AKBABA TEKKESİ

İstanbul’da Beykoz Akbaba köyünde fetihten hemen sonra kurulan bir tekke.

Bânisi İstanbul’un fethinde bulunmuş (“ni‘me’l-ceyş”ten) Akbaba Mehmed Efendi adında bir Bektâşî babasıdır. Gazi dervişler zümresinin XV. yüzyıldaki temsilcilerinden olduğu anlaşılan bu zatın birçok benzeri gibi gerçek ve menkıbevî hayatı hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak fetihten hemen sonra, muhtemelen devletçe kendisine bağışlanmış olan bu yerde kendi adı ile anılan bir tekke kurduğu ve bunun çevresinde de zamanla aynı isimde


bir köyün teşekkül ettiği söylenebilir. Diğer birçok Bektâşî tekkesi gibi Akbaba Tekkesi de şehrin yerleşim bölgesinin dışında sakin, havadar ve dolayısıyla mesire olmaya uygun bir mahalde yer almaktaydı. Nitekim kuruluşunu takip eden yüzyıllarda, Akbaba köyünün çevresinin zengin bitki örtüsü ve menba sularından ötürü İstanbul’un en gözde mesirelerinden biri olduğu bilinmektedir. Türk-İslâm muhitlerinde sıkça rastlandığı üzere burada da halkın hâtırasını kutsallaştırdığı bir velînin gömülü olması, dinlenme ve eğlencenin yanı sıra halkın ziyaretlerine mânevî bir haz katıyordu. Yaz kış misafiri eksik olmadığı bilinen Akbaba Tekkesi’nin tam teşekküllü bir tarikat külliyesi niteliğinde olduğu tahmin edilmektedir.

İstanbul ve çevresindeki diğer Bektâşî tekkeleri gibi Akbaba Tekkesi de 1826’da yeniçeriliğin kaldırılışı sırasında kapatılarak mensupları sürgüne gönderilmiş ve daha sonra Nakşibendiyye’ye devredilmiştir. Bu arada, zaman içinde muhtemelen birtakım tamirler ve tâdiller geçirmiş olan ilk tekke binasının bu dönemde tahrip edilmiş, hatta ortadan kaldırılmış olması da mümkündür. 1826’dan sonraya ait Nakşibendî tekkesinin, devamı mahiyetinde olduğu Bektâşî tekkesinin parlaklığı ile ilgisi olmayan çok mütevazi bir zâviye karakterinde bulunduğu dikkati çekmektedir. Ayrıca bu dönemde, tekkedeki gerilemeye paralel olarak çevresindeki köy de küçülmüş ve nüfusu azalmıştır. Akbaba Tekkesi son defa 1876-1889 arasında, Nakşibendiyye’den Buharalı Şeyh Abdülhakim Efendi tarafından ihya edilmiştir. Sultan II. Abdülhamid devrinin (1876-1909) başlarında Buhara’dan İstanbul’a gelen Abdülhakim Efendi’ye, İstanbul merkez kumandanı olan hemşehrisi Abdülkadir Paşa’nın delâletiyle tekkenin boş bulunan şeyhliği verilmiş ve arkasından şeyhin teşebbüsü ve Abdülkadir Paşa’nın yardımlarıyla harap durumdaki tekke yeniden inşa edilmiştir. Abdülhakim Efendi’nin vefatından sonra yerine oğlu Ahmed Mansur Mükerrem Efendi geçmiş ve 1925’e kadar tekkenin postnişini olarak kalmıştır.

Akbaba Tekkesi’nin ilk yapısı hakkında bilgi yoktur. Bugüne intikal edebilmiş olan bina ise, ebadı ve mimari programı asgari ölçülerde tutulmuş iddiasız bir zâviye hüviyetindedir. Kâgir bir bodrum üzerinde yükselen ve dış görünüşü itibariyle alelâde bir meskeni andıran bu tek katlı ahşap yapı, ufak bir tevhidhane ile iki odalık bir harem bölümünden ibarettir. Birçok dikdörtgen pencereyle aydınlanan bu mekânlardan tevhidhanenin girişi bahçe yönünde, hareminki ise cadde üzerinde yer almaktadır. Harem bölümü halen Akbaba (Canfedâ Hatun) Camii’nin imamevi olarak kullanılmakta, metrûk olan tevhidhane ise oldukça harap durumda bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 337; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 150; Bandırmalızâde, Mecmûa-i Tekâyâ, İstanbul 1307, s. 13; Mehmed Râif, Mir’ât-ı İstanbul, İstanbul 1314, I, 235; Ergun, Antoloji, I, 142-143; Tahsin Öz, İstanbul Câmileri, Ankara 1962, I, 3; R. Ekrem Koçu, “Akbaba Köyü”, İst.A, I, 504; “Akbaba Köyü” ve “Akbaba Tekkesi”, İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi, İstanbul 1982, I, 516-518.

M. Baha Tanman