ARTUKLULAR

Diyarbekir ve Mardin çevresinde 1102-1409 tarihleri arasında hüküm süren bir Türkmen hânedanı.

Döğer boyundan Eksük adlı bir beyin oğlu olan Artuk 1063 yılında Sultan Alparslan’ın hizmetine girdi ve Malazgirt Zaferi’nden sonra onun emriyle Anadolu’ya geçerek Bizans’a karşı başarılı mücadelelerde bulundu. Alparslan’dan sonra sultan olan Melikşah, Artuk Bey’i Anadolu’dan geri çekip Hulvân’ı (Lûristan) iktâ* etti ve kendisini Bahreyn Karmatîleri’ni itaat altına almakla görevlendirdi. Artuk Bey bu görevi başarıyla tamamladıktan sonra Melikşah’ın Diyarbekir bölgesine hâkim olan Mervânîler üzerine gönderdiği orduya katıldı. Bu sefer sırasında Irâk-ı Acem Valisi Fahrüddevle ile anlaşmazlığa düşen Artuk Bey’in Sultan Melikşah ile arası açıldı ve bu yüzden sultanın kardeşi Suriye Meliki Tutuş’un hizmetine girdi; Tutuş da ona Kudüs ve havalisini iktâ olarak verdi. Artuk Bey’in ölümünden sonra yerine oğulları Sökmen ve İlgazi geçtiler (484/1091). Kudüs 1098 yılında Fâtımîler tarafından zaptedilince Sökmen, Halep Meliki Rıdvân b. Tutuş’un yanına geldi. İlgazi ise Irak’ta kendisine verilmiş olan bölgeye çekildi; kısa süre sonra da Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar tarafından Bağdat şahne*liğine tayin edildi.

Artuklular Hısnıkeyfâ (Hasankeyf), Mardin ve Harput kolu olmak üzere üç kol halinde hüküm sürmüşlerdir.

1. Hısnıkeyfâ Kolu (1102-1232). Musul Emîri Kürboğa’nın ölümü üzerine Musul halkı, vali olarak Emîr Karaca’ya karşı Türkmen Mûsâ’yı desteklediler; Cezîre Emîri Çökürmüş ise Mûsâ’ya karşı çıktı. Bunun üzerine Mûsâ, Sökmen’den yardım istedi ve karşılığında Hısnıkeyfâ ile 10.000 dinar vermeyi vaad etti. Sökmen’in desteğini alan Mûsâ Çökürmüş’ü bozguna uğrattı, ancak kendisi kısa bir süre sonra öldürüldü. Sökmen ise Hısnıkeyfâ’ya giderek şehri Mûsâ’nın nâibinden teslim aldı ve Artuklular’ın Hısnıkeyfâ kolunu kurdu. Sökmen buradaki hâkimiyetini sağlamlaştırmak için Sultan Tapar’a bağlılığını arzederek onun hizmetine girdi. Mardin şehri bu sıralarda Sökmen’in yeğeni Yâkutî’nin hâkimiyeti altında idi. Onun ölümü üzerine çıkan anlaşmazlıktan faydalanan Sökmen 1103 yılında burayı da ele geçirmeye muvaffak olarak Diyarbekir havalisinin büyük bir kısmını kendisine bağladı. Sökmen 1104 yılında Haçlılar’ı Emîr Çökürmüş ile beraber ağır bir bozguna uğrattığı gibi Kudüs Kralı I. Baudouin ile Urga Kontu I. Joscelin’i de esir aldı. Ancak bu zaferden kısa bir süre sonra hastalanan Sökmen Ekim 1104’te öldü ve yerine oğlu İbrâhim geçti. İbrâhim, amcası İlgazi’ye tâbi olmak zorunda kaldı. İbrâhim’in 1108 yılında ölmesiyle kardeşi Dâvud Artuklu hükümdarı oldu. Dâvud, Musul Atabegi Zengî’ye karşı Mardin Hükümdarı Timurtaş ile ittifak yaptı (1130). Dâvud’un Türkmenler üzerindeki nüfuzu çok kuvvetli idi. Onlardan temin ettiği kuvvetlerle Musul atabegine karşı çıktı ise de mağlûp olup Serce ve Dârâ’yı Zengî’ye terketmek zorunda kaldı. 1 Ağustos 1144’te ölen Dâvud’un yerine oğlu Fahreddin Kara Arslan geçti. Kara Arslan, Zengî’ye karşı Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud ile anlaştı. Zengî’nin Ca‘ber Kalesi muhasarasında öldürülmesiyle rahatlayan Kara Arslan, Gerger ve Harput’u ele geçirdi (1150). Zengî’den sonra Halep hükümdarı olan oğlu Nûreddin Mahmud ile ittifak yapan Kara Arslan 1167’de öldü ve yerine oğlu Nûreddin Muhammed geçti. Onun zamanında Eyyûbîler Suriye’de kuvvet kazanmaya başladılar. Muhammed, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin himayesine girerek onun Musul ve Âmid muhasaralarına katıldı. Âmid’i ele geçiren Selâhaddin, hizmetine karşılık burayı Muhammed’e verdi (1183). Muhammed’in yerine oğlu Kutbüddin II. Sökmen geçti (1185). Sökmen, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin ölümünden faydalanarak bir kısım yerleri kurtarmaya çalıştı (1193). Sökmen ölmeden önce yerine memlük*ü ve eniştesi Ayaz’ı halef gösterdi. Ancak kumandanlar birkaç gün sonra Ayaz’ı tahttan indirip Sökmen’in kardeşi Nâsırüddin Mahmud’u hükümdar yaptılar. Mahmud önce, Eyyûbîler’den el-Melikü’l-Âdil ve el-Melikü’l-Kâmil’e, sonra da Anadolu Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykâvus’a tâbi oldu. 1222 yılında ölen Mahmud’un yerine oğlu Melik Mesud geçti. Melik Mesud zamanında Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil önce Âmid’i, daha sonra da Hısnıkeyfâ’yı zaptederek Artuklular’ın bu koluna son verdi (630/1232).

2. Mardin Kolu (1106-1409). Bağdat şahneliğinden azledilen Necmeddin İlgazi, yeğeni İbrâhim’in elinden Mardin’i alarak burada Artuklular’ın Mardin kolunu kurdu. Kısa bir süre içinde Nusaybin ve Harran’ı ele geçiren İlgazi, Emîr Lü’lü’ün öldürülmesinden sonra halkın isteği üzerine Halep’e gelerek burayı da hâkimiyeti altına aldı (511/1118). Haçlılar’a karşı büyük bir mücadele veren İlgazi, Antakya hâkimi Roger’i Tel Afrin vadisinde büyük bir bozguna uğrattı (Haziran 1119). Irak Selçuklu Sultanı Mahmud 1121 yılında Necmeddin İlgazi’yi Gürcüler üzerine sefere yolladı ve bu seferden başarısızlıkla dönmesine rağmen Meyyâfârikīn’i (Silvan) ona iktâ etti. İlgazi, yanında yeğeni Belek b. Behrâm ve Dımaşk Atabegi Tuğtegin olduğu halde Zerdana Kalesi üzerine bir sefere çıktığı sırada hastalandı ve 19 Kasım 1122’de öldü.

İlgazi’nin ölümünden sonra oğullarından Süleyman Meyyâfârikīn’de, Timurtaş Mardin’de, yeğenlerinden Süleyman da Halep’te hüküm sürdüler. Hüsâmeddin, Timurtaş Belek’in ölümünden sonra Halep’i de hâkimiyeti altına aldı (1124). Ancak Timurtaş’ın tecrübesizliği Halep halkını kendisinden soğuttu ve Halep daha sonra Emîr Aksungur el-Porsukī’nin eline geçti. Timurtaş, kardeşi Süleyman’ın ölümünden sonra Meyyâfârikīn’e de sahip oldu, fakat Musul Atabegi Zengî’nin Nusaybin’i ele geçirmesine engel olamadı. Timurtaş’ın 547 (1152-53) yılında ölümünden sonra


yerine oğlu Necmeddin Alpı geçti. O da kardeşlerinden Cemâleddin’i Hani, Sıvan ve Kulp beldelerine, Behram’ı ise Dârâ’ya emîr tayin etti. Necmeddin Alpı, Nûreddin Mahmud ile ittifak yaptı. 1176 yılında ölen Alpı’nın yerine oğlu II. Kutbüddin İlgazi hükümdar oldu. Mardin’deki büyük camiyi yaptıran İlgazi zamanında Eyyûbî Hükümdarı Selâhaddin Harran, Habur, Dârâ ve Nusaybin gibi merkezleri zaptetti. Selâhaddin’in ülkesini tehdidi karşısında II. İlgazi, daha çok II. Kılıcarslan ile müttefik kaldı. Onun 1184 yılında ölümüyle küçük yaştaki oğlu Hüsâmeddin Yavlak (Yoluk) Arslan tahta geçti. Onun zamanında Ahlat Şahı II. Sökmen, Mardin Artukluları’nı himayesi altına aldı ve Nizâmeddin Alpkuş adlı bir memlükünü hükümet işleri ile görevlendirdi. Selâhaddîn-i Eyyûbî, II. İlgazi zamanından beri Artuklular’ın iç işlerine müdahale etmekteydi. Eyyûbîler Ahlat Şahı II. Sökmen’in ölümünden sonra Meyyâfârikīn’i geri almaya muvaffak oldu ise de uzun süre hâkimiyetleri altında tutamadılar. Selâhaddin’in 1193 yılında ölümü Mardin Artukluları’na biraz nefes aldırdı, fakat bu defa da doğudan gelen kesif Türkmen göçleri içtimaî sarsıntıya sebep oldu. Yeni Eyyûbî hükümdarı el-Melikü’l-Âdil çok geçmeden Mardin’i kuşattı. Eyyûbî tehlikesinin kendi ülkesini de tehdit ettiğini gören Musul Atabegi Arslanşah, Yavlak Arslan’ın yardımına koştu. Neticede Eyyûbîler mağlûp olarak Mardin’den çekildiler (1199). Ancak el-Melikü’l-Âdil, oğlu el-Melikü’l-Eşref’i 1202 yılında büyük bir ordu ile tekrar Mardin üzerine gönderdi. Zor durumda kalan Mardin Artukluları, Halep Hükümdarı el-Melikü’z-Zâhir’in aracılığı ile Eyyûbîler’in hâkimiyeti altına girmeye mecbur oldular.

Yavlak Arslan’dan sonra kardeşi Artuk Arslan Mardin’de hükümdar oldu. Onun zamanında Anadolu Selçukluları Eyyûbîler’i mağlûp ederek Doğu Anadolu’da hâkimiyetlerini kurdular. Artuk Arslan bu durumdan faydalanarak Alâeddin Keykubad’a tâbi olup Eyyûbîler’e karşı cephe aldı. Ancak bir fırsatını bulan Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil 1236 yılında Urfa ve Harran’ı işgal etti. Alâeddin Keykubad’dan sonra Anadolu Selçuklu sultanı olan II. Gıyâseddin Keyhüsrev, Eyyûbîler’in elinden kurtarmış olduğu yerlerden Sincar ve Nusaybin’i Artuk Arslan’a iktâ olarak verdi. Otuz beş yıllık hükümdarlıktan sonra 1239 yılında ölen Artuk Arslan’ın yerine oğlu I. Necmeddin Gazi geçti. O da Eyyûbîler’in kendi aralarındaki geçimsizliklerden faydalanarak Meyyâfârikīn Eyyûbî hâkimi Melik Şehâbeddin Gazi ile Halep Eyyûbîleri’ne karşı anlaştı; Urfa, Harran ve Cezîre’yi ele geçirdi. Moğollar Necmeddin Gazi’nin hâkimiyeti sırasında Diyarbekir ve Meyyâfârikīn yöresine girdiler (1252). Serûc, Harran ve Urfa’ya kadar yağma ve akınlarda bulunup 1256 yılında da Harput ve Malatya bölgelerini işgal ettiler. Moğol Hakanı Hülâgû 1257’de Suriye seferine giderken Yaşmut kumandasında bir birliğini Mardin ve Meyyâfârikīn’i zaptetmekle görevlendirdi. Bu Moğol birliği Meyyâfârikīn’i uzun bir kuşatmadan sonra ele geçirdi. Mardin müstahkem bir kaleye sahip olduğundan sekiz aydan fazla dayandı; ancak şehirde açlık baş gösterdi ve veba salgını çıktı. Bu sırada Necmeddin Gazi de hastalığa yakalandı ve öldü, yerine oğlu Kara Arslan geçti (1260).

Moğol baskını karşısında çaresiz kalan Kara Arslan, Dârâ, Habur, Nusaybin ve Re’sülayn’ın Artuklular’a geri verilmesi karşılığında Moğol hâkimiyetini tanıdı ve bundan sonra Mardin Artukluları daha sade ve sâkin bir hayat sürmeye başladılar. Moğollar’ın 1260’ta Musul, 1281’de Suriye seferlerine Kara Arslan da katıldı. Otuz üç yıllık bir hükümdarlıktan sonra ölen Kara Arslan’ın yerine oğlu Şemseddin Dâvud geçti. Hükümdarlığının üçüncü yılında ölen Dâvud’un yerine de kardeşi II. Necmeddin Gazi tahta çıktı (1294). Bu hükümdar zamanında Mardin Artukluları’nın İlhanlılar’a olan yakınlığı daha da arttı. Necmeddin Gazi 1312 yılında öldü ve yerine oğlu Ali Alpı geçti. Onun hükümdarlığı iki hafta kadar devam etti, fakat kendisinden sonra gelen kardeşi el-Melikü’s-Sâlih elli yıldan fazla (1312-1364) saltanat sürdü. el-Melikü’s-Sâlih zamanında Memlükler, İlhanlılar’a karşı devamlı saldırılarda bulunduklarından, onlara tâbi olan Mardin Artukluları da sürekli rahatsız oldular. Memlükler’in Halep Valisi Şehâbeddin Karatay, Artuklu ülkesine girerek Mardin ve civarını yağmalattı (1315). Moğol Hanı Olcaytu’nun ölümünü fırsat bilen Türkmen Cacaoğlu Alâeddin, Âmid’i işgal edip pek çok kişiyi esir aldı ve öldürttü.

İlhanlı Devleti’nin 1336 yılında yıkılması üzerine Süleyman Han ve Çobanoğulları Diyarbekir bölgesine girdiler ve kısa süre sonra da el-Melikü’s-Sâlih’in saltanatını kabul ettiler. İlhanlı Devleti’nin çöküşüyle Doğu Anadolu birçok Türkmen oymağının faaliyet sahası içerisine düştü. Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmenleri bölgede nüfuz sahibi olmaya başladılar; bu sırada el-Melikü’s-Sâlih seksen yaşında iken öldü (765/1364) ve yerine oğlu el-Melikü’l-Mansûr Ahmed geçti. Ahmed, Karakoyunlu Türkmenleri’nin reisi Bayram Hoca’nın taarruzuna karşı Celâyirli Hükümdarı Üveys’ten yardım istedi. Dört yıllık saltanatından sonra Ahmed’in yerine oğlu Mahmud hükümdar oldu (1368). Mahmud çok küçük yaşta idi; dört ay kadar tahtta kaldıktan sonra amcası Şemseddin Dâvud, Artuklu tahtını elde etti. Gerek 1376 yılında ölen Dâvud’un gerekse yerine geçen oğlu Mecdüddin Îsâ’nın hâkimiyet devirleri Karakoyunlular’la mücadele ile geçtiği gibi Mardin de Timur’un istilâsına uğradı. Mecdüddin Îsâ 1384 yılında Karakoyunlu Hükümdarı Kara Mehmed’e yenildi. Buna rağmen Karakoyunlular ile Artuklular ortak düşmanları Timur’a karşı birleşerek Memlükler’den yardım istediler. Memlük Sultanı Berkuk 1395 yılında Îsâ’ya hil‘at yolladı. Fakat Timur’un Mardin’e yaklaşması üzerine Îsâ ona tâbiiyetini arzetmeye mecbur kaldı ve bu sayede Timur’un Mardin’i işgaline mâni olabildi. Ancak Îsâ, Erzen ve Hısnıkeyfâ hükümdarları gibi Timur’un bizzat huzuruna çıkmadı. Buna kızan Timur Îsâ üzerine asker sevketti, hatta bir süre de


Mardin’i muhasara etti. Îsâ bu kuşatmadan önce Mardin’den ayrılmıştı. Buna rağmen Timur’a esir düştü ve üç yıl süreyle Sultâniyye’de hapsedildi. Îsâ’nın veziri Alâeddin Altun Buğa, Mardin Artuklu tahtına onun yeğeni el-Melikü’s-Sâlih’i geçirdi. Bu durumda Timur Îsâ’yı serbest bıraktı. el-Melikü’s-Sâlih Mardin’e gelen Îsâ’ya tahtı teslim etti. Îsâ, Timur’un Memlükler üzerine sevkettiği kuvvetlere katılmayarak itaatten ayrıldı. Timur onu cezasız bırakmayarak Mardin’i kuşattı. Ancak muhasaranın uzun sürmesi sebebiyle, şehrin zaptı ile Akkoyunlu reisi Kara Osman’ı görevlendirdi. Îsâ bir süre sonra özür dileyerek affedilmesini sağladı (1403). Ancak Akkoyunlular’ın ülkesine taarruzlarını önleyemedi. Akkoyunlu Kara Osman’a karşı Îsâ, Türkmen beylerinden Çeküm ile anlaştı. Beraberce Kara Osman’ın üzerine yürüyerek Akmataş mevkiinde onunla muharebeye girdiler. Neticede Akkoyunlular galip geldi, Çeküm ve Îsâ öldürüldü (809/1406).

Îsâ’dan sonra Mardin surları içerisine kapanan Artuklular’a, oğlu Şehâbeddin Ahmed hükümdar oldu. Ahmed, Mardin’i Akkoyunlular’a karşı müdafaa edemeyeceğini anlayınca, Karakoyunlu Kara Yûsuf ile anlaşarak şehri ona teslim etti (1409). Kara Yûsuf Ahmed’e Musul’u verdiyse de Ahmed bir hafta sonra öldü. Böylece Artuklular Devleti’nin Mardin kolu da tarihe karıştı.

3. Harput Kolu (1112-1124 ve 1185-1233). Artuk Bey’in torunu Belek b. Behrâm 1112 yılında Harput’a hâkim olmuş ve Palu merkez olmak üzere burada kendi beyliğini kurmuştu. Amcaları Sökmen ve İlgazi ile beraber Haçlılar’a karşı çetin bir mücadeleye giren Belek bu arada Halep’i de Süleyman’ın elinden aldı (1123). Ertesi yıl Menbic’i kuşattıysa da kaleden atılan bir okla vurularak öldü (518/1124). Belek’ten sonra Harput, Hısnıkeyfâ Artuklu Hükümdarı Dâvud’un eline geçti ve 1185 yılına kadar Hısnıkeyfâ kolunun hâkimiyetinde kaldı. Hüsâmeddin Timurtaş da Halep’i istilâ etti. Nûreddin Muhammed’in ölümü üzerine Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin hizmetinde bulunan Dâvud’un kardeşi İmâdüddin Ebû Bekir, süratle Hısnıkeyfâ’ya geldi. Fakat yeğeni II. Sökmen kendisinden daha erken davranıp Selâhaddin’e Hısnıkeyfâ’ya hâkimiyetini tasdik ettirdiğinden, buraya sahip olamadı. Bununla beraber Harput ve çevresini kendi hâkimiyeti altına almaya ve burada bağımsız bir beylik kurmaya muvaffak oldu (1185). Ebû Bekir 1204 yılında öldü, yerine oğlu Nizâmeddin İbrâhim geçti. İbrâhim’in ölümünden sonra yerine oğlu Hızır, daha sonra da onun oğlu Nûreddin Artuk hükümdar oldu. Bu son Harput Artuklu hükümdarları da Eyyûbî hâkimiyetini tanımakta idiler. Anadolu Selçukluları Sultanı Alâeddin Keykubad’ın kumandanlarından olan Kemâleddin Kamyar Eyyûbîler’i Harput civarında yendi. Bazı Eyyûbî kumandanları Harput Kalesi’ne sığındılar. Selçuklular kaleyi yirmi dört gün kuşattıktan sonra Ağustos 1234’te teslim aldılar. Alâeddin Keykubad Artuklu hükümdarlarının canını bağışladı ve Akşehir’i kendisine iktâ olarak verdi. Böylece 1185 yılında İmâdüddin Ebû Bekir tarafından kurulmuş olan Harput Artukluları da tarihe karıştı.

Teşkilât, Kültür ve Mimari. Eski Türk devlet anlayışını esas alan Artuklular, devleti hânedan mensuplarının ortak malı kabul ettiklerinden, merkeziyetçi bir hükümet kurup tek bir devlet haline gelemediler. Daha çok kuvvetli beylerin etrafında toplanıp yarı bağımsız bir tarzda siyasî birliklerini korumaya çalıştılar. Devletin idaresi hususunda Selçuklular’ı kendilerine örnek aldılar ve Selçuklu devlet teşkilâtının ana unsurlarını kendi ülkelerine uyguladılar. Zaman zaman güçlü devletlerin hâkimiyetlerini tanımak zorunda kalan Artuklu hükümdarlarının resmî unvanları, bilhassa XII. yüzyılda İslâmiyet’ten önceki Türk unvanlarının bir devamı şeklinde olmuştur. Alp, Sagun, İnanç, Kutluğ ve Yabgu gibi eski Türk unvanlarının Artukoğulları’nda kullanılması Türk devlet geleneğinin buralarda devam ettiğine bir delildir.

Artuklular’ın içtimaî ve iktisadî hayatı hakkında bilgiler çok azdır. Ancak komşu ülkelere göre en az verginin bu ülkede alındığı görülmektedir. Hatta bu yüzden civar bölgelerden bu ülkeye göç edenlerin sayısı oldukça fazladır. Ağır savaş masraflarına karşılık vergilerin azlığı ve maliyenin zenginliği, halkın hayat seviyesinin yüksek olduğunu göstermektedir. Artuklu hükümdarları ticarî ve içtimaî hayatı canlı tutmak için çarşılar, kervansaraylar, köprüler, camiler ve medreseler yaptırmışlardır. Hüsâmeddin Timurtaş, Batman ırmağı üzerinde 150 m. uzunluğunda büyük bir köprü yapımına başlamış ve köprü oğlu Necmeddin Alpı zamanında tamamlanmıştır. Timurtaş’ın yaptırdığı önemli eserlerden biri de Hüsâmiye Medresesi’dir. Ayrıca Timurtaş’ın oldukça büyük, kitap bakımından da zengin sayılabilecek bir kütüphane kurduğu kaydedilmektedir. Timurtaş’ın oğlu Alpı Koçhisar’da cami, medrese, kervansaray ile bir de çarşı yaptırmış, bunlara vakıflar bağlamıştır. Fahreddin Kara Arslan da ticaret ve ulaşımı hızlandırmak için Hısnıkeyfâ, Malatya, Birecik ve Kal‘atürrûm’da birer köprü yaptırmıştır. Hısnıkeyfâ Köprüsü 1166’da sel ve depremden hasar görmüşse de kısa sürede tamir edilmiştir. Mardin Artukluları’ndan Artuk Arslan, Koçhisar’da Ulucami’yi (1204), Mardin’de Hatuniye Medresesi’ni (1205) ve Hârizm’de Şeyh Tâceddin Mesud Medresesi’ni inşa ettirmiş; Muzafferüddin Kara Arslan Muzafferiye Medresesi’ni, II. Necmeddin Gazi de seksen odalı Şehidiye Medresesi’ni yaptırmıştır. Şehidiye Medresesi’ne dükkân, hamam, bağ ve bahçelerin yanı sıra Koçhisar’da bir han ve Hârizm’de bir boyahane vakfedilmiştir. Mecdüddin Îsâ’nın 1392 yılında yaptırdığı Zinciriye Külliyesi Mardin’in en büyük âbidelerinden biri idi. Artuklu hükümdarları fikir ve ilim adamlarını da korumuşlardır. Artuklular’ın kurmuş olduğu medreselerde İslâmî ilimlerin yanı sıra tıp, riyâziye ve felsefe derslerinin okutulduğu da çeşitli kaynaklarda zikredilmektedir.


BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Kalânisî, Zeylü Târîhi Dımaşk, (nşr. H. F. Amedroz), Beyrut 1908, s. 135, 138, 169, 170, 199, 208, 243, 266; İbnü’l-Ezrak el-Fârikī, Târîhu Meyyâfârikīn ve Âmid, British Museum, nr. Oriental 5803, vr. 167ª vd.; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, X, 445 vd.; XI, 7 vd.; İbnü’l-Adîm, Zübdetü’l-haleb, II, 123, 124, 185, 186, 225, 253, 254, 271; Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1980, s. 133-240; İmâdüddin Halil, el-Ǿİmârâtü’l-Artukıyye fi’l-Cezîre ve’ş-Şâm, Beyrut 1400/1980; Cl. Cahen, “Le Diyar Bakr au Temps des Premiers Urtukides”, JA, I/1, s. 219-227; Faruk Sümer, “Döğerlere Dâir”, TM, XI (1951), s. 139; Ali Sevim, “Temurtaş’ın Haleb Hâkimiyeti”, TTK Belleten, XXXV/100 (1961), s. 571-581; a.mlf., “Artukoğlu İlgazi”, a.e., XXVI/104 (1962), s. 640-691; a.mlf., “Artukoğlu Sökmen’in Siyasî Faaliyetleri”, a.e., XXVI/103 (1962), s. 501-520; a.mlf., “Artuklular’ın Soyu ve Artuk Bey’in Siyâsî Faaliyetleri”, a.e., XXV/101 (1962), s. 121-146; Carole Hillenbrand, “The Career of Najm al-Dın İl-Ghāzī”, Isl., sy. 58 (1981), s. 250-292; a.mlf., “The Establishment of Artuqid Power in Diyār Bakr in the Twelfty Century”, St.I, sy. 54 (1981), s. 129-153; M. Fuad Köprülü, “ArtukOğulları”, İA, I, 617 vd.; Cl. Cahen, “Artukids”, EI² (İng.), I, 662-667.

Coşkun Alptekin




Artuklu Sanatı. Artuklu sanatı, XII-XIII. yüzyıllarda Anadolu’nun güneydoğu bölgesinde gelişerek etkisini uzun süre devam ettiren bir Türk-İslâm sanatıdır. Bu sanat Artuklular’ın hüküm sürdükleri, Fırat nehrinin kolları arasında kalan coğrafî bölge ile el-Cezîre’de (Kuzey Mezopotamya), 1071’den sonra Türklüğün ve İslâmiyet’in yerleşmesine siyasî, askerî ve ekonomik faaliyetler kadar tesir etmiştir. Artuklu sanatını Artuklu siyasî tarihinde olduğu gibi bölgelere ayırarak incelemeye gerek yoktur. Çünkü bölgelere göre farklılıklar, küçük ayrıntılarda görülen bazı mahallî özelliklerden ibarettir.

Artuklu cami ve medreseleri, bu yapı tiplerinin erken devir Anadolu Türk sanatındaki gelişmeleri açısından önemli bir yere sahiptir. Mihrap önünde kubbesi bulunan, enine gelişmiş ana mekânlı ve geniş avlulu cami tipi, önce Artuklular’da kapalı bir bölge üslûbu olarak kalmış, fakat XIV. yüzyılın sonlarına doğru Beylikler döneminde tekrar ortaya çıkarak Anadolu mimarisini dolaylı biçimde etkilediğini ortaya koymuştur. 552 (1157) tarihli Silvan Ulucamii, enine dikdörtgen bir alanı kaplayan ve son araştırmalara göre bir avlunun güneyinde yer alması gereken kesme taştan bir yapıdır. Dört nefin üçünü mihrap önünde 13.50 m. çapındaki mukarnas tromplu kubbe keser. Üç yönde üçer kemer açıklığı ile yanlara bağlantısı bulunan bu kubbe, Büyük Selçuklular’ın İsfahan Cuma Camii’ndeki Melikşah’ın yaptırdığı kubbenin esaslarını tekrarlayan batıdaki ender örneklerdendir. Kuzey cephesinde görülen küçük nişlere sahip kabartma şeridi, içte de bazı yerlerde tekrarlanmıştır. Minaresindeki en erken tarihli kitâbenin 572 (1176-77) yılını gösterdiği Mardin Ulucamii, XIV. yüzyıla kadar devamlı değişikliğe uğramış olmakla birlikte avlusunun kuzeyinde yer alan çifte minaresi ve revaklı avlusu ile mihrap önü kubbeli cami tipinin diğer bir örneğini teşkil eder. Yavlak Arslan tarafından başlatılıp 601 (1204-1205) yılında kardeşi Artuk Arslan tarafından tamamlatılan Kızıltepe (Dunaysır) Ulucamii, Artuklu mimarisinin en önemli eseridir. Köşelerinde minarelerin yer aldığı geniş avlunun güneyine, yine enine oturtulan binanın üç nefinden ikisini mihrap önü kubbesi kesmektedir. Farklı şekillerde işlenmiş dört trompu ve kuzey cephesindeki zengin taş işçiliği gösteren avlu bağlantıları ile bir benzeri bulunmayan mihrabı çok ünlüdür. Harput’ta 551 (1156) yılına tarihlenen Ulucami, planlaması bakımından olduğu kadar tuğlanın geniş ölçüde kullanılması açısından da Büyük Selçuklular’ın 529 (1135) tarihli Zevvâre Cuma Camii’ne yakın özellikler gösterir. Büyük Selçuklu cami mimarisi ile Zengî sanatının kuvvetli tesiri altında Artuklu ustaların yaratma heyecanıyla meydana getirilen Artuklu camileri, Anadolu Türk mimarisinin âbidevî öncüleridir. Revaklı avlu, içten ve dıştan yapıya hâkim olan mihrap önü kubbesi, iç avlu, köşelere konulan minareler, zengin taş işçiliği ve örtülerde tuğla kullanılması gibi özellikler XII. yüzyıl içinde ilk defa bu yapılarda gerçekleştirilip XIII ve XIV. yüzyıllarda değişik ölçülerle devam ettirilmiştir.

Anadolu’da başlıca iki tipte gelişen medreselerin açık avlulu olanları da ilk defa Artuklular tarafından yapılmışlardır. XII. yüzyılın başlarında bir külliye halinde ortaya çıkan ve büyük kısmı bugün harap durumda bulunan Mardin Emînüddin Maristanı (bîmaristan) hastahane, hamam, medrese ve camiden meydana gelmektedir. XII. yüzyılın üçüncü çeyreğine ait iki katlı Mardin Hatuniye Medresesi, revaklı avluya sahip iki eyvanlı Anadolu medreselerinin en erken tarihlisi olarak günümüze ulaşmıştır. 595 (1198-99) tarihli Diyarbekir Zinciriye Medresesi ile aynı tarihte yapımına başlanan yakınındaki Ulucami’ye kuzeyden bitişik iki katlı Mesudiye Medresesi, revaklı avlulu ve kesme taş işçiliğiyle dikkati çeken ilk medreselerdendir. Bu gelişme XIII. yüzyılın ilk yarısında Mardin’deki Sultan Îsâ (Zinciriye) Medresesi ile Şehidiye Medresesi’nin büyük ölçülere varan planlamasında devam eder.


Bu yapılarda, Artuklu mimarisinde değişik bir biçimde ele alınan ve ilk kıpırtıları Diyarbekir Mesudiye Medresesi’nde görülen, tek avlu çevresinde uzaklaşmış medrese tasarımının ileri bir uygulaması ortaya çıkmaktadır. Medrese ile türbe ve mescidi ayrı avlular etrafında toplamak kaygısına katılan dilimli kubbeler, geniş cephe ve iç avlu gibi unsurlar, yakındaki Sultan Kasım (Kasımiyye) Medresesi’ni de etkilemiştir.

Artuklu sanatının en önemli yapılarından biri, Diyarbakır’da 1961-1962 kazılarıyla ortaya çıkarılmış olan saraydır. İçkale’de, Saraykapı adını taşıyan geniş kemerin yanında Toptepe mevkiinde bulunan sarayın, Artukoğlu el-Melikü’s-Sâlih Nâsırüddin Mahmûd b. Muhammed’in (1201-1222) zamanına ait olduğu kabul edilmektedir. Bu bina, kazılarla cehennemlik (hypocaustum) kısmı ortaya çıkarılan hamamı, Dicle’nin karşı kıyısındaki bir kaynaktan su getiren künk sistemi ve divanhanesi ile Evliya Çelebi’nin de önemine temas etmiş olduğu bir saray kalıntısıdır. Dört eyvanlı şemaya sahip olan saray divanhanesinin güney eyvanında yer alan zengin mozaik ve çini süslemeli bir selsebil, çini döşeli kanallarla eyvanların ortasındaki fıskıyeli ve yine gösterişli mozaik ve çinilerle kaplanmış sekizgen bir havuza ulaşmaktadır. Anadolu Türk mimarisinde ilk defa görülen renkli taş ve küp cam mozaikler geometrik motifler oluşturmakta, aralarında da balık ve ördek figürleri bulunmaktadır. Bu saray Mardin Firdevs, Rişmil, Hârizm, Harput ve Hısnıkeyfâ Artuklu sarayları içinde en iyi bilinenidir. Mardin’deki Firdevs Köşkü denilen saray kısmen ayakta ise de Rişmil ve Hârizm mevsimlik sarayları bugün ortada yoktur. Harput ve Hısnıkeyfâ kalelerindeki saraylar ise ancak kazılarla aydınlatılabilecek durumdadır.

Anadolu’daki ilk Türk hamamları da başlıcaları Mardin’deki dört hamam olmak üzere yine Artuklu dönemine aittir. Bağımsız bir mezar anıtına rastlanmayan Artuklu mimarisinde türbeler, genellikle medreselerin içinde tasarlanmıştır. Kaynaklardan, Artuklular’ın bazı han ve kervansaraylar yaptırmış oldukları öğrenilmekte, ancak ticaret yollarının emniyeti bakımından daha çok köprülere önem verdikleri anlaşılmaktadır. Hasankeyf’teki Dicle Köprüsü ile Diyarbakır-Bitlis yolu üzerindeki Batman Suyu (Malabadi) Köprüsü, tek gözlü büyük açıklık ve figürlü kabartmalarıyla, Diyarbakır-Eğil yolu üzerindeki Devegeçidi Suyu Köprüsü de çok gözlü yapısıyla belli başlı örneklerdir. Kartal ve arslan kabartmaları kadar kitâbe kuşakları ile de dikkatleri çeken Diyarbakır surlarındaki Ulu Beden ve Yedi Kardeş burçları, askerî mimari konusunda Artuklular’ın ulaştığı noktayı gösteren en önemli kalıntılardır. Artuklu yapılarında çok sayıda usta ve mimar adına rastlanmaktadır. Îsâ Ebû Dirhem, Ca‘fer b. Mahmûd, Osman b. Takak, İbrâhim b. Ca‘fer, Yahyâ b. İbrâhim es-Sarafî devrin mimarisini yönlendiren ustaların bugüne adları ulaşabilenleridir. Kitâbelerde Sultan el-Melikü’s-Sâlih Mahmud’un “tersîm”inden bahsedilmiş olması da Artuklu mimarisinin bölgede kurmuş olduğu kuvvetli üslûp ve geleneğin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Yapılardaki taş süslemeler ve figürlü plastik yanında Artuklu sikkelerinde de özellikle kartallı armalar ve insan figürleri görülmektedir. Genellikle Oğuzlar’ın Kayı boyu damgasını kullanmış olan Artuklular, bu soyut sembolün yanında figürlü kabartmaları da kullanmışlardır. Artuklu tasvir sanatında, Diyarbakır Sarayı’nda yazılmış ve resimlenmiş olan Cezerî’nin ünlü “otomatlar” kitabı Kitâb fî maǾrifeti’l-hiyeli’l-hendesiyye de minyatür tekniğinde yapılmış bol sayıdaki krokileriyle önemli bir yer tutmaktadır. Artuklu maden sanatı, Türkiye ve dünya müzelerine dağılmış XIII. yüzyıla tarihlenen ve “Artuklu bölgesi eserleri” diye tanımlanan kakma maden işleri, çeşitli tekniklerle meydana getirilmiş ünlü kapı tokmakları, aynalar, taslar ve güğümlerle tanınmaktadır. Bu eserlerde Musul, Atabegler ve Selçuklu maden üslûplarına yakın benzerlikler görülür. Bu dönemin çini sanatı hakkında Diyarbakır Sarayı’nda bulunan çiniler bir dereceye kadar fikir vermektedir. Seramik hakkında ise devam etmekte olan Samsat kazılarının aydınlatıcı olacağı anlaşılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Gabriel, Voyages; Doğan Kuban, Anadolu Türk Mimarîsinin Kaynak ve Sorunları, İstanbul 1965; Oktay Aslanapa, “Die Ausgrabung des Palastes von Diyarbakır”, Atti del Secondo Congresso Internationale di Arte Turca. Venezia 1963, Napoli 1965, s. 13-31; a.mlf., Türk Sanatı, İstanbul 1973; a.mlf., “Diyarbakır Sarayı Kazısından İlk Rapor”, Türk Arkeoloji Dergisi, XI/2, Ankara 1962, s. 10 vd.; Metin Sözen, Diyarbakır’da Türk Mimarîsi, İstanbul 1971, s. 225-228; Ara Altun, Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi, İstanbul 1978; Gönül Öney, Anadolu Selçuklu Mimarisinde Süsleme ve El Sanatları, Ankara 1978; Ülker Erginsoy, “Maden Sanatı”, Anadolu Selçuklu Mimarisinde Süsleme ve El Sanatları [Gönül Öney], Ankara 1978, s. 153-179; a.mlf., “1978-1979 ve 1981 Yılı Samsat Kazılarında Bulunan İslam Devri Buluntularıyla İlgili İlk Haber”, Arkeoloji-Sanat Tarihi Dergisi, I, İzmir 1982, s. 71-81.

Ara Altun