ABDÜLVÂDÎLER

بنو عبد الواد

Mağrib’de hüküm süren bir Berberî hânedanı (1235-1550).

Kurucusu Yağmurasan’ın babası Zeyyân’a nisbetle bu hânedana Benî Zeyyân veya Zeyyânîler de denilmektedir. Abdülvâdîler, Zenâte Berberî kabilesine mensup olup komşu ve akrabaları Benî Merîn ve Benî Tûcîn gibi göçebe olarak yaşamışlar ve Avrâs civarına kadar ulaşarak bir süre çok geniş bir bölgeyi işgal etmişlerdi. Ancak Hilâlî Arapları’nın istilâsı ile (XI. yüzyıl) göçebe Zenâteliler doğuya doğru sürülerek kendi yerlerini göçebe Araplar’a bırakmaya ve Cezayir’in Vahran (Oran) bölgesindeki yüksek yaylaya göç etmeye zorlandılar. Bu ülkenin XII. yüzyıl başlarında Muvahhidler tarafından istilâ edilmesi Abdülvâdîler’in işine yaradı ve özellikle Murâbıtlar’dan Benî Ganiye ile yapılan savaşlarda Muvahhidler’in sadık bir müttefiki olduklarını gösterdiler. Fakat daha sonra Muvahhidler’in zayıflamasıyla mahallî reisler bu devlete itaat etmekten vazgeçmeye başladılar. Nitekim Benî Abdülvâd aşiretinin reisi olan Yağmurasan (Yağamrasan) b. Zeyyân, 1235 tarihinde Abdülvâdîler Devleti’ni kurdu ve hükümdarlığı, Muvahhidler’den Abdülvâhid er-Reşîd tarafından verilen bir beratla tasdik edildi.

Kısa zamanda başarılı bir idareci olduğunu gösteren Yağmurasan, kendi kabile gruplarını çölden Vahran eyaletinin ovalarına toplayarak kuvvetli bir devletin hükümdarı oldu. Muvahhidler’den Ebû Hasan Ali es-Saîd, atalarının devletini yeniden canlandırmak gayesiyle güçlü bir ordunun başında harekete geçtiyse de Tlemsen’i kuşatmak üzere iken Yağmurasan ile yaptığı bir çarpışmada öldürüldü (1248). Olayların bu şekilde gelişmesine rağmen Yağmurasan, Muvahhidler’in vassali (tâbi) olarak kaldı. Son Muvahhid hükümdarlarını, Fas’ı hâkimiyetleri altına almış olan Merînîler’e karşı destekledi, ancak Muvahhidler’in yıkılmasından sonra Merînîler ile karşı karşıya geldi. Abdülvâdîler ile Merînîler arasında tarihi eskiye giden bir çekişme vardı ve bu çekişme her iki kabilenin de hânedan kurması üzerine daha da arttı. Bu sebeple Yağmurasan, Kuzey Afrika’da ve İspanya yarımadasında Merînî harekâtına karşı Gırnata Sultanı Muhammed el-Galib ve hıristiyan Kastilya Kralı X. Alfonso ile üçlü bir anlaşma imzaladı. İleri görüşlü bir devlet adamı olan Yağmurasan, kurucusu olduğu devletin siyaseti ile ilgili fikirlerini oğlu Ebû Saîd Osman’a, Merînîler’e karşı yalnız savunma ve uygun durumlarda Hafsîler aleyhine genişleme şeklinde vasiyet etti. Yağmurasan, kırk sekiz yıl süren hükümdarlığından sonra 1283 yılında öldü.

Yağmurasan’ın ölümünden sonra yerine oğlu I. Osman geçti (1283-1304). Bu dönemde meydana gelen önemli olaylardan biri, Tlemsen’in Merînî Sultanı Ebû Ya‘kub el-Mansûr tarafından kuşatılmasıdır. Merînîler sekiz yıl üç ay süren bu muhasaradan hiçbir netice elde edemediler. Abdülvâdîler, I. Mûsâ zamanında (1308-1318) doğuya doğru genişleme fırsatı buldular. Onun halefi I. Abdurrahman devrinde (1318-1337), Merînîler’den Ebü’l-Hasan tekrar Tlemsen’e hücum ederek iki yıllık bir kuşatmadan sonra 1337’de şehri ele geçirdi. Bu olay Abdülvâdîler Devleti’nde yaklaşık on yıllık bir kesintiye sebep oldu. Abdülvâdîler II. Osman (1348-1352) ve kardeşi Ebû Sâbit vasıtasıyla Merînîler’in hâkimiyetinden kurtuldular (1348); ancak bu bağımsızlık çok kısa sürdü. Merînîler’den Ebû İnân tarafından 1352’de Tlemsen’in tekrar zaptedilmesi ile Abdülvâdîler Devleti’nde ikinci bir fetret devri başladı. 1359’da yeniden bağımsızlıklarını kazanan Abdülvâdîler, II. Mûsâ zamanında (1359-1389) nisbî bir hareket serbestliği kazandılar ve Hafsîler’in hâkimiyetindeki topraklara doğru genişlemeye çalıştılar. Fakat 1366’da Bicâye’ye (Bougie) düzenlenen bir sefer bozgun ile neticelendi. Öte yandan Merînîler’in istilâ tehditleri de


sürüyordu ve gayeleri Tlemsen’i ilhak etmek, sonra da saltanat iddiacılarına yardım ederek Abdülvâdîler’i bağımlı duruma getirmekti.

Abdülvâdîler, XV. yüzyılın başlarından itibaren varlıklarını sürdürmekle beraber bundan sonra iktidara hâkim olamadılar. Hafsîler’den Ebû Fâris (1394-1434) ve Osman (1435-1488), hânedanlarının geleneksel siyasetini takip ederek Tlemsen’e karşı başarılı seferler tertip ettiler ve Abdülvâdîler hânedanının başına kendi seçtikleri hükümdarları getirdiler. Abdülvâdîler’in iktidara sahip olamamaları, iç mücadeleler ve yabancıların bu devlet üzerindeki bitmeyen istekleri hânedanı çökertti ve son Abdülvâdî emîrleri Vahran’daki İspanyollar’a tâbi olmak zorunda kaldılar. Öte yandan Oruç Reis ile kardeşi Hızır Reis 1516’da Cezayir’i ele geçirdiler. Bir süre sonra hükümdarlığını ilân eden Oruç Reis, hâkimiyeti altındaki toprakları genişletmeye başlayarak 1517’de Tlemsen’i zaptetti. Bu durum karşısında İspanyollar’a sığınan Abdülvâdî Emîri III. Mûsâ (1517-1527), onlardan sağladığı kuvvetlerle Tlemsen’i geri almak üzere hücuma geçti. Oruç Reis şehri yedi ay müdafaa ettiyse de Cezayir’e gitmek için yaptığı çıkış harekâtı sırasında şehid düşünce (1518), Tlemsen Türkler’in elinden çıktı.

İspanyollar’ın Türkler’i Cezayir topraklarından çıkarmak için denizden yaptıkları harekât Hızır Reis (Barbaros Hayreddin) karşısında başarılı olamadı. Bu sırada İspanyollar’ın müttefiki III. Mûsâ karadan Cezayir’e yürüdü; ancak o da mağlûp oldu ve kaçmak zorunda kaldı. Hızır Reis, Avrupalı ve yerli düşmanlarına karşı dayanacak gücü olmadığından Osmanlılar’ın vesâyeti altına girdi. Hızır Reis’in bu hareketinden rahatsız olan Abdülvâdî ve Hafsî hükümdarları Cezayir halkını isyana teşvik ettiler. Fakat Hızır Reis, Abdülvâdîler’in saltanat çekişmelerinden faydalanarak II. Abdullah’ı (1527-1540) hükümdar yaptı ve böylece Tlemsen’i nüfuzu altına aldı. Ancak II. Abdullah’ın her yıl vermeyi taahhüt ettiği vergiyi ödemekten vazgeçip adına hutbe okutması üzerine, Hızır Reis onu tekrar itaat altına almak ve tam vassal hale getirmek zorunda kaldı. Nihayet Türkler, 1550 yılında Tlemsen’i ele geçirerek Abdülvâdî hânedanına son verdiler.

Abdülvâdîler çok zengin olmamalarına rağmen başşehir Tlemsen’i cami, medrese ve saraylarla süslemişler, burayı önemli bir ilim ve ticaret merkezi haline getirmişlerdir (bk. TLEMSEN).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn İzârî, el-Beyânü’l-mugrib (nşr. Muhammed İbrâhim el-Kettâni v.dğr.), Beyrut 1406/1985, s. 13, 361, 385, 390, 403, 406, 415, 466; İbn Haldûn, el-İber, Bulak 1284 - Beyrut 1399/1979, VII, 72-149; Hasan b. Muhammed el-Vezzân el-Fâsî, Vasfü İfrîkıyye (trc. Muhammed Huccî#Muhammed el-Ahdar), Beyrut 1983, II, 7-10; Muhammed b. Muhammed el-Endelüsî, el-Hulelü’s-sündüsiyye fi’l-ahbâri’t-Tûnisiyye (nşr. Muhammed el-Habîb el-Heyle), Beyrut 1985, I, 599; Ali b. Ebû Zer‘ el-Fâsî, ez-Zahîretü’s-seniyye fi târîhi’d-devleti’l-Merîniyye, Rabat 1972, s. 15, 25, 61, 65, 71-72, 75-76, 80-83, 89, 93, 101, 112, 115-116, 117, 121, 145-146; Halil Edhem, Düvel-i İslâmiyye, İstanbul 1927, s. 57; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 367-369; Jamil M. Abu’n-Nasr, A History of the Maghrib in the Islamic Period, Cambridge 1987, s. 134-143; B. Bel, “Abdülvâdîler”, İA, I, 101-102; Enver Ziya Karal, “Barbaros Hayreddin Paşa”, İA, II, 311-315; Georges Marçais, “Merînîler”, İA, VII, 763-766; a.mlf., “Abd al-Wadids”, EI² (İng.), I, 92-94; Alfred Bel, “Tlemsen”, İA, XII/1, s. 393-398; a.mlf., “Zeyânîler”, İA, XIII, 544-545; A. Cour, “Abu Zayyan III”, EI² (İng.), I, 168; H. R. İdris, “Hafsids”, EI² (İng.), III, 66-69.

Erdoğan Merçil