ARÎF

Ǿالعريف

Sivil veya askerî bir topluluğun başında bulunan kimseye verilen unvan.

Arîf (çoğulu urefâ), sözlükte “bilen kimse” demektir. Kelimenin idarî-askerî bir terim olarak kullanılması muhtemelen, arîflerin başında bulundukları topluluğun durumunu bilmeleri ve gerektiğinde âmirlerine o konuda bilgi vermeleri sebebiyledir (bk. Abdülhay el-Kettânî, I, 235).

Câhiliye Arapları’nda on veya daha çok kişiden oluşan askerî birlik kumandanına arîf denmekteydi. Hz. Peygamber’in Akabe biatları sırasında Medineli on iki kabileye tayin ettiği nakiblerin emir ve idaresi altında arîfler de bulunmaktaydı. Hicrî 8. yılda meydana gelen Huneyn Savaşı’nda Hz. Peygamber’in her on kişiye bir arîf tayin ettiği de bilinmektedir (bk. Şâfiî, IV, 81; İbn Kudâme, IV, 417). Resûlullah dönemindeki uygulamadan anlaşıldığına göre arîf sadece bir kumandan değil, idare ettiği topluluğu diğer işlerinde de temsil eden bir kimsedir. Nitekim Hevâzin esirleri meselesinde, aileleri ve kabileleri temsil eden kimselere ilgili hadislerde arîf denmiştir (bk. Buhârî, “Itk”, 13; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 121; Müsned, IV, 327). İbn Hacer, Cündeb b. Nu‘mân el-Ezdî müslüman olunca Hz. Peygamber’in onu kavmine arîf olarak tayin ettiğini kaydetmektedir (bk. el-İsâbe, I, 262; II, 186). Arîflerin sorumlulukları ve yaptıkları işlerle ilgili çeşitli hadisler vardır (bk. Wensinck, MuǾcem, “arîf” ve “ırâfe” md.leri).

Gerek Hulefâ-yi Râşidîn gerekse Emevîler ve Abbâsîler döneminde de on kişilik askerî birliğin kumandanı olarak arîf unvanına sıkça rastlanmaktadır. Taberî, Hz. Ömer’in Kadisiye Savaşı’ndan sonra askerî teşkilâtta bazı düzenlemeler yaparak orduyu birliklere ayırdığını ve daha önceki devirlerde olduğu gibi her birliğin (el-ırâfe) başına bir arîf tayin ettiğini kaydeder. Endülüs Emevîleri’nde ise değişik hükümdarlar zamanında kırk veya 100 kişilik birliğe kumanda eden kimseye bu unvanın verildiği görülmektedir. Ayrıca, I. Abdurrahman zamanında zencilerden meydana gelen askerî birliğin kumandanlığına “ırâfetü’s-sûd” denmekteydi. XI. yüzyılda İşbîliye’de, hükümdarın askerleri teftişi sırasında safların düzenini sağlamaya memur edilen kimseye de arîfü’ş-şurta deniyordu. Bu birlik kumandanı olarak arîfin sadece savaşta askerlerine kumanda etmekle kalmayıp onlara ve ailelerine maaşlarını dağıttığı ve bunları bir deftere kaydettiği, ayrıca kumandası altındaki askerler arasında meydana gelen anlaşmazlıklarda hakemlik görevini de yürüttüğü bilinmektedir. Irak ve Suriye ordularında bu kelime onbaşı anlamında hâlâ kullanılmaktadır.

Bu askerî görevlerin dışında arîflerin bazı sivil görevlerde çalıştırıldıkları da görülmektedir. Hz. Ömer devrinde ilk defa divan teşkilâtı kurulmaya başlanınca her divanın başına bir arîf getirilmiştir. Arîflerin zekât işlerinde çalıştırıldıkları da bilinmektedir. İmam Şâfiî, zekâtın dağıtılması konusunu ele alırken zekât toplayan memurlara yardımcı olarak arîflerden söz etmektedir (bk. el-Üm, II, 61, 72, 74). Bunun yanında Hz. Ali zamanında arîflerin maaş işlerinde çalıştırıldıkları, çeşitli gelirlerden faydalanacak kimseleri tesbit edip ilgililere haber


verdikleri, divanlar tarafından halka ödenen maaşları dağıttıkları da kaynaklarda zikredilmektedir. Kalkaşendî’ye göre vergi tahsilinde arîfleri ilk defa Ziyâd istihdam etmiştir (bk. Subhu’l-aşâ, I, 424).

Arîflere ait çok çeşitli görevler arasında yetim mallarının vasîliği de vardır. Kindî, Emevîler zamanında Mısır’da kadılık yapan Abdurrahman b. Muâviye’nin 86 (705) yılında yetim mallarını kabilelerin arîflerine teslim ettiğini ve onları bu malları korumakla görevlendirdiğini nakletmektedir (bk. Kitâbü’l-Vülât ve Kitâbü’l-Kudât, s. 325). Ayrıca zimmî*lerle ilgili bir arîflikten de kaynaklarda söz edilmektedir.

Esnaf teşkilâtlarının başında bulunan kimseler için de arîf veya emin terimleri kullanılıyordu. Genellikle Ortaçağ İslâm şehirlerinde her esnaf teşkilâtına bir sokak tahsis edilmiş bulunduğundan bu teşkilâtın başındaki kimseye arîf, arîfü’s-sûk veya şeyhü’s-sûk adı verildiği görülmektedir. Bütün bunlara ilâve olarak arîf kelimesinin mimarlar, kabilelerin ileri gelenleri ve talebelere derslerini müzakere ettirmekle görevli sınıf mümessilleri için kullanıldığı da bilinmektedir. Bu yönüyle arîfler, muhtesib*lerin yardımcısı olarak görev yapmış olmalıdırlar. Mahkemelerde düzeni sağlayan kimselere sâhibü’l-meclis, cilvâz ve şurtî gibi çeşitli adlar yanında arîf de denmekteydi. Ayrıca geceleri şehrin emniyetini sağlamaktan sorumlu bulunan ve bazı yörelerde sâhibü’l-medîne veya sâhibü’l-ases adı verilen görevliler için Kayrevan ve Tunus’ta arîf unvanı kullanılıyordu (Abdülhay el-Kettânî, I, 292).

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “arefe” md.; Wensinck, MuǾcem, “arîf” ve “ırâfe” md.leri; Müsned, IV, 327; Buhârî, “Itk”, 13; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 121; Şâfiî, el-Üm, II, 61, 72, 74; IV, 81; Taberî, Târîħ (de Goeje), I, 2224, 2496; III, 1799; Ebû Ömer el-Kindî, Kitâbü’l-Vülât ve Kitâbü’l-Kudât (nşr. R. Guest), Leiden 1912, s. 325; Mâverdî, el-Ahkâmü’s-sultâniyye, Kahire 1909, s. 30; İbn Mâze, Şerhu Edebi’l-Kadî (nşr. Muhyî Hilâl es-Serhân), Bağdad 1977-79, II, 79; İbn Kudame, el-Mugnî, Kahire 1327, IV, 417; Kalkaşendî, Subhu’l-aşâ, I, 424; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 262; II, 186; Aynî, Umdetü’l-karî, İstanbul 1308-11, XIII, 237; XXIV, 254; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, I, 235-236, 292; Hamîdullah, İslâm Peygamberi (İstanbul 1969), II, 183, 187, 238; Fahreddin Atar, İslâm Adliye Teşkilâtı, Ankara 1978, s. 142; M. Fuad Köprülü, “Arîf”, İA, I, 563-564; Saleh A. el-Ali # Cl. Cahen, “Arîf”, EI² (Fr.), I, 649-651.

Fahrettin Atar