AVÂSIM

العواصم

İslâm devletleriyle Bizans İmparatorluğu arasındaki müstahkem sınır bölgelerine verilen ad.

Avâsım sözlükte “korumak, engel olmak; sığınmak” anlamındaki asm ( عصم) kökünden türeyen âsımenin çoğulu olup “koruyanlar, müstahkem mevkiler” demektir. Bu müstahkem mevkiler, İslâm ordularının cihad maksadıyla sınırdan uzaklaştıkları zaman veya gazâdan dönerken ülkeye girmeden önce düşman saldırılarına karşı sığınıp korundukları bölgeler olduğu için bu adla anılmıştır.

Hz. Ömer zamanında Suriye ve el-Cezîre’nin fethinden sonra İslâm devletinin sınırları Toroslar’a dayanmıştı. Bizans İmparatoru Herakleios, sınır bölgelerinde yaşayan halkı İslâm ordularının tehdit ve saldırılarından korumak gayesiyle iç kısımlara çekerek geniş bir sahayı boş bıraktı. Müslümanların “ed-davâhî” ( الضواحي =dış kısımlar, dış arazi) adını verdikleri bu saha Emevîler zamanında iskân edilmeye ve müstahkem mahaller kurulmaya başlandı. Askerî düşüncelerle özel olarak tahkim edilmiş olan bu bölgeye Sugūr (tekili sagr “yarık; sınır”) deniliyordu. Sugūrü’ş-Şâmiyye ve Sugūrü’l-Cezîriyye olmak üzere ikiye ayrılan bu saha Tarsus’tan başlayarak Adana-


Massîsa (Misis)-Maraş-Malatya hattını takip ederek doğuya doğru Fırat’a kadar uzanıyordu. Birincinin merkezi Maraş, ikincinin ise Malatya idi. İslâm-Bizans mücadelesinde önemli rol oynayan bu şehirler askerî yolların birleştikleri yerlerde veya geçitlerin girişlerinde yer alıyordu ve idarî bakımdan Suriye’deki Kınnesrîn ordugâhına bağlıydı.

Müslümanların fetihlerden sonra Suriye’de teşkil ettikleri beş cündden (askerî bölge) en kuzeydeki Cündü Kınnesrîn, Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr devrinden itibaren çok büyümüş ve geniş bir sahayı kaplamıştı. Hârûnürreşîd sınır şehirlerini tahkim ettirdiği 170 (786-87) yılında Cündü Kınnesrîn’i Cündü’l-Avâsım veya kısaca el-Avâsım adıyla müstakil bir bölge haline getirdi ve tamamıyla askerî teşkilâta bağlayarak müstahkem noktalara askerî birlikler yerleştirdi. Bu yeni eyalet Antakya’dan güneybatıda Âsi nehrinin denize döküldüğü yere, güneydoğuda Halep, Menbic ve bunun kuzeyinde Bizans sınırına kadar uzanan araziyi içine alıyordu ve merkezi başlangıçta Menbic idi. X. yüzyılda ise Antakya onun yerini aldı. Avâsım’ın kuzey ve kuzeydoğusunda sınır kalelerinin yer aldığı Sugur denilen müstahkem kuşak ise X. yüzyılda Tarsus, Adana, Massîsa, Zibatra, Maraş, Malatya ve Hısnımansûr’dan geçerek Sümeysât’a (Samsat), oradan da Fırat’ın batı kıyısını takip ederek Bâlis’e kadar uzanıyordu. Arap coğrafyacıları Sugur’u bazan müstakil bir bölge, bazan da Avâsım’a bağlı ikinci derecede bir idarî bölge olarak kaydederler. Sugur genellikle Antakya valisi tarafından idare edilmekteydi.

İlk fetihlerden itibaren İslâm ordularının en fazla faaliyet gösterdikleri bölgelerin başında Sugur ve Avâsım gelmektedir. Sınır garnizonlarına yerleştirilmiş olan birlikler hemen her yıl yaz ve kış Anadolu içlerine akınlar tertip ediyorlardı. Aynı şekilde Bizans akınlarının ilk hedefi de Sugur ve Avâsım idi. Sınır şehirleri, dâimî askerî birliklerin yanında ülkenin çeşitli bölgelerinden gelen gönüllülerin toplandıkları yerlerdi. Bölge nüfusu başlangıçta yerli hıristiyanlar ve müslüman Araplar’dan meydana geliyor, yerli hıristiyanların çoğunluğunu İslâm kaynaklarında Cerâcime olarak geçen grup meydana getiriyordu. Bunlar bazan İslâm devletini, bazan Bizans’ı destekliyor ve bu sayede varlıklarını devam ettiriyorlardı. Ayrıca Hindistan menşeli Sayâbice ve Zutlar da bölgenin çeşitli yerlerine yerleştirilmişlerdi. Sınır garnizonlarındaki müslüman ahalinin ekseriyetini Araplar teşkil ediyordu. Ancak Abbâsîler’in hilâfete geçmelerinden sonra bilhassa Mansûr ve Hârûnürreşîd devirlerinde Sugur şehirleri yeniden tamir ve tahkim edilerek yeni birlikler yerleştirildi. Bu yeni birlikler arasında Horasanlılar ve Türkler’in çokluğu dikkati çekmektedir. Avâsım’ın devamlı mücadele sahası olmasına rağmen iktisadî bakımdan gelişmiş olduğu ödediği vergilerin çokluğundan (400.000 dinar) anlaşılmaktadır.

Avâsım eyaleti X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Bizans’ın arka arkaya devam eden akınlarına hedef olmaya başladı. Massîsa, Adana ve Tarsus Bizans’ın eline geçti. Hamdânî Hükümdarı Seyfüddevle Bizans hücumlarını bir süre için durdurabildi. Onun ölümünden sonra üstünlük Bizans’a geçti ve birbiri arkasından sınır şehirleri Bizans İmparatorluğu tarafından işgal edildi. Böylece Avâsım eyâleti de ortadan kalkmış oldu.

BİBLİYOGRAFYA:

Belâzürî, Fütûĥu’l-büldân (nşr. M. J. de Goeje), Leiden 1863-66, s. 132, 144-152, 162-171; İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve’l-memâlik, s. 75; Taberî, Târîħ (de Goeje), II, 1317, III, 604, 775, 1352, 1394, 1697, 2105, 2187 vd.; Kudâme b. Ca‘fer, el-Ħarâc, s. 184, 186 vd.; İstahrî, Mesâlikü’l-memâlik (nşr. M. J. de Goeje), Leiden 1927, s. 56, 62; İbn Havkal, Kitâbü Sûreti’l-arż (nşr. J. H. Kramers), Leiden 1938-39, s. 108, 119; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, I, 136, 925; III, 240, 271; Kalkaşendî, Subhu’l-aǾşâ, IV, 91, 130 vd., 225; G. Le Strange, Palestine under the Muslims, London 1890, s. 25 vd., 36, 39, 42, 45-47; E. Honigmann, Die Kämpfe der Araber mit den Romäern in der Zeit der Umaijiden, Göttingen 1901, s. 415, 429-431; a.mlf., Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı (trc. Fikret Işıltan), İstanbul 1970, s. 36 vd.; M. Canard, Histoire de la dynastie des H’amdânides de Jazîra et de Syrie, Paris 1951, s. 244 vd.; a.mlf., “al-ǾAwāsım”, EI² (İng.), I, 761-762; a.mlf., “Sugûr”, İA, XI, 2; Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, İstanbul 1976, s. 57-61; Peter von Sivers, “Taxes and Trade in the Abbāsid Thughūr, 750-962/133-351”, JESHO, XXV/1 (1982), s. 71-99.

Hakkı Dursun Yıldız