ARZ

العرض

Osmanlılar’da genellikle devlet işleriyle ilgili bir mesele hakkında padişaha sözlü veya yazılı olarak bilgi sunma.

Padişaha arzda bulunabilecek olanların belirtildiği Fâtih Kanunnâmesi’ne göre, sözlü olarak bizzat arzda bulunma hakkı devlet ve sarayın en yüksek kademelerindekilere tanınmıştı. Bunlar başta sadrazam olmak üzere kazaskerler, defterdarlar ile Enderun’dan kapı ağası, has odabaşı, hazinedarbaşı, kilercibaşı ve saray ağası idi. Beylerbeyiler, ümerâ ve kadılar ise padişaha ancak yazılı olarak arzda bulunabilirlerdi.

Fâtih devrinden itibaren padişahların bizzat Dîvân-ı Hümâyun müzakerelerine katılmaması, bu toplantılarda görüşülen meselelerle alınan kararların padişaha bildirilmesi ve tasdiki zaruretini doğurdu. Bu sebeple divan üyeleri haftanın belli günlerindeki toplantılardan sonra padişahın huzuruna çıkmaya başladılar. “Arza girme” denilen bu olay, Topkapı Sarayı’nın üçüncü avlusunda Bâbüssaâde’nin karşısında, ilk inşası Fâtih devrinde yapılan Arz Odası’nda cereyan ederdi. Fâtih Kanunnâmesi’ne göre haftada


dört gün arza girilirdi. XVI. yüzyılda Dîvân-ı Hümâyun’un haftada dört gün toplanmaya başlamasıyla arz günleri de pazar ve salı olmak üzere ikiye inmiş, divanın haftada iki gün toplandığı XVII. yüzyıl sonlarında ise sadece salı günleri arza girilmeye başlanmıştır.

Arza girilecek günlerde Dîvân-ı Hümâyun toplantılarının bitiminde, divan üyelerinin arza kabulleri ricasını bildiren telhis reîsülküttâb tarafından bağlanıp mühr-i hümâyunla mühürlenerek kapıcılar kethüdâsı ile padişaha gönderilirdi. Padişahın izni geldikten sonra arza önce yeniçeri ağası girer ve ocak hakkında bilgi sunardı. İkinci olarak Rumeli ve Anadolu kazaskerleri arza girerler ve her biri kendi bölgeleri içindeki kadıların tayinleriyle ilgili telhis*leri okurlardı. Padişahın arzedilen hususlara dair soruları olursa cevaplarlar, soru olmadığı takdirde kısa bir müddet bekledikten sonra çıkarlardı. Rumeli ve Anadolu beylerbeyilikleri pâyesi veya vezâretleri olan defterdar ve nişancılar, sadrazam ve Kubbealtı vezirleriyle arza girerlerdi. Ayrıca yeniçeri ağası da vezâreti olduğu takdirde ikinci defa sadrazamla beraber arza kabul edilirdi. Pâye veya vezâreti olmayan defterdar, ulûfe divanlarında arza girdiğinde ulûfe telhisini okuyup çıkardı. Yıl sonu muhasebe bilançosu mahiyetindeki bütçe de padişaha yine defterdar tarafından okunurdu. Defterdar, telhisin okunmasından sonra padişahın yönelteceği sorulara da sadrazamın aracılığıyla cevap verirdi. İdarî konular sadrazam tarafından padişaha arzedilir, gizliliği olan meseleler ise vezirlerin Arz Odası’nı terketmelerinden sonra konuşulurdu.

Dîvân-ı Hümâyun’un önemini kaybetmesinden ve devlet işlerinin Paşa Kapısı’na (Bâb-ı Âsafî, daha sonra Bâbıâli) intikalinden sonra Dîvân-ı Hümâyun sadece ulûfe ve elçi kabulü günleri yapıldığından arza da bu toplantılardan sonra girilir olmuştur. XVIII. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Kubbealtı veziri tayin edilmediğinden arza sadrazamla birlikte kaptanpaşa da girmeye başlamıştır. Bundan böyle sadrazamın padişahla görüşme ihtiyacı duyduğunda bir telhisle müsaade alması gerekmiştir. Padişahın yazılı iznini gerektiren hususlarda da konu ile ilgili telhisler Paşa Kapısı’ndan gönderilmiştir. II. Mahmud döneminde padişaha hitaben yazılan telhislerin yerini ise Mâbeyn-i Hümâyun başkâtipliğine yazılan arz tezkireleri almıştır.

Sadrazamın telhisine Mâbeyn başkâtibi tarafından cevap verilmesi keyfiyetine ilk olarak Tahmiscioğlu isyanı sırasında Cemâziyelevvel 1248’de (Ekim 1832) rastlanmaktadır. Ancak bu tarihten sonra telhisler hemen arz tezkiresine dönüşmüş değildir. Daha bir süre hatt-ı hümâyun usulü devam etmiş ve 1250’den (1834) sonra telhis yerini tamamen arz tezkiresi veya tezkire-i ma‘rûzaya bırakmıştır. Telhis üzerindeki padişah emri bizzat padişahın kaleminden çıktığından hatt-ı hümâyun, arz tezkireleri üzerindeki ise şifahî emir olması dolayısıyla irade olarak adlandırılmıştır.

Telhislerle arz tezkireleri arasında şekil bakımından da farklılık vardır. Telhislerde yazı kâğıdın üst yarısından başladığı ve padişahın cevabı telhisin üst tarafında yer aldığı halde arz tezkirelerinde yazı kâğıdın alt yarısında bulunmakta, Mâbeyn başkâtibi tarafından verilen cevap ise, kâtibin sadrazamdan daha aşağı bir mevkide olması dolayısıyla, arzın alt tarafında sağ üstten sol alta doğru eğik olarak yazılmakta idi. Ancak iradenin uzun olduğu için alta sığmaması halinde kâğıt ters çevrilerek üste devam edilebiliyordu. Arz tezkirelerine de telhislere olduğu gibi ilk zamanlarda tarih atılmıyordu. Bir istisna olarak Rauf Paşa’nın sadâreti sırasında 1253 tarihli bazı arz tezkirelerinde hem tarih hem de arzın altında sadrazamın, iradenin altında ise Mâbeyn başkâtibinin mühürleri bulunmaktadır (meselâ 9 Safer 1253 tarihli arz tezkireleri: BA, HH, nr. 48938, 50787; nr. 50926’da ise sadece 25 Muharrem 1253 tarihi vardır). Fakat bu usul devamlı olmamıştır. Onun için 1255’e kadarki iradelerin tarihleri, ya ekleri olan belgelerden veya eğer varsa arka yüzün sol üst köşesine konulmuş


olan tarihten çıkarılabilmektedir (BA, HH, 49961 ve 50298, bu tasnifteki aynı tip pek çok örnekten ikisidir). Tanzimat’tan sonra gerek arz tezkirelerine gerekse iradelere tarih konulmaya başlanmıştır. Uzun süre telhisler gibi arz tezkirelerine de imza atılmayıp sadece arzın altına bir “mim” (م) harfi konulurken asrın son çeyreğinden itibaren arzın altında sadrazamın, iradenin altında ise Mâbeyn başkâtibinin imzası da yer almıştır. Bununla beraber 1295’te imzalı arz tezkireleri yanında hâlâ imzasızlara da rastlanmaktadır (10 Cemâziyelevvel 1295 / 12 Mayıs 1878 tarihli arz tezkiresi imza ihtiva ettiği [BA, İrade-Meclis-i Mahsus, nr. 2755] halde 12 Receb 1295 / 12 Temmuz 1878 tarihlide sadrazam imzası yerinde yine “mim” harfi bulunmaktadır [İrade-Dahiliye, nr. 62720]). Arz tezkirelerinde başlangıçta genellikle “seniyyü’l-himemâ, kerîmü’ş (behiyyü’ş)-şiyemâ, devletlü, atûfetlü efendim hazretleri” yahut “seniyyü’l-himemâ, inâyetlü atûfetlü efendim hazretleri” gibi elkablar kullanılırdı. Sadrazamın, Mâbeyn başkâtibinden yaşça büyük olması halinde “atûfetlü”den sonra bir de “oğlum” kelimesi eklendiği de olurdu (Rauf Paşa’nın yukarıda numaraları verilen arz tezkireleri). Bilhassa asrın sonlarına doğru “atûfetlü efendim hazretleri” gibi kısa elkablar daha fazla kullanılır olmuştur.

Sadrazam tarafından padişaha iletilmek üzere Mâbeyn’e sunulan arz tezkirelerinden başka alt makamdan üst makama resmî mahiyette yazılan dilekçelere de arz adı verilirdi. Tarih bulunmayan, sadece alta imza atılan arzların da “arz-ı bendegî budur ki”, “dergâh-ı felek-medâr ve bârgâh-ı gerdûn-iktidâr türâbına arz-ı bende-i bî-mikdâr budur ki”, “atebe-i gerdûn-iktidâra arz-ı bende-i bî-mikdâr ve zerre-i hâksâr oldur ki” (TSMA, nr. E 6134), “südde-i seniyye-i saâdet-nişân ve atebe-i adâlet-unvâna arz-ı bende-i nâtüvân oldur ki” (Niğbolu kadısının arzı: TSMA, nr. E 5794) vb. çok değişik başlangıç formülleri vardı. Kadı ve nâibler tarafından sunulan arzlarda genellikle arz yerine çok defa ma‘rûz kelimesi kullanılırdı. Yine kadılar tarafından sunulan arzlarda daha XVI. yüzyılda bile tarih atıldığı görülmektedir (meselâ İstanbul kadısı nâibinin “evâil-i Şâban” 917 / 24 Ekim-2 Kasım 1511 tarihli arzı: TSMA, nr. E 6051). Nitekim “evâhir-i Safer” 1017 (17-26 Mayıs 1608) tarihli bir kadılık beratında da kadının göndereceği arzlara tarih koyması gerektiğine beratın sonunda işaret edilmektedir (BA, İbnülemin-Tevcihât, nr. 20). Arzların altına genellikle “ez‘afü’l-ibâd” denilerek isim yazılır veya mühür basılırdı. Bazan da hem imza hem de mühür kullanılırdı. Sadece mühür kullanıldığında, mühürlerin benzer olması ve sahibinin sıfatının mühürde bulunmaması halinde İstanbul dışından gönderilen arzlarda karışıklıklar meydana gelebildiğinden, 1846’da arzlarda mühür ve imzanın bir arada kullanılması hususunda taşra valiliklerine emirler gönderilmişti (Bosna eyaleti müşiri Elhâc Halil Kâmil Paşa’nın “gurre-i Rebîülevvel” 1262 [27 Şubat 1846] tarihli tahriratı: BA, Cevdet-Dahiliye, nr. 3968).

Alt makamdan gelen bir arz, bazan sadrazam tarafından arzın üzerine yazılan kısa bir telhisle padişaha sunulur, padişah da kararını bildiren hatt-ı hümâyunu üst kısma yazardı.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, A. DVN, Hatt-ı Hümâyun ve irade tasnifleri belgeleri içindeki arzlar; TSMA’daki arzlar; Teşrifatîzâde Mehmed, Defter-i Teşrîfât, İÜ Ktp., TY, nr. 9810, vr. 49ª-50ª; Mustafa Münif, Defter-i Teşrîfât, İÜ Ktp., TY, nr. 8892, vr. 91ª92b; Teşrîfât-ı Kadîme, s. 91-96; Abdülkadir Özcan, “Fâtih’in Teşkilât Kanunnâmesi ve Nizam-ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi”, TD, sy. 33 (1982), s. 33-34; Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye, s. 30-35; a.mlf., Saray Teşkilâtı, s. 68-69; a.mlf., “Kayserili Ahmed Paşa Hakkında İkinci Abdülhamid’in Bir hatt-ı Humâyûnu”, TTK Belleten, VII/27 (1943), s. 523.

Mübahat S. Kütükoğlu