AĞRI DAĞI

Üzerine Nûh’un gemisinin indiği iddia edilen, Türkiye’nin en yüksek volkanik dağı.

Türkiye, İran ve Sovyetler Birliği devlet sınırlarının kesişme noktası yakınında bulunmaktadır. Çevre uzunluğu 130 km. olan 1200 km2’lik geniş bir taban üzerinde yükselen bu volkanik kütle, Büyük Ağrı ve Küçük Ağrı adlı iki koni şeklindedir. Büyük Ağrı 5137 m., Küçük Ağrı ise 3896 m. yüksekliktedir (bk. Türkiye İstatistik Yıllığı, s. 11). Bu iki koni, 2700 m. yükseklikteki Serdarbulak beli ile birbirine bağlanır. Ağrı’nın 4000 metreden yukarılarda olan kesimi sürekli kar ile örtülüdür. Dağın zirvesinde ayrıca 12 km2 genişliğinde bir buzul bulunur ki bu buzul Türkiye’de mevcut az sayıdaki buzullar arasında en büyük olanıdır. Andezit ve bazalt lavlarından oluşan Ağrı dağı, günümüzde ormandan mahrumdur. Ancak bazı kesimlerinde ardıç çalılıkları ile bodur huş ağaçları görülür.

Yakındoğu kültürlerinde Ağrı dağıyla ilgili pek çok efsane geliştirilmiştir. Ermeniler’in, buranın kendi ülkelerinin merkezi olduğu iddiası, yahudi kutsal metinlerinde ve Hıristiyanlık’ta Nûh’un gemisinin bu dağa indiği inancı, Ağrı dağının hem siyasî hem de dinî yönden önemini artırmıştır.

Ağrı dağı, çeşitli geleneklerde farklı şekillerde adlandırılmıştır. Yakut dilinde “Ağr”, Selçuklu Türkleri’nde “Eğri dağ”, bazan da “Ağır dağ”, İranlılar’da “Kûh-ı Nûh”, Araplar’da Büyük Ağrı’ya “Cebelü’l-hâris”, Küçük Ağrı’ya ise “Cebelü’l-huveyris” isimleri verilmiştir. Ermeniler bu dağa “Massis” veya “Masik” derken, sadece Batı coğrafyacıları Ararat demektedirler. Ağrı dağına Ararat denmesi, Ahd-i Atîk’te (bk. Tekvîn, 8/4), Nûh’un gemisinin tûfandan sonra oturduğu dağın “Ararat dağları” diye adlandırılmasından ve Ararat’ın Ağrı dağı ile aynı sayılmasından kaynaklanmıştır. Ararat kelimesi, Ahd-i Atîk’te bir ülkenin (bk. II. Krallar, 19/37; İşaya, 37-38), bir krallığın (bk. Yeremya, 51/27) ve bu ülkede bulunan bir dağ silsilesinin (bk. Tekvîn, 8/4) adı olarak geçmektedir. Buna göre Ahd-i Atîk’te geçen Ararat, tarihte hem Urartu olarak bilinen Asya menşeli kavmin, hem de bu kavmin milâttan önce 1000 yıllarında Van şehri merkez olmak üzere kurduğu devletin adıdır.

Asur dilinde aslı “Uruatri” olan “Urartu” kelimesi, İbrânîce Kitâb-ı Mukaddes’te yanlış seslendirme neticesinde “Ararat” şeklini almıştır (bk. La Bible I: L’Ancien Testament, s. 24). Uruatri kelimesi “dağlık bölge, yüksek memleket” demektir (bk. A. H. Sayce, ERE, I, 793; Oktay Belli, I, 149). Bu isme ilk defa milâttan önce 1274 yılına ait Asur Kralı I. Salmanasar’ın kayıtlarında rastlanmakta ve bundan belli bir devlet ve etnik gruptan ziyade Van gölünün güneydoğusundaki dağlık bölge kastedilmektedir (bk. Oktay Belli, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, I, 149; Altan Çilingiroğlu, s. 5). Şu halde Ahd-i Atîk’teki “Ararat dağları” ifadesini, bugünkü Ağrı dağı yerine, Van gölünün güneyindeki dağlar olarak anlamak daha doğrudur. Nitekim tûfanla ilgili eski Babilonya hikâyesinde geminin Nisir dağının tepesine oturduğu nakledilmektedir ki bu dağ, daha güneyde Asur topraklarının doğusunda (bk. C. F. K., JE, II, 74) muhtemelen Aşağı Zap suyuyla Dicle’nin doğusu arasındaki bölgede yer almaktadır (bk. J. Skinner, DB, s. 49). Kaldeli rahip Berosos’un tarihinde geminin Urmiye (Urumiah) yönünde Musul’un kuzeydoğusundaki Kurt dağı üzerine oturduğu yazılıdır (bk. C. F. K., JE, II, 74). Tekvîn 8/4’ün Ârâmîce ve Süryânîce tercümeleri geminin indiği dağı Ture Kardu olarak zikreder ki burası Van gölünün güneydoğusundaki dağlardır (bk. Tikva S. Frymer, Ejd, III, 290). Süryânî yorumculara göre Ture Kardu, Kur’an’da da geminin indiği dağ olarak gösterilen (bk. Hûd 11/44) Cûdî dağıdır (Aziz Günel, s. 29).

Tevrat’ta geminin Ararat dağlarına oturduğuna dair olan ifade (bk. Tekvîn, 8/4), milâttan önce V. asırda kaleme alınan ruhban metnine aittir. Ruhban metni yazarının tûfanla ilgili Mezopotamya rivayetini bilmesi ve ondan faydalanmış olması muhtemeldir. Tûfan sularının çekilmesi sırasında ilk defa ortaya çıkan kara parçası, o bölgenin en yüksek noktası olacağından, “Ararat dağları” ifadesi, daha sonraları yanlış olarak Ağrı dağı diye yorumlanmış olmalıdır. Ancak Ahd-i Atîk metnindeki ifadeyi belli bir dağ şeklinde anlamak ve diğer kaynakların işaret ettiği bölgenin dışında ve uzağındaki Ağrı dağını geminin indiği dağ olarak göstermek yanlıştır.

Nûh’un gemisinin Ağrı dağında bulunduğu inancı, pek çok kişiyi bu dağa tırmanmaya sevketmiştir. Diğer taraftan misyonerlik faaliyetleri ve Ağrı dağının stratejik mevkii sebebiyle taşıdığı önem bu faaliyeti hızlandırmıştır. Bazı kaynaklarda Ağrı dağına tırmanmanın 1700 yıllarına kadar götürülmesine rağmen, dağa ilk çıkanın Frederic Parrot olduğu ifade edilmektedir. F. Parrot, 1829’da Ağrı dağına tırmanmış ve Nûh’un gemisinin bulunması muhtemel 200 adım çapında bir düzlükten bahsetmiştir (bk. F. Parrot, I, 138). Parrot’dan başka 1834 ve 1843’te Antonomoff, 1845’te Wagner ve Abich, 1850’de Albay Chodsko, 1856’da Stuart ve Monteith Ağrı dağına çıkmışlardır (bk. Streck, İA, I, 153). 1876’da James Bryce dağa tırmanmış ve 4000 metrede lav yığınları arasında dört ayak (121.92 cm.) uzunluğunda, beş inç (12.70 cm.) kalınlığında yontulmuş tahta parçası gördüğünü iddia etmiştir. 1893’te Ağrı dağına çıkan Kudüs başdiyakosu Dr. Nuri, geminin orta bölümünün buza gömülü vaziyette bulunduğunu, çok kalın ve koyu kırmızı renkteki kalaslarının 30 cm. uzunluğunda çivilerle çakılı olduğunu öne sürmüştür. Böylece XIX. yüzyılbaşlarından itibaren Ağrı dağı ile ilgili faaliyetler artarak devam etmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Ermeni asıllı olduğu tahmin edilen Vladimir Roskovitsky adlı bir Rus pilotu, Ağrı dağının 25 mil kuzeydoğusundaki yamaçta bir gemi kalıntısı gördüğünü, geminin 1200 m. uzunlukta ve direklerinin de sağlam olduğunu bildirmekteydi. II. Dünya Savaşı sırasında, Ağrı üzerinde uçan bir Sovyet pilotunun yarı yarıya batmış bir gemi gördüğünü açıklaması


üzerine olay yerine gönderilen araştırma ekibi, kömüre benzer bir ağaçtan yapılmış, iyice çürümüş 1200 m. uzunluğunda bir gemi bulduklarını ileri sürmüşlerdir (bk. YA, I, 388).

1937’de Binbaşı Cevdet Sunay, on beş subay ve elli erle birlikte Ağrı dağının zirvesine ulaşmıştır. Bu heyet, iddiaların aksine, Nûh’un gemisinin enkazına rastlamamıştır. 23 Temmuz 1968’de Albay Turhan Selçuk başkanlığında on sekiz subay, on altı astsubay ve yüz on iki erden oluşan heyet zirveye çıkmıştır. Yakın geçmişte ise Amerikalı astronot Irwin birkaç defa dağa tırmanarak gemiden kalma parçalar bulduğunu iddia etmiştir. Ancak bütün bu iddialara karşı Nûh’un gemisinin kalıntılarının Ağrı dağında bulunduğuna dair şimdiye kadar hiçbir müsbet delil ortaya konamamış olması dikkat çekicidir.

Diğer taraftan Ermeniler Ağrı dağını dünyanın anası olarak kutsallaştırmakta ve muhayyel Ermenistan’ın merkezi olarak göstermektedirler. Türkiye dışındaki Ermeniler, özellikle de Sovyet Ermenistanı ruhanî lideri I. Vasken, Ağrı dağının kendi vatanlarının merkezi olduğunu açıkça ileri sürmektedir. Yabancıların Nûh’un gemisinin Ağrı dağında olduğuna dair ısrarlı iddiaları, turistik ve sportif görünümlü de olsa onlarca gerçekleştirilen bazı tırmanışların Ağrı dağına yönelik birtakım siyasî, stratejik ve dinî emellerle bağlantılı olduğunu düşündürmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

F. Parrot, Reise zum Ararat, Berlin 1834, I, 138; La Bible I: L’Ancien Testament, Paris 1956, s. 24; A. T. Olmstead, History of Assyria, London 1968, s. 256; Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Diyarbakır 1970, s. 29; M. Orhan Bayrak, Türkiye Tarihi Yerler Kılavuzu, İstanbul 1979, s. 30; Altan Çilingiroğlu, Urartu ve Kuzey Suriye: Siyasi ve Kültürel İlişkiler, İzmir 1984, s. 5; Türkiye İstatistik Yıllığı 1987, Ankara 1988, s. 11; Hikmet Tanyu, Nuh’un Gemisi (Ağrı Dağı): Ermeniler, İstanbul 1989, s. 15-47; C. F. K., “Ararat”, JE, II, 74; Streck, “Ağrı Dağı”, İA, I, 152-153; a.mlf. - Fr. Taeschner, “Aҗћri Daҗћ”, EI² (İng.), I, 251-252; M. J. Mellink, “Ararat”, IDB, I, 194; J. Skinner, “Ararat”, DB, s. 49; Tikva S. Frymer, “Ararat”, EJd., III, 290; A. H. Sayce, “Armenia (Vannic)”, ERE, I, 793; YA, I, 388; Oktay Belli, “Urartular”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, İstanbul 1982, I, 149.

Hikmet Tanyu