AVAM

العوام

İnanç ve ibadetleri genellikle taklide dayanan, dinin şekil ve merasimlerinin ötesine geçemeyenler için kullanılan bir tasavvuf terimi.

Sözlükte “halk, sıradan insanlar” anlamına gelen avam âlim, filozof ve mutasavvıf, hatta idareci gibi zümrelerin kendilerinden olmayan çoğunluk için kullandıkları bir terim olmuştur. Karşıtı havas*tır.

Avam-havas ayırımına en çok yer veren mutasavvıflara göre avam, genellikle


amelî ve nazarî bakımdan şeriatın zâhirine, ibadetlerin şeklî erkân ve merasimlerine önem verir. Bundan dolayı mutasavvıflar, “rüsûm ulemâsı” diye adlandırdıkları şeriat âlimlerini de çoğunlukla avamdan saymışlardır. Onlara göre avamın dinî faaliyetlerinde temel motif, ruhî yücelme yerine cennet ümidi ve cehennem korkusu gibi hissî talep ve kaygılardır. Avam her ne kadar şeriatın zâhirî hükümlerine ve temel fıkıh kaidelerine riayet ederse de ruhî yücelme ve Allah’a yakınlaşma gibi yüksek hedeflerden ziyade dünya ve âhiret nimetlerinden faydalanma eğilimindedir. Bu sebeple sûfîler avamın tevekkülü ile havvassın tevekkülü arasında kesin bir fark görürler (Serrâc, s. 78-79; Gazzâlî, İhyâǿ, IV, 247, 261). Eşyanın hakikatini dış tezahürlerde arayan avamın, gerek Kur’ân-ı Kerîm’in gerekse tabiat kitabının dış ifade ve görünüşlerinin arkasındaki sırları müşahede* ve mükâşefe* gibi bir kaygısı yoktur. Havassın nefis tasfiyesini, hallerini ve makamlarını yaşamadığı için derunî tecrübe, sezgi gücü ve zevk yoluyla ulaşılan yüksek hakikatleri keşfetmekten âcizdir. Esasen Gazzâlî ve daha birçok mutasavvıflara, hatta filozoflara göre avam fıtrî yapısı itibariyle de havassın zekâ ve sezgisinden mahrumdur. Bundan dolayı Sünnî çizgiyi takip eden sûfîlerle bu çizgiden az veya çok ayrılan sûfîler, havassın özelliklerinde farklı düşünmekle birlikte, avamın en iyilerine bile havassa göre ikinci derecede kıymet vermişlerdir. Hatta mutedil mutasavvıflar bile aşktan, derunî zevkten habersiz, ahlâkî arınma ve yücelme cehdi göstermeyen fakih ve kelâmcıları da avamdan saymışlardır. Cüneyd-i Bağdâdî, Gazzâlî, İbnü’l-Arabî gibi ünlü mutavassıflara göre kelâm şerefli bir ilimdir, fakat insanların pek azının bu ilme ihtiyacı vardır. Gazzâlî, her beldede sadece kelâm ilmiyle meşgul olacak birinin bulunmasını gerekli görür (İhyâǿ, I, 99). Kelâmcılar, istidlâl ve burhana dayanan metotlarıyla ancak “avamın tevhidi”ne, başka bir tabirle “itikad tevhidi”ne ulaşabilirler. Âriflerin ulaştığı tevhid ise “havassın tevhidi” yani “şühûd tevhidi”dir (Serrâc, s. 409). Gazzâlî avamın tevhidini “lâ ilâhe illallah”, havassın tevhidini de “lâ ilâhe illâ hû” sözleriyle ifade eder (Mişkâtü’l-envâr, s. 60-62). Birinci tevhidde Allah’ın varlığı karşısında “şey”lere de gerçek varlık tanıyan avamın, sathî bilgisi, ikinci tevhidde ise “şey”lere gerçek ve müstakil varlık tanımayan, onları tek hakikat olan “nurların nuru”ndan tecellîler sayan havassın bilgisi ifade edilmiştir.

Şer‘î hükümler genele ait hükümler olup peygamberler de dahil herkes bunlara uymak zorundadır. Ancak mutasavvıflara göre Hz. Peygamber’in genel tavrı yanında bir de özel halleri vardır. O birinci durumu itibariyle avama, ikinci durumu itibariyle havassa örnektir. Sûfîler onun bu özel hallerinin genel hallerinden üstün olduğuna inanırlar. Böylece sûfîler ilk dönemlerden itibaren müslümanları avam ve havas diye ikiye, bazan da avam, havas ve havâssü’l-havâs şeklinde üçe ayırmışlardır (Gazzâlî, Mişkâtü’l-envâr, s. 41, 92). Bu tabakaların en aşağısında bulunan avam, dinî hükümleri câiz olup olmaması açısından değerlendirir ve te’vil yoluyla ruhsat* imkânı arar. Havas (veya evâsıt), ruhsattan çok azîmet*e ağırlık verir. Havâssü’l-havâs (ârifler) ise dinî hükümleri ötekilerin sezemediği bütün incelikleriyle en iyi şekilde anlar ve uygular. Avamın dinî bilgileriyle havassın bilgileri arasında daima fark vardır; hatta bazan zıddıyet bulunur. Rivayete göre Zünnûn el-Mısrî üç defa mânevî sefer yapmış ve her seferinde üç ayrı ilimle dönmüş; ilkini (avamın bilgisi) herkes kabul etmiş, ikincisini (havassın bilgisi) avam reddetmiş, üçüncüsünü ise (havâssü’l-havâssın bilgisi) iki zümre de reddetmiştir. Sûfîlere göre Cüneyd-i Bağdâdî’nin tasavvufu kilitli kapılar ardında anlatması, “ene’l-Hak” diyen Hallâc’ın idam edilmesi, avamın havassa ait bilgileri kavrayamamasından ileri gelmiştir.

İbadette şekilden ziyade niyet ve ihlâsa önem vermek, nefis tezkiyesini ve ahlâkî kemali hedef edinmek, az çok farklı metotlarla da olsa mutlak hakikatı arama ve bulma aşkına sahip olmak noktalarında mutasavvıflarla İslâm filozofları arasında göze çarpan yakınlık, avam-havas ayırımında da kendini gösterir. İslâm felsefesinde, dinin itikad, amel ve diğer sahalarıyla ilgili tâlimatını taklit yoluyla benimseyen, naslarla bildirilen mâlumatı akıl süzgecinden geçirmeden kabul eden müslümanlara avam, bilgi ve inanç konularını aklî delillere dayandıranlara da havas denilmiştir. İbn Miskeveyh’e göre havassı avamdan ayıran şey felsefe sevgisidir (Tehzîbü’l-aħlâk, s. 83). Fârâbî’nin “zayıf ruhlar” dediği avam, yaratılışları itibariyle bütün müsbet faaliyetleri bir arada ve eksiksiz yürütme kapasitesinden yoksundur. Bu sebeple İbn Sînâ avamı “yeteneksiz (ebleh) nefisler” şeklinde vasıflandırır. Kendi aslî cevherlerine uygun saadete iştiyak duymayan bu nefisler, feyiz ve ilham mertebesine yükselen, ulvî âlem veya faal akıl ile ittisâl* kuran “kutsî ve temiz nefisler”den daha aşağı bir mertebededir. Dolayısıyla avam ile havassın saadeti de bedbahtlığı da (şekāvet) birbirinden farklıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

Resâǿilü İħvâni’s-safâǿ, Beyrut 1376-77/ 1957, III, 511-512; Serrâc, el-LümaǾ, s. 78-79, 409; Sülemî, Tabakāt, s. 71, 263; İbn Miskeveyh, Tehzîbü’l-aħlâk, [baskı yeri yok] 1328, s. 83; İbn Sînâ, eş-Şifâǿ, II, 427-432; Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb (nşr. İ. Abdülhâdî Kındîl), Kahire 1974-75, I, 226, 245; II, 541, 569; Gazzâlî, İhyâǿ, I, 99; IV, 247, 261; a.mlf., Mişkâtü’l-envâr (nşr. Ebü’l-Alâ Affîfî), Kahire 1964, s. 41, 60-62, 92; İbnü’l-Arabî, el-Fütûhât, I, 148, 154-156, 161; İbrâhim Medkûr, Fi’l-Felsefeti’l-İslâmiyye, Kahire 1983, I, 37-38; II, 72, 84.

Süleyman Uludağ