ATEH

العته

Bir ehliyet ârızası, akıl eksikliği ve zayıflığı hali.

Sözlükte “aklı zayıflamak, eksilmek, bunamak, bir şeye düşkün olmak” anlamlarına gelen ateh, İslâm hukukunda kişinin hukukî tasarruflarına belirli sınırlamalar getiren bir ehliyet ârızası kabul edilmiştir (bk. AVÂRIZ). Bu durumda olan kimseye ma‘tûh denir.

Ma‘tûhun anlayışı noksan, söz ve davranışları tutarsız, işlerinde tedbiri eksiktir (krş. Mecelle, md. 945). Ma‘tûhlar, temyiz gücünden tamamen mahrum olup olmamalarına göre iki grupta ele alınırlar. Temyiz gücünden tamamen yoksun olanlar ehliyet bakımından akıl hastaları gibidirler; edâ (fiil) ehliyetleri hiç yoktur. Temyiz gücüne sahip olanlar ise mümeyyiz küçük hükmünde olup eksik ehliyetlidirler (Mecelle, md. 978). Ma‘tûh denince kastedilen de daha çok bu ikinci gruba girenlerdir.

Ma‘tûhun alım satım, kira, vedîa, âriyet akdi gibi sözlü tasarrufları (hukukî muameleleri) mümeyyiz küçüklerin tasarrufları gibi üçlü bir ayırıma tâbidir. Hibe kabulü gibi tamamen lehte olan muameleler kimsenin rızâsına bağlı olmaksızın geçerlidir. Hibede bulunmak, vakıf


kurmak gibi tamamen aleyhinde olanlar ise geçersizdir. Kanunî temsilcilerinin razı olmaları bu tür hukukî muameleleri geçerli hale getirmez. Boşama da ma‘tûhun tamamen aleyhinde olan bir hukukî tasarruf olarak kabul edilmiş ve geçersiz sayılmıştır. Nitekim bir hadîs-i şerifte, “Ma‘tûhunki müstesna her talâk câizdir (geçerlidir)” buyrulmaktadır (Buhârî, “Talâk”, 11; Tirmizî, “Talâk”, 15; İbn Mâce, “Talâk”, 15). Ma‘tûhun alım satım, kira, şirket gibi lehte ve aleyhte olması muhtemel tasarrufları ise ancak kanunî temsilcilerinin rızasıyla geçerlidir. Bu rıza ya önceden izin veya sonradan icâzet* şeklinde belirtilir. Ma‘tûhun fiilî tasarrufları geçerlidir. Buna göre sahipsiz bir mala el koyan ma‘tûh, ihrâz yoluyla bunun mülkiyetini kazanacağı gibi başkalarının mallarına gasp ve itlâf gibi haksız fiillerle zarar vermesi durumunda da bunları tazmin etmek zorundadır.

İbadetler konusunda ise genellikle benimsenen görüşe göre ma‘tûh yine mümeyyiz küçük hükmündedir, yani bunlarla mükellef değildir. Ancak bazı fıkıh âlimleri ma‘tûhun da ibadetlerle yükümlü olduğu görüşünü benimsemişlerdir.

Ceza hukukunda da ma‘tûh için bazı istisnalar kabul edilmiştir. Buna göre ma‘tûha had ve kısas cezası verilmez; kısas yerine diyet cezası uygulanır.

Ma‘tûh kendiliğinden mahcûr*dur; bunun için ayrıca mahkeme kararına ihtiyaç yoktur. Kişi ister küçüklüğünden itibaren ister sonradan ma‘tûh olsun kanunî temsilcisi, küçük kabul edildiği takdirde kendisini temsil edecek kimsedir. Bu da sırasıyla babası, babanın vasîsi, vasîsinin vasîsi, dedesi, dedenin vasîsi ve hâkimdir. Bu görüş Hanefî ve Şâfiîler’e göredir. Mâlikî ve Hanbelîler’e göre ise ateh hali bulûğdan sonra meydana gelmişse, yetkili kanunî temsilci sadece hâkimdir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “Ǿateh” md.; et-TâǾrîfât, “Ǿateh”, “matûh” md.leri; Buhârî, “Talâk”, 11; İbn Mâce, “Talâk”, 15; Tirmizî, “Talâk”, 15; Abdülazîz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, İstanbul 1308, IV, 27; Teftâzânî, et-Telvîh, İstanbul 1310, s. 739; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 258; Mecelle, md. 945, 978; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, III, 39-43; Subhî Mahmesânî, en-Nazariyyetü’l-âmme li’l-mûcebât ve’l-Ǿukud, Beyrut 1983, II, 370; Bilmen, Kamus, VII, 279-290; M. Ebû Zehre, el-Cerîme, Kahire, ts., s. 426-437.

Beşir Gözübenli