ÂHÎ, Benli Hasan

(ö. 923/1517)

Divan şairi.

Niğbolu’da Tirsinik’te doğdu. Seydi Hoca ile Melek Kadın’ın oğludur. Asıl adı Hasan olup daha çok Benli Hasan lakabıyla tanınmıştır. Sessiz tabiatı yüzünden Dilsiz Dânişmend olarak da anılmıştır. Zengin bir tüccar olan babasının ölümü üzerine onun yolunu tutarak ticarete başladıysa da annesinin yeniden evlenmesine gücendi ve vatanını terkedip İstanbul’a gitti. İleri bir yaşta olmasına rağmen tahsile başladı, kırk yaşlarında Kara Bâlî’den mülâzım oldu. Bu arada şiir ve nesirleriyle adını duyurmaya başladı. Rivayete göre, Yavuz Sultan Selim şiirlerini görüp beğenince kendisiyle ilgilenilmesini istedi. Bunun üzerine Kazasker Kemalpaşazâde Bursa’daki Bayezid Paşa Medresesi müderrisliğine tayinini teklif etti. Ancak Âhî, çevresinin telkinlerine kapılarak bu vazifeyi küçümsedi ve kabul etmedi. İlgisinin kötüye kullanılmasına kızan padişah, ona yeni bir görev verilmesini istemedi. Uzunca bir süre sonra Karaferye Medresesi’ne müderris tayin edildi. Bu sırada Manastır’da, şair Hâverî’nin kız kardeşiyle evlendi ve çok geçmeden Karaferye’de öldü.

Âhî’nin hayatında görülen düzensizlikler eserlerine de yansımıştır. İlk eseri, Hüsrev ü Şîrîn adıyla anılan Hikâyet-i Şîrîn ü Pervîz ve Rivâyet-i Gülgûn u Şebdîz mesnevisidir. Ancak Âhî’nin böyle bir eser yazmaya başladığını duyan Nakşî şeyhi Mahmud Efendi, Hüsrev’in ateşe tapan ve Hz. Peygamber’in mektubunu yırtan bir hükümdar olması sebebiyle övülmesinin câiz olmayacağını öne sürerek şairi uyardı ve onu eseri tamamlamaktan vazgeçirdi. Daha sonra Karaferye’de müderrisken Fenârîzâde Muhyiddin Mehmed Şah Çelebi’nin teşvikiyle, Anadolu sahasında türünün en güzel örneği olarak kabul edilen Hüsn ü Dil mesnevisine başladı. Fakat bu eserini de tamamlayamadan öldü.

Kaynaklar, Âhî’yi devrinin iyi şairleri arasında kabul ederler. Özellikle Fettâh-ı Nîşâbûrî’nin (ö. 853/1449) aynı addaki eserinin tercümesi olan Hüsn ü Dil, Âlî’nin bildirdiğine göre Lâmiî’nin eserine üstün tutulmuştur. Âhî, daha çok mesnevi şairi olarak tanınmış ve mesnevileri diğer şiirlerine tercih edilmiştir. Yakın dostu olan Bursalı şair Celîlî ile birlikte döneminin en ünlü harâbâtî şiirler nâzımıdır. Arkadaşları arasında Vasfî, Revânî, Mesîhî, Şem‘î, Zâtî ve Celîlî gibi devrin ünlü şairlerini saymak mümkündür.

Eksik bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde (TY, nr. 1942/2) bulunan divanı henüz yayımlanmamıştır. Hüsn ü Dil ise Çaylak Tevfik tarafından neşredilmiştir (İstanbul 1287). Latîfî’nin, Şeyhî’ye nazire olarak yazıldığını ve bazı bölümlerinin şair tarafından daha sonra kaleme alınan Hüsn ü Dil’de kullanıldığını söylediği Hüsrev ü Şîrîn’in bugün bilinen herhangi bir nüshası yoktur.

BİBLİYOGRAFYA:

Sehî, Tezkire (nşr. Mehmed Şükri), İstanbul 1325, s. 108; Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ (nşr. G. M. Meredith-Owens), London 1971, vr. 51a-53a; Latîfî, Tezkire, s. 97; Beyânî, Tezkire, Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 757, vr. 14b; Âlî, Künhü’l-ahbâr, İÜ Ktp., TY, nr. 5959, vr. 20a-b; Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkire, I, 191; Osmanlı Müellifleri, II, 67; Gibb, HOP, II, 296; S. Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstanbul 1936, I, 20; Faruk K. Timurtaş, Şeyhî’nin Hüsrev ü Şirin’i, İstanbul 1963, s. 44; a.mlf., “Türk Edebiyatında Hüsrev ü Şirin ve Ferhad ü Şirin Hikâyesi”, TDED, IX (1959), s. 65-88; Köprülüzâde Fuad, “Harâbât Erenleri: Ahî”, Yeni Mecmua, III, İstanbul 1918, s. 25-26; “Âhî”, İA, I, 157; “Ahı”, EI² (İng.), I, 257; Mehmed Çavuşoğlu, “Âhî”, TDEA, I, 50-51.

Mustafa İsen