AHŞAP

أخشاب

Güzel sanatların çeşitli alanlarında kullanılan bir malzeme.

Kelimenin aslı, Arapça haşebin (ağaç, kereste) çoğulu olan ahşâbdır ve “herhangi bir imalâtta kullanılmak amacıyla ve yakılmamak üzere ağaçtan kesilmiş yapı malzemesi, kereste” anlamına gelir. Ağacın günlük hayatta kullanılmaya başlaması mimarlık, sanat tarihi ve el sanatlarında ahşap işçiliğinin doğmasına yol açmıştır.


Pazırık kazılarında ele geçen çeşitli parçalar, Orta Asya Türkleri’nin çok eski tarihlerden beri ahşapla ilgilendiklerini ortaya koymuştur. Radloff’un 1865 yılında Altaylar’daki kurganlarda bulduğu ahşap eşya bu konudaki ilk örnekleri oluşturmaktadır. Leningrad Müzesi’nde muhafaza edilen Hunlar’a ait bu eserler arasında, özellikle içi oyulmuş ağaç gövdesinden yapılmış bir lahit ile bazı at koşumları önem taşımaktadır.

İlk İslâm mimarisinin Suriye yöresinden günümüze gelebilen ahşap örneklerinde, akantus ve asma yapraklarından oluşan zengin süslemelerle karşılaşılmaktadır. Müşettâ Sarayı’nın cephesindeki taş kabartmalar, Emevîler’in ve sonra da Abbâsîler’in ahşap eserlerinde pek az değiştirilerek aynen kullanılmıştır. X-XIII. yüzyıl Suriye ve Mısır taş kabartmaları da Fâtımî ahşap eserlerini etkilemiştir. el-Ezher Camii’nin XI. yüzyıla tarihlenen kapısı ile el-Hakîm Camii’ndeki ahşap eserler bunun en canlı örnekleridir.

Selçuklular da ahşapla çok yakından ilgilenmişler, mimaride yapı malzemesi olarak kullandıkları gibi, ahşaptan minber, kürsü, rahle, Kur’an mahfazası, çekmece, sanduka ve sanat değeri yüksek başka eserler meydana getirmişlerdir. Selçuklular ahşap çalışmalarında daha çok oyma (kabartma), şebekeli oyma ve boyama tekniklerini uygulamışlardır. Geniş ölçüde kullanılan oyma tekniğinde motifler, ağaç yüzeyi kalemle oyularak kabartma halinde meydana çıkarılmıştır. Bu tür çalışmalar, kalemin çok derine inmesi halinde “derin oyma”, meyilli çalışması halinde de “eğri kesim” diye isimlendirilmektedir. Oyulan sathın düz veya yuvarlak çukurluklar ihtiva edecek şekilde engebeli bırakılışına göre iki gruba ayrılan derin oyma tekniğinde, başlıcaları XII-XIV. yüzyıllara ait Alâeddin Camii, Malatya Ulucamii ve Kayseri Ulucamii minberleri ile Ankara Hacı Bayram Türbesi’nin kapısı, Ankara’da Ahî Şerafeddin’in sandukası ile Siirt Ulucamii, Ankara Arslanhane Camii minberleri, Ankara Kızılbey Camii’nin kapısı ve Birgi Ulucamii’nin pencere kanatları örnek olarak gösterilebilir. Şebekeli oyma tekniğinde ağaç yüzeyi bütünüyle ortadan kalkmıştır. Ahşap üzerinde çevresi oyulan palmet, lotus ve kıvrık dallardan meydana gelen desenler uçlarından birbirine tutturulmak suretiyle ortaya değişik kompozisyonlar koymuşlardır. Bu teknik genellikle rahle, minber ve kürsü parçaları ile korkuluk levhalarında uygulanmıştır. Selçuklular bazı yapılarında ahşap sütun başlıkları, konsollar ve kirişler üzerine boya ile bezeme yapmak suretiyle yeni bir teknik geliştirmişlerdir. Önemli örnekleri Afyon Ulucamii, Beyşehir Eşrefoğlu Camii, Kastamonu Candaroğlu Mahmud Bey Camii ile Ankara’daki bazı mescidlerde görülen bu teknikte başlıca motifleri yıldız, altıgen, üçgen, stilize edilmiş arabesk, çeşitli çiçekler ve kuşlar meydana getirmektedir. Selçuklular’ın ahşap işçiliği, Beylikler devrinde de aynı üslûp, teknik ve işçilikle devam etmiştir. XIII. yüzyılın sonlarına doğru, Ankara yöresinde çok gelişmiş bir ahşap sanatıyla karşılaşılmaktadır. Anadolu’nun çeşitli şehirlerindeki eserlerde, Selçuklu geleneğini sürdüren Ankara atölyelerinden yetişmiş Ebûbekir oğlu Muhammed, Mahmud oğlu Nakkaş ve Abdullah oğlu Dâvud gibi ustaların adlarına rastlanmaktadır.

Selçuklular’ın ahşap işçiliğini bir sanat olarak benimsemesi, yapıların mimari elemanlarla bezenmesinden doğmuş, Osmanlılar da bunu en yüksek düzeye ulaştırmışlardır. Anadolu ahşap sanatında tercihen kullanılan ağaçlar ceviz, şimşir, ıhlamur, meşe, elma, armut ve sedir gibi yerli ağaçlarla gül ve abanoz gibi dışarıdan getirilen tropikal ağaçlardır. Osmanlı ahşap ustaları da Selçuklu ve Beylikler devri ustalarını takip ederek oyma, şebekeli oyma ve kündekârî (geçme) tekniklerine ağırlık vermişlerdir. Osmanlılar, kendilerinden önce bilinen tekniklere yenilik getirmemiş, daha çok değişik üslûplarda göze hoş gelen kompozisyonlar ortaya koymuşlardır. Bununla beraber kündekârîyi geliştirmiş, kakma ve sedef mozaik tekniklerine geniş ölçüde yer vermişlerdir. Bezemelerde rûmî ve palmet kompozisyonlarının yanı sıra bitki motiflerinin de ağırlık kazandığı görülmektedir. XV. yüzyıl eserlerinde nebatî figürlerden başka kitâbeler ve geometrik motiflerle zenginleştirilmiş daha değişik bir görüntü dikkati çekmektedir. Mimar Hayreddin’in yapısı olan Edirne Beyazıt Camii ile Topkapı Sarayı Hazine Dairesi’nin kapıları ve Ankara Etnografya Müzesi’nde muhafaza edilen çeşitli kapı örnekleri, XV. yüzyılın en önemli ahşap eserleridir. Osmanlılar oyma ve sedef kakma çalışmalarında dört yapraklı yonca motifini de rûmîli bezemelerin yanında yaygın biçimde kullanmışlardır. XVI. yüzyıl


ahşap işlerinde çiçekli bezeme bütün yüzeyi kaplamış ve rûmîlerle daha karmaşık bir üslûba gidilmiştir. Topkapı Sarayı Bağdat ve Revan köşklerindeki kapılarda görüldüğü gibi, o zamana kadar ahşap sanatında kullanılmayan çintemani motifine de yer verilmiş, fildişi kakma yazı frizleri ile kompozisyon tamamlanmıştır. XVI. yüzyılda, Topkapı Sarayı’nda ahşap üzerine çalışan atölyeler kurulmuş ve buradan pek çok usta yetişmiştir. XVII-XVIII. yüzyıllarda bazı yenilikler ortaya çıkmış, ahşap eserlere tatbik edilen sedef, bağa ve fildişi gibi elemanlarla daha renkli bir görünüme ulaşılmıştır. Bu yüzyıllarda Avrupa’nın barok ve rokoko üslûpları ahşap işçiliğini de etkilemiş, sedef mozaik tekniği yaygınlaşmıştır. XIX. yüzyılda ahşap üzerine, daha çok trabzan ayaklarında, dolap kapaklarında, çekmecelerde, tavan göbeklerinde, lambalıklarda ve kavukluklarda görülen Edirnekârî boya bezeme uygulanmıştır.

Ahşap camilerin ilk örnekleri XIII. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’da ortaya çıkmıştır. Afyon Ulucamii, Sivrihisar Ulucamii, Ankara Arslanhane Camii ve Beyşehir Eşrefoğlu Camii ahşap camilerin en güzel örnekleridir. Ahşap cami ve mescidlerde kirişleme tavanlar yine ahşap sütunlarla desteklenmiş, üzerlerine de ahşap mimari detaylarının en gösterişli unsurları olan skalaktitli ve zengin süslemeli başlıklar yerleştirilmiştir. Ahşap, ahşap camilerden başka sivil mimaride de geniş ölçüde kullanılmıştır. İstanbul’daki yalılar, konaklar ve köşklerin yanı sıra Ankara, Kütahya, Kula, Safranbolu, Mudurnu evleri ahşap yapı sanatının en güzel örneklerini teşkil etmektedir. Bunlar, ahşap çatma üzerine iki taraflı çakılmış tahtalarla duvarları oluşturulan ve genellikle yalnız iç yüzden alçıyla sıvanan bağdadî yapılardır. Bu tür yapılar arasında Amcazâde Hüseyin Paşa Yalısı ile Emirgân’daki Şerifler Yalısı, tavanlarındaki ince marangozluk ve nakkaşlık mahareti açısından da ün yapmışlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

L. A. Mayer, Islamic Woodcarves and Their Works, Geneva 1958; Bahaeddin Ögel, “Selçuklu Devri Anadolu Ağaç İşçiliği Hakkında Notlar”, Yıllık Araştırmalar Dergisi, sy. 1, Ankara 1956, s. 199-236; Can Kerametli, “Osmanlı Devri Ağaç İşleri, Tahta Oyma, Sedef, Bağa ve Fildişi Kakmalar”, TEt. D, sy. 4 (1962), s. 5-13; Gönül Öney, “Anadolu’da Selçuklu ve Beylikler Devri Ahşap Teknikleri”, STY, III (1969-70), s. 135-149; E. Yücel, “Selçuklu Ağaç İşçiliği”, Sanat Dünyamız, sy. 4, İstanbul 1975, s. 2-10; a.mlf., “Osmanlı Ağaç İşçiliği”, Kültür ve Sanat, sy. 5, İstanbul 1977, s. 58-71.

Erdem Yücel