ANTAKYA

Akdeniz bölgesinde Hatay ilinin merkezi olan şehir.

Kızıldeniz’den başlayan Şeria nehri yatağı ve Âsi nehri yatağı ile Güney Anadolu’ya uzanan çöküntüde Âsi nehri kıyısında, denizden 440 m. yüksekliğindeki Habîbünneccâr dağının eteklerinde yer alır. İlkçağ’larda ve özellikle RomaBizans imparatorlukları döneminde Akdeniz havzasının en büyük şehirlerinden biri, olimpiyat oyunlarının düzenlendiği, kalabalık nüfuslu, 12 km. uzunluğunda muazzam surları bulunan önemli bir ticaret ve sanayi merkezi olarak dikkati çeker. Kur’ân-ı Kerîm’de iki yerde, “karye” ve “medîne” kelimeleriyle (el-Kehf 18/77, 82; Yâsîn 36/13, 20) bu şehre işaret edildiği söylenmektedir (bk. Kurtubî, XI, 24; XV, 14; Elmalılı, V, 3267; VI, 4015, 4017). İslâm öncesi dönemde Antiochia olarak geçen şehrin ismi İslâmî dönemde Antâkiye (ÂiKEğU∆A) şekline dönüşerek bu güne ulaşmıştır.

İslâm Öncesi Dönem. Antakya yöresinde Yontma Taş devri ortalarına ait bazı kalıntılar bulunmuş, Amik ovası tümülüslerinde milâttan önce 8000 yıllarına ait yerleşme izleri tesbit edilmişse de, antik Antakya’nın sellerin sürüklediği döküntülerin altında 11 m. kadar derinlikte gömülü olması sebebiyle, burada henüz çok eski yerleşme izlerine rastlanamamıştır. Şehrin kuruluşu İskender zamanına kadar gider ve efsaneler içine karışır. Ancak şehri asıl kuran ve ismini veren kişi, İskender’in ölümünden sonra imparatorluğu paylaşan kumandanlarından Seleukos’tur. Seleukos, rakibi olan ve payına Frigya ile Anadolu düşen İskender’in diğer kumandanlarından Antigonos’u yendikten sonra, onun Samandağı’nda kurduğu şehirle Amik gölü güneyinde inşa edip kendi adını verdiği şehri yıkıp yerlerine Samandağı’nda Selucia Pieria ile babası Antiochos adına Antiochia’yı kurdu. Seleukos, ayrıca bu sonuncu adı taşıyan en az on altı şehir daha kurduğu için burası Âsi üzerindeki Antiochia veya Defne yakınındaki Antiochia şeklindeki tariflerle diğerlerinden ayrılırdı. Seleukos’un ölümünden sonra onun yerine geçen halefleri tarafından Selevki Devleti’nin (Seleukoslar) başşehri haline getirilen Antiochia, Âsi nehrinin sol yakasında dağ ile ırmak arasında uzun dikdörtgen şeklinde bir şehirdi. Bugün Âsi’ye paralel olarak uzanan ve şehrin ortasından geçen cadde (Suveyka), o sıralarda sur dışında kalıyordu. İki mahalleden oluşan şehrin Halep yoluna doğru olan kısmında Makedonyalılar ve Yunanlılar, güneybatı tarafında


ise yerli halkla bir miktar yahudi oturuyordu. Nehir yatağı içindeki ada II. Seleukos tarafından milâttan önce 236’da imar edilerek üçüncü bir iskân mahalli daha oluşturuldu. Bugün hâlâ ada diye bilinen bu yer, zamanla, etrafından dolaşan nehir kolunun dolmasıyla kenara bitişmiş olmalıdır. III. Antiochos (m.ö. 227-187) adayı surla çevirdi. Ayrıca bu sırada, Roma’ya yenilen Hannibal şehre gelerek onu savaşa ikna etmeye çalıştı. Büyük Antiochos diye bilinen bu hükümdar zamanında şehirde bir kütüphane kurularak başına Eğribozlu şair Euphorion getirildi. Şehrin asıl büyük gelişmesi, Epiphanes lakabıyla şöhret kazanan IV. Antiochos zamanında (m.ö. 175-163) gerçekleşti; böylece Antiochia yeni bir imara sahne oldu, sur dışındaki cadde ile dağ arasında kalan kesimde onun lakabıyla anılan (Epiphania) dördüncü bir mahalle kuruldu. Antiochia dört mahalleli (tetropolis) şehir oldu. IV. Antiochos gençliğinde Roma’da rehine olarak kaldığından Antiochia’da Roma gelenek ve âdetleri yaygınlık kazandı. Bu sıralarda şehirde Âsi’ye boşalan bir kanalizasyon şebekesi tamamlandığı gibi ayrıca Defne’den şehre kemerlerle su getirildi. Başşehir olması dolayısıyla serbest bir idareye sahip olan şehirde belediye adına bronz para, hükümdar adına gümüş para basılmaktaydı.

IV. Antiochos’un ölümünden sonra sarsıntı geçiren Selevki Devleti, bir ara Ermeni Tigrans’ın ve milâttan önce 69’da Roma’nın egemenliği altına girdi. Ancak Roma bir süre Selevkiler’i uydu devlet olarak tutmayı uygun gördü. Bu sırada şehirde bir İtalyan kolonisi bulunuyordu. Defne-Antiochia arasında yazlıklar ve villalar yaptırıldı, ayrıca bu dönemde adada bir de sirk kuruldu. Milâttan önce 64’te Pompei şehre girince Selevki Devleti’ne son verilerek doğrudan Roma hâkimiyeti tesis edildi. Pompei şehir halkına bazı imtiyazlar tanıdı, halkı yönetime ısındırmak için milâttan önce 69’daki zelzelede harap olan şehri onarttı. Böylece şehir Roma’nın Suriye eyaletinin merkezi haline geldi. İç savaşlar sırasında şehir halkı Pompei’ye karşı Sezar’ın tarafını tuttu. Buraya gelen ve dokuz gün kadar şehirde kalan Sezar halkın imtiyazını yeniledi, yukarı mahallelere su getirtti, bir anfiteatr yaptırttı. Onun ölümünden sonraki iç savaşta, milâttan önce 40-39 yıllarında Antiochia kısa bir müddet Partlar’ın hâkimiyeti altına girdi. Roma’da ilk imparatorlar devrinde şehirdeki imar faaliyetleri devam etti. Tiyatrolar yapıldı ve bunlar nüfus artışı sebebiyle zaman zaman genişletildi, sirk ve hipodrom onarıldı, eyalet merkezi olduğu için yeni hükümet binaları inşa edildi. Milâttan sonra 35’te depremle sarsılan şehir, Claudius (4154) zamanında ve ardından 115’te şiddetli zelzeleyle tekrar tahrip olduysa da derhal imar edildi. Romalılar ayrıca şehir surlarını da genişlettiler; özellikle imparator olmadan önce burada bulunan Tiberius surları büyüttü. Sur içi kuzeydoğuda Soğuksu adlı yerden başlıyor ve şimdiki jandarma kışlasının bulunduğu sel yatağına kadar uzanıyordu. Surlar, güney tarafta Habîb en-Neccâr’ın ibadete çekildiği mağara dolayısıyla bu isimle anılan üç bölüm gibi görünen dağın tepelerinden dolaşarak yamaçtan dik bir inişle Parmenius (Hacıkrüş) denilen sel yatağına inip tekrar dik bir yamacı tırmanarak kuzeydeki kitle olan Silpius (Habîbünneccâr dağının İlkçağ’lardaki adı) tepesine yükseliyordu. Silpius kitlesinin vadiye bakan yamacında St. Pierre’in ibadet ettiği kilise-mağara vardı; mağaranın ön yüzü Haçlılar zamanında gotik bir tarzda örülmüştü. Bunun sol tarafındaki kayada bulunan ve Charnion denilen kabartma heykel, şehri vebaya karşı korumak için yapılmış bir tılsımdı. Şehir ortalama 1.5 km. eninde ve 3.5 km. boyunda idi ve bugünkü sur içi şehrin beş katıydı.

I. Sapur zamanında 256-260 yıllarında Sâsânîler tarafından zaptedilen ve halkı İran’a sürülerek Cündişâpûr’a yerleştirilen Antiochia’yı Palmira (Tedmür) Emîri Odena (Uzeyne) geri aldı. Odena’nın ölümünden sonra eşi Zenobia (Zeyneb) Suriye’de bir fırsatı değerlendirip müstakil bir devlet kurmak istediyse de esir edilerek Roma’ya götürüldü. Antiochia Hıristiyanlık tarihinde önemli bir yere sahiptir. Kudüs’e yakın büyük ve zengin bir yerleşim merkezi olması, Anadolu ve Yunanistan’a uzanan yolların kavşağında bulunması sebebiyle Kudüs’ten gönderilen havâriler burada toplanıyorlar ve Hıristiyanlığı yaymak üzere Anadolu’ya ve Yunanistan’a gidiyorlar, dönüşlerinde yine buraya geliyorlardı. Şehir Kudüs’ün tahribinden sonra Hıristiyanlığın merkezi oldu. Burada çeşitli ayrılıkçı mezhepler doğdu; hatta kendilerine, “gentile” dedikleri halktan ayırmak için “hıristiyan” adını vermeleri ilk defa burada gerçekleşmişti. Yahudi cemaatinden olmayanlar arasında Hıristiyanlığın yayılması da yine bu şehirde başladı. IV. yüzyılda metropolitlik, V. yüzyılda patriklik merkezi oldu. Hatta Antakya patrikliği İstanbul ve İskenderiye patrikleri seviyesindeydi. Bugün Katolik ve Ortodoks muhtelif cemaatlerin Antakya patrikleri bulunmakla beraber bunların hiçbiri Antakya’da oturmamaktadır. İznik Sinodu (din işleri kurulu) öncesinde de şehirde defalarca sinodlar toplanıp dinî kararlar almışlardır.

Bizanslılar zamanında da önemini koruyan Antiochia İran seferleri için bir üs olarak kullanıldı. 525’te yanan, 526’da da depremle sarsılan şehir 528’de büyük bir zelzeleye daha mâruz kaldı; halkın çoğu öldü, şehir tamamıyla harap oldu. Ardından 540’ta Enûşirvân şehri alarak yağmaladı, her tarafı ateşe verdi, halkını İran’a göç ettirdi. 542’de veba salgını, 551, 557 ve 577’de de depremler şehri tekrar sarstı. Ada 458 zelzelesinde yıkılmış ve terkedilmişti. 611-628 yıllarında tekrar Sâsânîler’in işgali altında kaldı. Hatta Suriye’yi kurtarmak üzere harekete geçen İmparator Herakleios 622’de şehir surları önünde mağlûbiyete uğradı. 628’de İran kuvvetlerince boşaltılan şehir bundan sonra antik hüviyetini kaybetmeye başladı ve yeni bir döneme girdi.


İslâmî Dönem. İranlılar tarafından boşaltıldıktan sonra yeniden Bizans hâkimiyetine giren Antakya, Bizans kuvvetlerinin 636’da İslâm orduları karşısında yenilgiye uğradığı Yermük Savaşı’nın ardından Ebû Ubeyde b. Cerrâh idaresindeki İslâm kuvvetleri tarafından kuşatıldı. Kuşatma uzun sürdü, Hz. Ömer’in tavsiyesi üzerine şehre zarar verilmemek maksadıyla çatışmaya girilmedi, nihayet halkın bir dinar ve bir cerîb (hububat ölçeği) cizye ödemesi şartıyla şehir teslim oldu (638). Ebû Ubeyde’nin ayrılması üzerine şehir halkı ayaklandıysa da İyâz b. Ganm ve Habîb b. Mesleme’nin gönderilmesiyle şehir eski antlaşma üzerinden yeniden itaat altına alındı. Bir başka ayaklanma da Amr b. Âs tarafından bastırılmıştı. Fetih sonrası muhtemelen şehrin nüfusu azaldı. Bir kısım halk şehri terketti. Hatta bu sebeple şehrin yeniden iskânı için faaliyette bulunuldu. Nitekim Belâzürî, Muâviye’nin Antakya’ya kırk iki cemaat yerleştirdiğini belirtir (İbnü’l-Adîm, s. 145). Ayrıca yine Muâviye ve Velîd b. Abdülmelik dönemlerinde buraya nüfus nakli yapıldı. Antakya İslâm hâkimiyetinde bir serhat şehri (sagr) özelliğini kazandı, bir askerî üs ve meydana gelebilecek saldırıları durduracak savunma noktası haline geldi. Abbâsîler döneminde Kilikya’nın merkezi oldu. Me’mûn ve Mu‘tasım zamanlarında bölgeye Türk idareciler gönderildi. IX. yüzyılda Abbâsî Devleti’nin gerilemesi üzerine şehir 877’de Ahmed b. Tolun’un idaresi altına girdi, ardından da İhşîdîler’in eline geçti. Daha sonra, hâkimiyetlerini Kuzey Suriye ve Kilikya’ya kadar uzatan Hamdânoğulları’ndan Ebü’l-Ali Hasan (Seyfüddevle) 944’te Antakya’yı aldı. Fakat Bizans İmparatoru II. Nikephoros Phokas Suriye’ye açtığı bir sefer sırasında 968’de şehri almayı başardı. Onun yerine geçen ve faaliyetlerini Suriye ve Filistin’e kadar uzatan Jean Tzimiskes Antakya Kalesi’ni yeniden tahkim ettirdi. Şehir 1084 yılına kadar bir asırdan fazla Bizans hâkimiyetinde kaldı. Bu dönemde şehrin ticarî önemi sürdü. Bizans’ın ham ipeği, ipekli kumaşları, diba, keten bezleri, ehil hayvanları Halep’e gönderiliyor, Uzakdoğu malları da Basra ve Fırat üzerinden şehre geliyordu. Bizanslılar tarafından ticarî imtiyaz tanınan Venedikli tüccarlar da Antakya’da ticaret yapıyorlardı.

Antakya daha sonra bölgede faaliyet gösteren Selçuklular’ın akınlarına hedef oldu. 1075 yılı sonları ile 1076 başlarında Kuzey Suriye’de görünen Kutalmışoğlu Süleyman Şah Halep, Selemiye ve Antakya’yı alma teşebbüsünde bulundu. Antakya Kalesi’ni kuşattı ise de 20.000 altın ödenmesi şartıyla bir süre sonra kuşatmayı kaldırdı. 1083’te Alparslan’ın oğlu Tutuş Antakya üzerine yürüdü, ancak şehri alamadı. Bu sırada Musul Ukaylî Emîri Şerefüddevle Müslim’e haraç ödeyen Antakya’yı Bizans adına Ermeni Philaretos Brachamios idare ediyordu. Hatta Bizans’ın zaafından istifade ile Maraş, Urfa, Malatya ve Sümeysât’ı (Samsat) ele geçirerek müstakil bir devlet kurmuştu. Ancak kısa bir süre sonra 12 Aralık 1084’te Kutalmışoğlu Süleyman Şah şehri ele geçirdi, bir müddet direnen kale ise 12 Ocak 1085’te düştü. Süleyman Şah şehir halkına iyi davrandı, Mar Cassianus Kilisesi’ni camiye çevirdi; buna karşılık iki yeni kilise yapılmak üzere bir araziyi hıristiyan halka tahsis etti. Onun Antakya’yı alması üzerine Ukaylî Emîri Müslim harekete geçip Antakya üzerine yürüdü ise de yapılan savaşta mağlûp oldu. Süleyman Şah’ın ölümünden sonra Melikşah buraya Yağısıyan’ı tayin etti (1087). Haçlı orduları 21 Ekim 1097’de şehir önlerine geldiklerinde Yağısıyan Antakya emîri bulunuyordu. Şehir Haçlılar’a 3 Haziran 1098’e kadar direndiyse de Yağısıyan’ın kumandanlarından Fîrûz’un ihaneti sonucu zaptedildi, şehir halkı kılıçtan geçirildi. Kuşatmaya yardımcı olan Cenovalılar’a burada bir çarşı, otuz kadar ev, bir kilise, bir çeşme verildi. Haçlılar zamanında Antakya Antikçağ’daki gibi kuzey tarafa doğru gelişmişti. Soğuksu’dan Hacıkrüş ve onun biraz berisindeki bugünkü yerleşme yerine doğru uzanıyordu. Antik dönemde Parmenius adıyla bilinen sel yatağı Hacıkrüş, Haçlılar zamanında Onoptiktes (Eşekboğan) adıyla anılıyordu. Muazzam surlarda ise bu döneme ait beş kapının adı bilinmektedir. Bunlar kuzeyde St. Paul (Bâb Bulus), Hacıkrüş’te Küçük Demirkapı, Âsi üzerinde Köprü Kapısı, güneyde St. Georges (Bâb Curcus), yerleri belirlenemeyen Porte de Jardins (Bahçeler Kapısı, Bâbü’l-cenâyin) ve Porte du Chien (Köpek Kapısı) idi. Ayrıca bu sırada ismen bilinen beş mahallesi kuzeyde St. Paul, merkeze yakın Amalfililer ve Pizalılar’ın oturduğu St. Sauveur, yerleri belli olmayan Panticellos ve St. Thomas idi. Arap ve Batı kaynaklarında bir “su şehri” olarak anlatılan Antakya Batı ile olan ticarette önemli bir mevkiye sahip oldu. O sırada güçlü bir İslâm devletinin olmayışı, siyasî parçalanma Bizanslılar’ın ve Haçlılar’ın uzun süre buraya hâkim olmalarını sağladı. Moğol istilâsı sırasında Antakya herhangi bir saldırıya uğramadı, hatta Moğollar’ın korkusundan şehre birçok hıristiyan ve müslüman sığındı, nüfus bu yüzden artış gösterdi. Haçlılar Antakya’yı bir prenslik haline getirerek Rober Guiscard’ın oğlu Bohemund’a vermişlerdi. 1268’e kadar buraya birçok Haçlı sülâlesi hükmetti. Bu son tarihte, Kuzey Suriye’deki hıristiyan hâkimiyetine son veren Memlük Sultanı Baybars Antakya’yı kuşatma altına aldı. 18 Mayıs 1268’de yapılan bir genel hücum sonunda surlardan içeri girildi, şehir mücadele ile alındığı için yağmaya izin verildi, ayrıca vaktiyle Haçlılar’ın yaptığı gibi halkın çoğu kılıçtan geçirildi, bir kısmı esir alındı. Şehir ateşe verildi ve tahrip edildi. Bundan sonra Antakya bir daha eski şaşaasına ulaşamadı. Bu büyük tahribat muhtemelen, şehrin Batı dünyasının doğudaki önemli bir siyasî ve iktisadî merkezi, Hıristiyanlığın yayıldığı yer olması özelliklerinden dolayıdır. Baybars büyük bir ihtimalle şehrin hıristiyan dünyasındaki bu imajını yıkmak istemiş olmalıdır. İslâm âleminde Halep’e önem verilmiş ve ticaret yolları burada düğümlenmiş olmasına rağmen Batılılar, Haçlılar’ın doğudan sökülmesinden sonra Memlükler’le ticaret yaparak iktisadî bakımdan kalkındırmamak için ticaret yollarını Ayas’tan Anadolu’ya çevirdiler. Baybars yıktığı şehri sonradan kısmî de olsa imar etti. Zira bunu gösteren ve Baybars’ın bir vakfiye düzenlediği Cündî Hamamı bugün de mevcuttur. Yine ilk Osmanlı tahrir*inde yer alan camilerin Memlükler zamanına ait olması mümkündür. Eski Antakya’dan ise sur kalıntıları, St. Pierre mağara kilisesi ve bunun solunda bulunan Charnion kabartma heykelinden başka bir şey kalmamıştır.


Osmanlı Dönemi. Antakya, Memlük idarî taksimatında Suriye niyâbetini oluşturan vilâyetlerden Halep nâibliğine bağlıydı. Osmanlılar’ın bölgeyi fetihleri sırasında ise bu durumunu koruyordu. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine geçen Antakya (1516), Halep eyaletinin sancaklarından birini teşkil etti ve bu sancağın merkezi oldu. XVI. yüzyılda Antakya şehrinin Halep vilâyetiyle birlikte defalarca sayımı yapıldı. Bu tahrirlere göre şehrin nüfusunda 1527’den 1589’a kadar büyük bir değişme olmadı. 1527’de şehir 1006 hane, 131 mücerred (bekâr) 1537’de 1196 hane, 265 mücerred; 1552’de 1087 hane, 395 mücerred; 1570’te 1074 hane, 387 mücerred; 1589’da ise 1064 hane, 511 mücerred nüfusa sahipti. Bu rakamlara göre evli (hane) nüfus nisbetinde 1537 yılı hariç büyük bir artış olmadığı, mücerred nüfusta az bir artış meydana geldiği anlaşılmaktadır. Mahalle sayısı ise yirmi iki yirmi dört arasında değişmekteydi. Bunlardan Debbûs (Dörtayak), Haraccı Bekir ve Hallâbünnemle (Basaliye) mahalleleri Osmanlı fethinden sonra kurulmuştu. Bugün birçoğu unutulan, bir kısmının da adı değişen mahalleler arasında Dörtayak, Habîbünneccâr, Kastal, Şirince Pınar, Meydan, Mahsen, Câmi-i Kebîr adları hâlâ bilinenleri teşkil eder. Diğer mahalleleri ise Cülâhân, İmranoğlu, Keşkekoğlu veya Habîbünneccâr, Şönbikoğlu, Saha, Paşa, Mukbil, Sofular (Sûfiyân-ı Şeyh Alî-yi Halvetî), Şeyh Hamza (Bıçakçılar), Süveyka-yı İbn Hümmara, Şeyh Kasım, Kanavâtî, Sarı Mahmud, İbn Seb‘ (Gelik ?), Zeytinoğlu adlarını taşımaktaydı. XVI. yüzyıl boyunca bunların en kalabalıkları Habîbünneccâr (Keşkekoğlu), Cülâhân, Dörtayak, Kanavât ve 1552’den sonra adına rastlanmayan Haraccı Bekir mahalleleriydi. Bütün bu mahalleler sur içinde yer alıyor, XIX. yüzyıl ortalarına kadar sur dışında pek mahalle bulunmuyordu. 1838’de Antakya’yı gezen M. Georges Robinson, sadece köprünün diğer yakasında adı dahi olmayan bir mahalleden bahseder. Burası vaktiyle Selâmet mahallesi denen bugünkü Cumhuriyet mahallesidir.

XVI. yüzyılda gayri müslim nüfusu bulunmayan Antakya önemli bir geçit mevkii durumundaydı. Nitekim köprü başında giren ve çıkan mallardan bac vergisi alınıyordu ve bu vergi XVI. yüzyıl başlarında 4500 akçe iken daha sonra 12.000 akçeye yükselmişti. Ayrıca şehirde, alınan vergilere göre, at ve esir pazarı, mezbaha, boyahane, tabakhane, başhane (hayvan başlarının satıldığı yer) ve iplik pazarı bulunuyordu. Yine ham bez tellâllığı, sade yağ, pekmez, bal, incir, pirinç ve hububat kapanı, kara gümrüğü, ipek dolabından da vergi alınıyordu. Halep’ten şehre gelen yahudi ve hıristiyanlar dolayısıyla meyhane resmi tahsil ediliyordu. XVI. yüzyılda Antakya’da Meydan Hamamı, Cündî Hamamı, Beyseri Hamamı ve Mehmed Paşa vakfı bir diğer hamam daha bulunuyor, ayrıca şehir içinde ve Âsi nehri üzerinde çeşitli değirmenler yer alıyordu. Değirmenlerin bir kısmı Memlük döneminden kalmaydı. 1570 tahririne göre Antakya’da bir bedesten vardı ve bu yapı içinde 101, dışında da iki dükkâna sahipti. İbn Debbûs mahallesinde ise alt katında yirmi sekiz, üst katında yirmi iki oda ve iki dükkân bulunan bir han vardı. Câfer Ağa vakfı olan Hân-ı Sebîl, yolcu ve hacıların yanı sıra devlet memurlarının da kaldığı oldukça lüks bir konaklama yeriydi. Ayrıca şehirde Cebel-i Ahmer’deki (Kızıldağ) karlıklardan getirilen buz ve kar da satılıyor ve geniş bir alıcı kitlesi buluyordu. Şehir etrafındaki köylerde ise pirinç ziraatı önem kazanmıştı. XVII. yüzyılın sonlarında Antakya’da vakıfları olan cami ve mescid sayısı yirmi sekize ulaşıyordu. Bunlar arasında Habîb Neccâr Camii ve Zâviyesi, Câmi-i Kebîr, Erdebilî Camii, İbn Sûfî Mescidi, Kubbeli Mescid, Yûnus Fakih Camii ve Saru Mahmud, Şönbik, Debâğa (Tabakhâne), Kastal, Meydan, Mukbil, Şuğurluoğlu, Numan, Ağca, Hamamcıoğlu ve Şeyh Necm, Şeyh Haliloğlu, Basaliye ve İmaran gibi bazıları mahalle ismi taşıyan mescidler sayılabilir. Ayrıca Kapıağası Câfer Ağa Muallimhanesi, Fârisiye Medresesi, Ömer b. Ya‘kub b. Ahmed b. Mansûr’un Gaziliye Berrâniye Buk‘ası, Meydan’da Mağribiye Zâviyesi bulunuyordu.

Antakya’da 1710’da yapılan bir sayımda şehirde çeşitli işlerle uğraşan 1161 esnaf ve bunun dışında 2332 erkek nüfus tesbit edilmişti. Esnaf grupları arasında 293 kişi ile cülâhlar (çulha) başta geliyordu, ayrıca 106 kefşger (ayakkabıcı), otuz dokuz yapı ustası, kırk debbağ, altmış bostancı, altmış sekiz ekmekçi, on yedi çıkrıkçı, otuz üç kasap, on saraç, otuz bakkal, on altı terzi, on üç attar, yirmi yedi kazancı ve kalaycı, on beş kuyumcu bulunuyordu. Bunlar mahallî ihtiyaçları karşılayacak sayıdaydı. Önemli bir ihracat maddesi olan mavi boyalı bezleri özellikle Marsilya’da fakir halk tarafından çok aranıyordu. İplik pazarı havlucu esnafının yeri idi. Aba, kilim dokumacılığı, keçi kılından heybe ve hurç imalâtı yaygındı. Ham ipek önemli bir ihraç maddesiydi. Samandağı yöresinde ipekli, Defne’deki köylerde bez dokuma tezgâhları vardı. Kadınlar hasır dokur, bunları perşembe günü kurulan hafta pazarında sergilerlerdi.

Şehrin nüfusu hakkında bilgi vermeyen Evliya Çelebi burayı sekiz saraylı, mâmur haneleri Âsi nehri tarafında yer alan, müstahkem surlara sahip sulak bir yer olarak tarif eder. Kâtib Çelebi ise Antakya içinde yedi çarşının bulunduğunu, bunların üçünün üstü kapalı olduğunu, şehrin ortasındaki kilisenin kapısı üzerinde iki çalar saat yer aldığını yazar. Fransız seyyah Tavernier şehri görmeye değer bulmamış, Âsi’nin ulaşıma elverişli olmaktan çıkmasıyla sönük bir yer haline geldiğini belirtmiştir. 1838’de Robinson Antakya’nın nüfusunu 6000 olarak gösterir. 1867’de Cevdet Paşa Antakya’da 8775 müslüman, 1129 gayri müslim nüfusun bulunduğunu yazar.

Antakya eski dönemlerde olduğu gibi Osmanlılar zamanında da sık sık depremlere mâruz kalmıştır. 1615, 1822 ve 1872’de şiddetle sarsılmış, şehir surları kısmen yıkılmış, köprü çatlamış ve birçok insan ölmüştür. Özellikle 3 Nisan 1872’deki deprem halk arasında derin izler bırakmıştır.


Şehrin çevresinde sanayie yönelik en önemli tarım ürünü zeytindi. Zeytin işleyen tesisler de şehirde bulunuyordu. Özellikle sabun imalâthaneleri çok sayıdaydı. Defne tanesi yağından gar sabunu yapılıyordu. Esnaf Cumhuriyet dönemine kadar loncalar halinde teşkilâtlanmıştı. Şehri boydan boya kesen cadde ile nehir arasında kalan kısmın orta yerindeki çarşı, uzun çarşıdan başlar köprüye uzanırdı. Çarşı kuzeye doğru üç paralel cadde ile köprüye ulaşır, en soldaki uzun çarşının devamı olan cadde üzerinde kunduracılar, nalburlar, terziler, neccarlar (marangoz) ikinci paralel caddede tenekeciler, manifaturacılar; sol taraftaki handa ise kuyumcu ve tuhafiyeciler bulunurdu. Attar ve manifaturacılar çarşısı hububat satılan meydana ulaşır, diğer taraftan ikinci bir cadde olarak da saraçlar ve köşkerlerle (yemenici) devam ederdi. Sağ tarafta eski elbise satıcıları, ikinci ve daha geniş caddede demirci esnafı, yine sağda bir cadde üzerinde keçi kılı işleyen esnaf yer alırdı. Kefşger esnafının iş yerlerinin bitiminde çıkrıkçı esnafı, onun önünde sağa açılan cadde üzerinde kilim ve aba dokuyan esnaf, paralel üçüncü caddede yoğurtçu, peynirci, bakırcı ve bıçakçılar vardı. Bıçakçıların karşısında Debbağhane Camii ve ardındaki caddede tabak esnafı bulunuyordu. Köprü çarşısı denen yerde bakkal, manav, kasap, kebapçı esnafı karışık olarak yerleşmişti. Âsi kıyısındaki cadde üzerinde oteller ve kahvehaneler sıralanmıştı. Hükümet Konağı’na doğru uzanan cadde ise şehrin en gözde semti idi. Ayrıca XIX. yüzyılın sonlarında şehirde bir iplik fabrikası kurulmuştu. Yine Süveydiye’de bir liman ve buradan Antakya’ya kadar bir demiryolu yapılmasının ve bunun Anadolu demiryoluna Halep, Birecik, Urfa ve Mardin’e uzatılmasının düşünüldüğü, ancak uygun görülmediği bilinmektedir. 1870’te Antakya-İskenderun şose yolunun yapımı, 1872’de de İskenderun bataklıklarının kurutulması kararı alınmıştır. Cumhuriyet döneminde Âsi’nin mecrası ıslah edildiğinde setler sökülmüş, nehrin yatağı temizlenmiş ve değirmenler yıkılmıştır.

Antakya I. Dünya Savaşı sonunda 1918 sonbaharında İngilizler tarafından işgal edildi, sonra da Fransız idaresine geçti. 21 Ekim 1921 Ankara Antlaşması ile Fransa, İskenderun sancağı denilen bölgeye idarî muhtariyet vermeyi kabul etti. Ocak 1937’de Paris ve Ankara’da yapılan görüşmelerden sonra iki devletin garantisinde Hatay adıyla bir devlet teşkili kararlaştırıldı. Anayasası Milletler Cemiyeti’nde hazırlandı ve 29 Mayıs 1937’de onaylandı. Türkiye garantör sıfatıyla 5 Temmuz 1938’de Hatay’a askerî birliklerini soktu. 2 Eylül 1938’de Hatay Cumhuriyeti Millet Meclisi açılarak devlet başkanlığına Tayfur Sökmen seçildi. 23 Haziran 1939’da imzalanan antlaşma ile Hatay’ın Türkiye’ye katılması kesinleşti, aynı gün Hatay Millet Meclisi bu doğrultuda karar aldı ve bakanlar kurulu yetkilerini Hatay olağan üstü temsilcisi Cevat Açıkalın’a devretti ve varlığını sona erdirdi. Böylece Hatay vilâyeti ve onun merkezi Antakya şehri Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası oldu.

Cumhuriyet döneminde Antakya hızlı bir gelişme gösterdi. 1940’ta 28.127 dolayındaki nüfusu 1980’de 94.992’ye, 1985’te 107.821’e yükseldi. Bugünkü şehir Âsi nehrinin her iki yakasında ve her doğrultuda yatay ve dikey bir şekilde büyümektedir.

Antakya şehrinin merkez olduğu Hatay ili, kuzeyde Adana ve Gaziantep illeri ile komşudur; doğuda ve güneyde Suriye toprakları, batıda da Akdeniz kıyıları ile çevrilmiştir. Merkez ilçeden başka Altınözü, Dörtyol, Erzin, Hassa, İskenderun, Kırıkhan, Reyhanlı, Samandağı ve Yayladağı adlı dokuz ilçesi, yirmi beş bucağı, 383 de köyü vardır. Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 1989 yılı istatistiklerine göre Hatay’da il ve ilçe merkezlerinde 176, kasaba ve köylerde ise 497 olmak üzere toplam 673 cami bulunmaktadır. 5603 km² genişliğindeki Hatay ilinin 1985 sayımına göre nüfusu 1.002.252, nüfus yoğunluğu ise 185’tir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, TD, nr. 107, 397, 422, 454, 497, 1040; TK, TD, nr. 36, 556; Antakya Şer‘iyye Sicil Defteri, Antakya Müzesi, nr. 1; Haleb Konsolosluğu Muhabereleri, Paris Archives Nationales, Aff. Etr., B I, nr. 76 ve müteakip ciltler; İskenderun Konsolosluğu Muhabereleri, a.y., nr. 98-99; Kurtubî, Tefsîr, XI, 24; XV, 14; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 325, 331-332, 367-387, 438, 474; Makrîzî, Kitâbü’s-Sülûk, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 4377, I, tür.yer.; İbnü’l-Adîm, Bugyetü’t-taleb min târîhi Haleb (nşr. Fuat Sezgin), Stuttgart 1986, s. 145; a.mlf., Zübdetü’l-haleb (nşr. Sâmi ed-Dehhân), Dımaşk 1951-68, I-III, tür.yer.; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlikü’l-ebsâr (nşr. Fuat Sezgin), Frankfurt 1408/1988, tür.yer.; Kâtib Çelebi, Cihannümâ, İstanbul 1145, s. 595 vd.; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, 52-56; J. B. Tavernier, Les Six Voyages de Turquie en Perse et aux Indes (nşr. S. Yerasimos), Paris 1981, I, 205-206; M. G. Robinson, Voyage en Palestine et en Syrie, Paris 1838; Cuinet, II, 193-197; Elmalılı, Hak Dini, V, 3267; VI, 4015, 4017; Cl. Cahen, La Syrie du Nord a l’Zpoque des Croisades et la Principauté Franque d’Antioche, Paris 1940; P. K. Hitti, Târîhu Sûriye ve Lübnân ve Filistîn (trc. Corc Haddâd-Abdülkerîm Râfik), Beyrut 1959, I-II, bk. İndex; G. Downey, A History of Antioch in Syria from Seleucus to the Arab Conquest, Princeton 1961; W. Heyd, Yakındoğu Ticaret Tarihi (trc. Enver Ziya Karal) Ankara 1975, bk. İndeks; Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, Ankara 1983, bk. İndeks; S. Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1986-87, I-III, bk. İndex; Streck, “Antakya”, İA, I, 456-459; a.mlf. # H. A. R. Gibb, “Antakiya”, EI² (İng.), I, 516-517; a.mlf.ler, “Antâkiyye”, UDMİ, III, 434-436; J. Hansman, “Antioch”, EIr., II, 124-125.

Halil Sahillioğlu