidîn’den Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman ile Hz. Âişe’ye “sebbolunma”sının (sövüp sayma, ilenme) müslümanlar arasında çok kan dökülmesine sebep olduğu belirtilip bundan vazgeçilmesi istendi. Nevruz’un kutlanmasının ve diğer bazı âdetlerin İslâmiyet’e aykırı olduğu ifade edildi. Bunların yasaklanması kabul edildiği gibi saltanat nâibinin de İran şahı ilân edilmesi kararlaştırıldı;


yapılan bir merasimle saltanat nâibi Nâdir Şah ad ve unvanı ile hükümdarlık makamına geçirildi (24 Şevval 1148 / 8 Mart 1736). Böylece Nâdir Şah’ın, İmam Ca‘fer es-Sâdık’a bağlanan daha mutedil bir mezhebi İran halkına kabul ettirmek suretiyle Sünnî ve Şiî müslümanlar arasındaki düşmanlığa son vermek, onları birbirine yaklaştırmak ve kaynaştırmak, diğer bir ifade ile İran’ı yalnızlıktan kurtarmak gayesini taşıdığı açıkça görülmektedir. Ca‘ferî mezhebini kabul etmesi, Nâdir Şah’ın Sünnîliğe meyli olduğu iddiasının ortaya atılmasına sebebiyet vermiştir. Nâdir’in şah seçilmesi ile Safevî hânedanının hâkimiyeti de son bulmuş oluyordu. Kendisinde kuvvetli bir kavmî şuurun var olduğu bilinen Nâdir Şah’ın hükümdarlık devri on bir yıl devam etti. Bu süre içinde Delhi’ye kadar giden başarılı bir Hindistan seferinde bulundu (1151-1152 / 1738-1739); Türkistan’ı dolaştı (1153 / 1740) ve böylece cihangirler arasına katılmış oldu. Onun İran tarihindeki rolü, bu ülkeyi Rus, Afgan ve Osmanlı devletlerinin eline geçmekten kurtarmasıdır. Bununla birlikte Nâdir Şah sert ve acımasız tutumu ile halkını yoksulluk içine düşürmüştü. Hatta en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün askerî ve mülkî idareciler dahi hayatlarından emin olmayacak bir duruma gelmişlerdi. Nâdir Şah da aleyhindeki bu korku ve nefret havasının farkında idi. Son zamanlarda ülkesinin birçok yerinde ayaklanmalar baş göstermişti. Bunlardan birinin başında bizzat yeğeni Ali Kulı Han bulunuyordu. Nâdir bu ayaklanmalardan birini bastırmaya giderken Horasan’da Habûşân’a iki konak mesafedeki Fethâbâd’da bir gece uyurken emîrler tarafından öldürüldü (21 Mayıs 1747). Bu emîrlerin bir veya ikisi dışında geri kalanları Nâdir’in kendi boyu olan Avşar’a mensup idiler ve suikastı düzenlemelerinin sebebi, sadece kendi hayatlarını tehlikede görmeleri ve amcasının üzerine yürümekte olan Ali Kulı Han tarafından tahrik edilmeleridir.

Nâdir Şah’ın öldürülmesi sırasında Herat’a varmış bulunan Ali Kulı Han, suikastçı emîrlerin isteği üzerine süratle Meşhed’e geldi ve duruma hâkim oldu, Nâdir Şah’ın bütün oğulları ve biri müstesna bütün torunları merhametsizce öldürüldüler. Ali Kulı Han, Nâdir Şah’ın öldürülmesinden kısa bir müddet sonra şah ilân edildi (6 Temmuz 1747) ve aynı zamanda Âdil Şah unvanını da aldı. Amcasının Kelât Kalesi’nde bulunan pek zengin hazinesi Meşhed’e getirilip emîr ve askerlere cömertçe dağıtıldı. Nâdir Şah’ın Horasan’a göç ettirip oturmaya mecbur bıraktığı Bahtiyârî, Zend ve diğer bazı oymaklar memleketlerine döndüler. Zendler’in eski yurtlarına dönmeleri, Kerim Han’ın ortaya çıkmasına ve Zend Devleti’nin kurulmasına sebep oldu. Ali (Âdil) Şah kardeşlerinin en büyüğü İbrâhim Han’ı Irak valiliğine gönderdi, fakat çıkan korkunç kıtlık dolayısıyla kendisi de Horasan’dan Mâzenderan’a gitmek zorunda kaldı ve orada yedi aydan fazla oturdu. Bu sırada kendisine Esterâbâd valiliğini verdiği Kaçar Muhammed Hasan Han’ı Türkmen çölüne kadar kovaladı ise de ele geçiremedi, kızgınlığını onun sekiz yaşındaki oğlunu hadım ettirmekle gidermek istedi. Kaçar Devleti’ni kuran (1193 / 1779) Ağa Muhammed Şah işte bu talihsiz çocuktur. Fakat Ali Şah çok geçmeden Irak valiliğine gönderdiği kardeşi İbrâhim Han’ın birçok emîrin desteğini elde edip kendisine isyan ettiği haberini aldı. Kaynaklarda İbrâhim Han’ın ağabeyinden emin olmadığı için böyle bir işe giriştiği belirtilmektedir. Sultâniye civarında yapılan savaşta Ali Şah’ın askerlerinden bir kısmı İbrâhim Şah’ın ordusuna katıldı, bir kısmı da memleketine gitti. Ali Şah ise kolayca yakalandı ve gözlerine mil çekildi (Mayıs 1748). On bir ay hükümdarlıkta kalan Ali Şah yirmi beş yaşlarında güçlü kuvvetli ve güzel yüzlü bir gençti. Fakat merhametsiz, hiddetli ve aynı zamanda güvenilmez bir insan olduğu için kimse tarafından sevilmemiş, aşırı cömertliği de işe yaramamıştır.

İbrâhim Han’ın kazandığı başarıda Nâdir Şah’ın halasının oğlu ve Azerbaycan Valisi Aslan Han’ın mühim bir hizmeti görülmüştü. Ancak Aslan Han’ın savaştan sonra derhal Tebriz’e gitmesi, İbrâhim Han’da onun kendisi için bir tehlike teşkil edeceği fikrini uyandırdı. Bundan dolayı arkasından gidip Aslan Han’ı mağlûp etti ve onu kardeşi Saruhan ile birlikte öldürttü. Avşar hânedanı mensupları biribirlerini yiyip bitiriyorlardı. Bu hadiseler üzerine Horasan emîrleri Meşhed’de Nâdir Şah’ın hayatta kalan tek torunu Şâhruh Mirza’yı hükümdarlık makamına geçirdiler (Ekim 1748). Şâhruh bu sırada on üç veya on dört yaşlarında pek genç bir delikanlı olup tahta istemeyerek veya öyle görünerek çıkmıştı. Tebriz’de bulunan İbrâhim Han Şâhruh’a elçi gönderip kendisini hükümdar tanıdığını bildirdi ve ondan Irak’a gelmesini rica etti; fakat ricası yerine getirilmedi. Meşhed’e geldiği takdirde sözlerinin doğruluğuna inanılabileceği bildirildi. Bunun üzerine İbrâhim Han da Tebriz’de şahlığını ilân etti (17 Zilhicce 1161 / 8 Aralık 1748). Sonra Şâhruh’la savaşmak üzere Horasan’a yürüdü ise de askeri arasında karışıklık çıktığı için Kum şehrine çekilmek zorunda kaldı. Fakat orada da askerlerinden pek çoğu kendisinden ayrılınca Kazvin ile Sâve arasındaki bir kaleye sığındı, ancak kaledekiler onu Şâhruh’un adamlarına teslim ettiler. İbrâhim Şah’ın gözlerine mil çekildikten sonra Horasan’a götürülürken yolda öldürüldü (1162 / 1749). Aynı yıl Meşhed’e götürülen ve gözleri görmeyen eski hükümdar Ali Şah’ı ise Nâdir Şah’ın hatunları parça parça ettiler.

Şâhruh pek genç olduğu gibi dirayet ve enerjiden de mahrum bir hükümdardı. Mar‘aşî şeyhleri ailesinden, Meşhed’deki mukaddes yerlerin mütevellisi Seyyid Muhammed’in annesi tarafından Safevî hânedanına mensup olması, halk ve asker tarafından sevilmesi kendisini rahatsız ediyordu. Seyyid’i ortadan kaldırmak için gizlice, neticesiz kalan bazı hareketlere başvurduktan sonra bu işi gerçekleştirmek için emîrlerinden yardım istedi. Fakat emîrler bilâkis Seyyid’i, Şah Süleyman unvanı ile şahlık makamına geçirdiler (5 Safer 1163 / 14 Ocak 1750 = Yunt yılı). Yeni hükümdarın emri üzerine Şâhruh’un hayatına dokunulmayarak birkaç kadın ve hizmetçi ile sarayın bir dairesinde yaşamasına izin verildi. Şah Süleyman Kandehar, Zâbülistan ve Herat bölgelerine hâkim olan Afganlar’ı devlete itaat ettirmek için Herat üzerine bir ordu gönderdi. Bu ordu Afganlar’ı yenip Herat’ı aldı. Fakat çok geçmeden büyük


bir kısmı Türk asıllı emîrlerden bir zümre Şâhruh’u yeniden hükümdar ilân ettiler (Rebîülevvel 1163 / Şubat 1750). Şah Süleyman’ın hükümdarlığı kırk gün sürmüştü. Fakat Şâhruh’un gözleri tahttan indirildikten sonra kör edildiği ve yetişkin oğlu da olmadığı için Meşhed, Arap Alemşah’ın eline düştü (1164-1166 / 1751-1753). Ardından Afgan Hükümdarı Ahmed Han Dürrânî’nin saldırısına uğradı (1753-1755). Ahmed Şah 1183’te (1769-70) yeniden şehir önünde göründü ise de Meşhed, henüz delikanlılık çağının eşiğinde bulunan Şâhruh’un büyük oğlu Nasrullah Mirza tarafından kahramanca müdafaa edildi. Neticede iki taraf arasında barış yapıldı ve Ahmed Şah yanında Şâhruh’un oğullarından Yezdân Şah olduğu halde Kandehar’a gitti (Haziran 1770). Aslında Nasrullah Mirza da aile mensuplarının çoğu gibi siyasî zekâdan mahrum idi; Horasan’daki emîrlere kendisini saydıramadığı gibi, babası tarafından da sevilmiyordu. Bu yüzden Kerim Han’a sığınmak ve orada altı yıl yaşamak zorunda kaldı. Sonra Meşhed’e döndü ve şehri 1198 (1784) yılına kadar idare etti. Fakat XVIII. yüzyılın ikinci yarısına ait İran kaynaklarının kifayetsizliğinden Nasrullah Mirza’nın ne zaman ve nasıl öldüğü bilinemiyor. Şehir daha sonra sultan unvanını taşıyan Nasrullah Mirza’nın kardeşi Nâdir tarafından idare edildi. Nâdir Sultan’ın hükümdarlığı 1210 (1796) yılına kadar sürdü; babası Şâhruh da hayatta idi. İran’ın pek büyük bir kısmını idaresi altına almış bulunan Kaçar Ağa Muhammed Şah 1210’da (1796) Meşhed önünde göründü ve yanında bazı oğulları ile ulemâ, fuzalâ ve sâdâd olduğu halde Şâhruh tarafından karşılandı. Ağa Muhammed Şah, Şâhruh’a oğulları ve torunları ile Mâzenderan’da oturma emrini verdi, ancak Şâhruh Mâzenderan’a giderken yolda vefat etti (1210/ 1796). Nâdir Sultan ise yakınları ile Herat’a sığınmıştı; Ağa Muhammed Şah’ın ölümünden (1797) faydalanıp bir müddet Meşhed’e hâkim oldu. Hatta Feth Ali Şah tarafından gönderilen Kaçar kumandanı Muhammed Hüseyin Han’a karşı şehri müdafaaya kalkıştı ise de başaramadı, yakalanıp Abbas ve İbrâhim adlı oğulları ile birlikte hayatına son verildi (Şubat 1804); Tahmasb Mirza, Muhibb-i Ali Mirza ve Hâlik Virdi Mirza’ların gözlerine mil çekildi, Rızâ Kulı Mirza ile Mustafa Kulı Mirza da Fars’a götürülüp orada ikamete mecbur edildiler. Böylece Avşar hânedanının tarihî hayatı sona ermiş oldu. Hânedanın bu hazin âkıbetini bizzat kendi mensuplarının hazırlamış oldukları şüphesizdir. Nâdir Şah’tan sonra Avşarlılar arasından yüksek kumandanlık vasıflarını haiz bir kimse çıkmadığı gibi dirayetli bir hükümdar da yetişmedi. Avşarlılar’ın İran tarihindeki mevkileri, sadece Nâdir Şah’ın büyük siyasî başarılarına münhasır kalmıştır.

Avşarlılar’dan Nâdir Şah ile yeğenleri Ali ve İbrâhim şahlar ve torunu Şâhruh sikke kestirmişlerdir. Avşar hükümdarlarına ait bazı resmî vesikalar olduğu bilinmekte ise de bunlardan pek azı neşredilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Cemal Türâbî-i Tabâtabâî, Sikkehâ-yı Şâhân-ı İslâmi-i Îrân, Tebriz 1350 hş., s. 245-269; a.mlf., Resmü’l-ħaŧŧ-ı Uyġūrî ve Seyrî der Sikke-şinâsî, Tebriz 1351 hş., s. 27-28, 72-73; Lutf Ali Beg, Âteşkede (nşr. Seyyid Cafer Şehîdî), Tahran 1337 hş., s. 14-17; Hidâyet, Ravżatü’ś-śafâ’, VIII; Mirza Muhammed Sâdık, Târîħ-i Gîtî-güşâ (nşr. Saîd Nefisî), Tahran 1317 hş., s. 5-16, 32-34; Muhammed Emîn Gülistâne, Mücmelü’t-tevârîħ (nşr. M. Rezevî), Tahran 1320 hş., tür.yer.; Halîl-i Mar‘aşî, MecmâǾu’t-tevârîħ (nşr. Abbas İkbâl), Tahran 1328 hş., s. 84-141; Mirza Mehdî Han, Cihângüşâ-yı Nâdirî (nşr. S. A. Envâr), Tahran 1341 hş.; L. Lockhart, Nadir Shah, A Critical Study Based Mainly Upon Contemporary Sources, London 1938; a.mlf., The Fall of the Safavid Dynasty and the Afghan Occupation of Persia, Cambridge 1958; Mehdî Bâmdâd, Âŝâr-ı Târîħî-yi Kelât ve Seraħs, Tahran 1333 hş.; N. Felsefî, Çigûne Nâdir Ķulî Nâdir Şâh Şud, Çend Maķāle-i Târîħî ve Edebî, Tahran 1342 hş., s. 157-190; Yekśad u Pencâh Sened-i Târîħî, ez Celâyîr tâ Pehlevî (nşr. Cihangir Kâim-makāmî), Tahran 1348 hş., s. 97; M. Hâşim Âsaf, Rüstemü’t-tevârîħ, Tahran 1348 hş., tür.yer.; M. Hasan İ‘timâdüssaltana, Śadrü’t-tevârîħ, Tahran 1357 hş., s. 13-14, 17-18, 30, 35, 39, 106-107, 199-200; J. R. Perry, “Afsharids”, EIr., I, 587-589.

Faruk Sümer